Bu Zeynep'in hikâyesi ama yanlış kararlar alan
bir tek Zeynep değil. Hatta şöyle demeli: Zeynep'in yanlış kararlarının sebebi
iki ailenin birden hem kendileri hem de Zeynep için aldığı yanlış kararlar. O
derece fakir bir ailenin, çocuklarının daha iyi koşullarda yaşaması için bu
türden bir teklifi zor da olsa kabul etmesini anlayabilirim; ama çocuğu güle
oynaya gönderdikten sonra ondan fedakârlık beklenmesini anlayamam. Ufacık
yaşında, sırf annesi dayak yemesin diye okumaktan vazgeçen bir Zeynep gördük
biz, kimse bunun ötesinde bir fedakârlıktan söz edemez.
Kaldı ki fedakârlık, talep edilen bir şey olmamalı. Birinden yardım ya da
destek isteyebilirsiniz ama sizin için bir şeyleri feda etmesini isteyemez,
fedakârlık yapmadığı için kimseyi suçlayamazsınız. Her şeyden öte, bir insanın
"sizin için" fedakârlık yaparak biriyle evlenmesini, yani böylesine
hayati bir kararı "sizin için" almasını bekleyemezsiniz. Onlar eğer
isterlerse bazı fedakârlıklarda bulunabilirler, ama bu bütünüyle onların
tercihi olmalıdır. Şunu da söylemeliyim ki Zeynep'i zengin aileye vermek,
Sakine'nin yaptığı bir fedakârlık değildi. Evet evladından uzak olmak zordu,
acılıydı falan, ama bu bir fedakârlık değildi. Ve tıpkı fedakârlığın bir tercih
olması gibi, fedakârlık yapan kişiye karşılık verip vermemek de bir tercih
meselesidir. Yani Sakine'nin yaptığı bir fedakârlık olsaydı bile Zeynep'ten
bunun karşılığını istemeye hakkı yoktu. Her şeyi geçtim, anne-çocuk arasında
bunların konuşulması bile ortada sevginin değil, çıkarların söz konusu olduğunu
gösterir. En hafif tabirle çirkin şeyler bunlar.
Emine'nin annesi Sultan'ın Zeynep'i suçladığı
sahne için de geçerli bu söylediklerim. Ama burada biraz daha öteye de
geçebilirim. Komşu kadının bu tepkisinde ben gizli bir kıskançlık da görüyorum
açıkçası. Alt metninde "O fırsat benim önüme çıksa ben de çocuğumu zengin
aileye verir ve karşılığında maddi bir beklentiye girerdim" yazan yersiz
bir çıkışma. İnanın bana şunları yazarken bile içim sıkılıyor. İki cümlede bir
masadan kalkıp biraz yürüyorum sakinleşmek için. Ve insanlar bütün bunları ciddi
ciddi yaşıyorlar, çocuklarına, çevrelerine bunu yaşatıyorlar. Keşke Zeynep'in
terapi süreci bu sorguları da beraberinde getirse, insanlar kendilerine bir
dönüp bakabilseler...
Nermin ve Ekrem'in Zeynep'i evlat edinme
biçimi de (buna evlat edinme demek de doğru değil ama) bir o kadar sorunlu.
Niyetlerinin iyi olduğu su götürmez, fakat yaklaşımları bencilce ve Zeynep'in
yaşam alanını daraltma biçimleri de öz ailesinden farksız. Zeynep'in zihninde ‘Nermin
Anne ve Faruk mu’ yoksa ‘Sakine Anne ve Mehdi mi’ karşıtlığının ortaya çıkması
boşuna değil. Zeynep'i özenle, emekle ve sevgiyle büyütmüşler ama bütün bu
yaptıklarını sürekli olarak hatırlatmayı da ihmal etmemişler. Yetmezmiş gibi öz
ailesiyle arasına da sınırlar koymuş, onu kendi kalıplarına sokmaya
çalışmışlar. Sonuçta, hayatı boyunca hiçbir konuda inisiyatif alamamış, en
basit konuda bile kendisi için kararlar verememiş bir Zeynep var elimizde, izlediklerinize
şaşırmayın.

Dizinin ismi de sizi yanıltmasın, "Doğduğun
ev kaderindir" cümlesi bir yargıyı değil, sorgulanıp kırılacak olan
toplumsal ve zihinsel kalıpları ifade ediyor. Hatta şöyle de diyebiliriz: Eğer
bu hikâye bir sorgulama hikâyesi olamazsa bize hiçbir şey anlatmayı başaramaz.
Biz kaderini yaşayan, yani iki farklı aile tarafından kendisine çizilen yolları
yürüyen değil, o yollardan sapmaya, eğri büğrü de olsa kendi yolunu çizmeye
çalışan, böylece kendini bulan Zeynep'i izleyeceğiz.
Doğduğumuz evin, doğduğumuz yerin, içine
doğduğumuz ailenin, semtin, ülkenin, sosyo-ekonomik sınıfın, ırkın, dilin,
cinsiyetin bizlere çizdiği sınırlar elbette var ama o sınırların içinden
geçerken yaptığımız tercihler bizim yolumuzu inşa ediyor ve kendi hikâyemizin
yazarı oluyoruz. Zeynep önce kalemi eline alma mücadelesi verecek, zamanla
kendi hikâyesini yazacak ve ona çizilen kaderi aşacak; aşabilirse bize de yeni
şeyler anlatacak.