Doğduğun Ev Kaderindir: Kalemi kaderin elinden almak

Doğduğun Ev Kaderindir: Kalemi kaderin elinden almak
Merhaba! İbrahim Çelikkol'un yeni dizisi yayına çıktı ve ben de yorumlarımı yüklenip geldim, biraz gecikmeli de olsa. Sosyal medyada da görüşlerimi paylaşmıştım, tanıtımlar beni memnun edememişti. Programımın yoğunluğu nedeniyle haftada yalnızca bir diziyi gününde izleyebiliyorum bir süredir ve eğer İbrahim Çelikkol bu dizide olmasaydı o gün Çarşamba olmayacaktı. Ama fangirl olmak bunu gerektirir diyerek Çarşamba akşamlarımı Doğduğun Ev Kaderindir'e tahsis ettim.
 
Tanıtımların yarattığı düşüncem ilk bölümü izlediğimde değişmemişti ne yazık ki. Orijinal hikâyeyi ve bunun nasıl işleneceğini merak ediyor olsam da bu sıkışıklığımın içine almak isteyeceğim bir dizi değildi bu. Yine de boş zamanlarıma sıkıştırıp takip ettiğim pek çok dizi var ve her birini çok iyi oldukları için takip ettiğimi söyleyemem. Kimini sevdiğim oyuncular için, kimini içindeki bir karakter için, kimini beni güldürdüğü ya da bir güzel ağlattığı için takip ediyorum. Bunu da takip edebilirim, sorun değil.
 
Psikiyatr Gülseren Budayıcıoğlu'nun terapilerini bir roman bütünlüğünde sunduğu kitaplarından biri olan Camdaki Kız'da yer alan çarpıcı karakterlerden biri Zeynep. Dizinin bu hikâyeyi temel aldığını öğrenince kitabı okudum ve dizi başlayana kadar da uzun uzun düşünme fırsatım oldu. Bu yazıyı yazmadan önce de hem sosyal medyadaki yorumları okudum, hem de diziyle ilgileneceğimi bilen insanların sorularını yanıtladım. Böylece gördüm ki ben kitabı okuduğum ve zihnimde bu hikâyeyi bir yere oturttuğum için ilk bölüm bana iyi derlenip toparlanmamış olsa da derdini net olarak anlatabilmiş gibi gelmiş. Oysa insanların zihnini sorularla doldurmuş. Bu da bana, geç de olsa bu yazıyı muhakkak yazmam gerektiğini düşündürdü. İlk bölümün yapamadığı işi ben elbette burada yapamam, ama belki genel çerçeveyi biraz belirginleştirebilir ve bölümün eksikleri üzerinde durabilirim.
 
Keşke ekranın dört köşesini logolarla, yazılarla doldurmasanız da görüntülerin güzelliği gizlenmese.
 
Öncelikle şunu söylemek gerekiyor, kitaptaki yalnızca Zeynep'in hikâyesiydi, okurlar yalnızca Zeynep'i tanıdılar ve merak ettiler. Bu nedenle bölümün Zeynep'in terapi seansı ile başlayıp bitmesini ben yadırgamadım. Olmayan şey ise şu: Kitaptaki Zeynep, bugün bulunduğu noktadan geçmişe bakıyor ve verdiği yanlış kararları sorguluyordu. Biz bölümde bazı yanlış kararlar gördük, evet, ama Zeynep'in şu an hangi noktada olduğunu görmedik. Terapiye gelen Zeynep kimdir, hayatının hangi aşamasındadır, geçmişini sorgulamasının sebebi nedir, bilmiyoruz. Bölümün hem başında hem de sonunda Zeynep bize pek çok şey anlattı, ama aslında ne anlattı, anlattıklarının ana fikri neydi, bence bunlar açık değil. Zeynep'in sorduğu onca sorunun karşılığı bölümde yoktu ne yazık ki, bu yüzden de izlerken dağılıp kaybolduk zaman zaman.
 
Bölümde altını defalarca çizdikleri üzere, yoksul bir ailenin çocuğu olan Zeynep 6-7 yaşlarında iken zengin bir ailenin yanına verilmiş, o aile de Zeynep'i evlatları sayıp büyütmüş, okutmuş, bugünlere getirmiş. Dolayısıyla Zeynep'in birbirinden oldukça farklı iki hayatı olmuş ve kendi içinde bunları bir türlü barıştıramamış. Yetişkin çağında bu çatışmayı tüm gerçekliğiyle karşısında bulduğunda ise yanlış kararlar silsilesi başlamış.


 
Zeynep'i anlamak kolay değil, ilk bölümü izleyip onu anlayabilene de rastlamadım. Fakat sorun şu ki, onunla duygusal bir ortaklık da kuramadık. Zeynep Faruk'la birlikteydi ama onu seviyor muydu, ilişkileri nasıldı, onları bir arada tutan neydi bilmiyoruz, hikâyenin o kısmı boş. Oysa bir ilk bölüm klişesi de olsa Zeynep ve Mehdi arasında bir diyalog gelişti, karşılıklı bir beğeni söz konusu oldu ve nihayet kim olduklarını bilerek karşılaştıklarında da 'zorunlu' evlilik o kadar da gönülsüz olmadı.
 
Yerli dizi izleyicileri olarak bizler, ne badireler atlatan, ne imkânsızlıklardan geçip de bir araya gelen nice dizi çifti izledik, izlemeye de devam ediyoruz, buradaki sorun Zeynep'in üniversite okuyor olması, Mehdi'ninse araba tamircisi olması mı yalnızca? Hatta bu bir sorun mu? Bence değil.

Kitaptakinden biraz farklı bir Mehdi yazılmış ve benim bununla bir sorunum yok. Zira adı ve mesleği dışında pek de bir şey bilmiyorduk zaten onunla ilgili. Zeynep'le ilk karşılaşması da, "hayırlı kısmet" olarak onun önüne çıkarılması da bana tuhaf ya da gerçek dışı gelmedi elbette. Sorun, Mehdi'nin kendi hayatını düşünüp tartıp "Zeynep'le evlenebilirim" sonucuna varması iken Zeynep'in "öz annemi sevdiğimi göstermek için onun istediği kişiyle evlenmeliyim" gibi adına 'düşünce' demekten imtina ettiğim bir güdü ile hareket etmesi.


 
Zeynep'in sorgulamayı, düşünmeyi ve karar vermeyi beceremediği açık. Kendi evinden gerçek anlamıyla güle oynaya gönderilmiş ve kendisinin "rüya" diye tanımladığı pembe bir dünyaya adım atmış. Bu pembe dünyada da ne kendisi eğreti durmuş ne de oraya ait olmadığına dair bir duyguyla büyütülmüş. Küçük yaşta bu iki farklı dünyayı gören, deneyimleyen Zeynep'in bir aidiyet sorunu yaşaması kadar doğal bir şey olamaz. Buraları anlayabiliyorum ya da en azından anlamaya çalışıyorum. Anlamadığım şey, Zeynep'in düşünmeden hareket etmesi, hem de hukuk gibi akıl yürütmelerin, neden sonuç ilişkilerinin son derece önemli olduğu bir alanda eğitim gören biri olarak düşünmeden karar alabilmesi.
 
İçinde yaşadığımız toplumda bu kadar da şaşırılacak bir durum değil aslında Zeynep'inki. Bakmayın insanların maddi duruma, eğitim durumuna, toplumsal statüye falan takıldıklarına, aslında hayati kararlarımızın çoğunu duygusal nedenlerle alıyoruz ve bunu irdeleyemediğimiz için de sorunlarımızı çözemiyoruz. Bu nedenle terapiye başlamak Zeynep için kırılma noktası. Böylece duygusal tepkilerinin ardındaki yaralarını keşfedecek ve onları sarma ve yaşamını düzeltme yolunda adımlar atacak, kalemi kaderin elinden alacak. Benim bu hikâyede esas merak ettiğim de bu, ama ilk bölümde gördüğüm, bu tür sorgulamalara henüz uzak olduğumuz.
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER