Doğduğun Ev Kaderindir: Kalemi kaderin elinden almak

Genel hikâye üzerine bu kadar laf kalabalığı yeter sanırım. İlk bölümde başka neler vardı, ona bakalım biraz da.

Tanıtımlarını pek beğenmediğimi söylemiştim yazının başında, bunun en önemli sebebi, ilk iki tanıtımın dizinin ana hikâyesi hakkında ipucu vermemesi, yalnızca oyuncuları öne çıkarmasıydı. Üstelik Mehdi için çekilen terapi sahnesi pek çok sebepten ötürü canımı sıkmıştı. Öncelikle, eğer dizi içinde terapi sahnelerini göreceksek bu yalnızca Zeynep'inki olmalıydı, çünkü bu Zeynep'in hikâyesiydi. Mehdi'nin terapi almasına bir itirazım olmaz ama eğer alacaksa Zeynep'in terapi sahnelerinin sonu geldiğinde olmalıydı bence bu, hem hikâyeyi yatay olarak daha fazla dağıtmamak hem de seyirciyi yormamak için. Üstelik Mehdi'ye öyle büyük cümleler yazılmıştı ki, izleyeceğimiz Mehdi'nin çok başka bir yerde olduğunu işaret ediyordu. Bir karakter o cümleleri terapinin başlarında değil, ancak sonlarına doğru kurabilirdi, yani Zeynep'in hikâyesi başlarken Mehdi'ninki bitiyor gibi sunulmuştu tanıtımlarda. Mehdi'nin hem söyledikleri hem de cümle kurma biçimi bana bunu düşündürdü. "Anası tarafından sevilmemiş bir Mehdi elin kızı tarafından sevilir mi?" cümlesi ile, "Anasının sevmediği Mehdi'yi elin kızı sever mi?" cümlesi arasında çok büyük fark var çünkü. Neyse ki Mehdi'yi terapide görmedik ve umarım uzun zaman da görmeyiz.
 
İkisini yan yana düşünmekte zorlansam da hem Demet Özdemir'i hem de İbrahim Çelikkol'u beğenmiştim tanıtımlarda. Bölümü izleyince de fikrim değişmedi. Mehdi'de başka bir İbrahim Çelikkol gördüm yine. Çelikkol'un sadece saçıyla sakalıyla değil, konuşma biçimi ve oturuşuyla da başka biri oluşu, sürekli olarak daha iyi olmak için çabalaması ve bu çabayı da belirgin kılmasını çok beğeniyorum, bu da onu takip etme isteğimi hep canlı tutuyor. Demet Özdemir'in önceki dizilerinin hiçbirini baştan sona izlemedim, izlediğim zamanlarda çok beğendiğim de oldu, abartılı bulduğum da. Ama en çok beğendiğim, aklımda yer eden tek sahnesi, No: 309'un ikinci sezonunun ilk bölümünde Lale'nin babasının gelişi ve getirdiği hediyenin hikâyesini Onur'la paylaştığı sahnedir. Boncuk boncuk ağlarken bir yandan, anlattığı hikâye ile ailesiyle birlikte beni de ağlatmış, beni kendine en çok orada inandırmıştı. Bu nedenle ben zaten onu bir dramda izlemek isterdim komediden ziyade. Evet, Çelikkol ile yan yana düşünememiş ve ilk çıkan partnerlik haberlerinin yalan olmasını dilemiştim ama dizide izlediğim Demet Özdemir'den ve ZeyMeh'ten şikâyetçi değilim. Ayrıca tıpkı Çelikkol gibi Özdemir'in de sürekli çalıştığı ve geçtiği aşamaları gösterdiği bir gerçek.


 
Kadrodaki hemen herkes için böyle uzun paragraflar yazabilirim ama muhtemelen bildiğinizden ya da hissettiklerinizden çok da fazlasını söyleyemem. Fakat bu kadronun beklentilerimi yükselttiğini söylemekte fayda var. Örneğin ilk bölümde izlediğimiz Faruk benim hiç merak etmediğim biri, fakat onu canlandırmak üzere seçilen oyuncunun Engin Hepileri olması aklıma türlü türlü soruların üşüşmesine neden oluyor. Böylesine alanı geniş, her türlü karakterin altından kalkabilecek bir oyuncu seçildiğine göre Faruk'ta ilk bölümde gördüğümüzden fazlası var diye düşünmeye başlıyorum. Yani Zeynep'ten yaşça büyük, zengin, statü sahibi, ama karşısındaki kadının kendisine karşı ne hissettiğini göremeyecek kadar kör, aynı sahne içinde kendi kendine sinirlenen, sonra Zeynep daha ağzını bile açmadan kendince gerekçeler sıralayıp sakinleşen, Zeynep'i anlamaya çalışmak yerine sebepsizce alttan alıp içinde yaşadığı sahteliklere devam edebilecek kadar sığ biri olmamalı mesela. Alışık olduğumuz, reddedilmeyi kendine yediremeyip günbegün kötüleşen, çirkinleşen, arsızlaşan biri de olmaz umarım.
 
Bunun yerine, dizide bol miktarda bulunan kadın yan karakterlerin hikâyelerinin açılmasını dilerim. Kibrit mesela. Daha önce araba tamirciliği gibi yalnızca erkeklere atfedilen işlerde çalışan kadın dizi karakterlerini pek görmedik. (Mayıs Kraliçesi aksi örneklerden, fakat onun yabancı bir diziden uyarlama olduğunu hatırlamakta fayda var.) Umarım yerli dizi evreninde bu tür karakterler çoğalır ve umarım Kibrit'i de tamirhanede görmediğimiz, görmeyeceğimiz o kadınlara benzetmezler. "Ustam bizi çöplükten çıkardı," demişti Zeynep'e. Dizinin bize hikâyesini anlatmak için yeterince vakti olursa Kibrit'in nasıl bir çöplükten çıktığını ve o çöplükten nasıl çıktığını göreceğimizden eminim. Zeynep'in ona okulu sorması da boşuna değil. Ama Kibrit okula da başlasa, başka bir iş yapmaya da başlasa ilk bölümde izlediğimiz o "yadırgatan" kişi olmaktan çıkmamalı. Erkek dünyasında var olabilen bu kadınlar normlara uydurulmaya çalışılmamalı.

"İlkler böyledir, yadırgatır."
 
Bir diğer merak unsuru da kırmızılı kadın - yanlış anlamadıysam ismi Düriye'ydi. Hepimizin dikkatini çeken bu kadının belli ki büyük bir yarası, büyük özlemleri var. Onları bilmeyi ve bu kadının iyileştiğini, kendisi hafiflerken renklerini mahalleye de bulaştırdığını görmeyi çok isterim. O kısacık sahnedeki içimize işleyen performansı ve bundan sonra bize yaşatacakları için Sultan Köroğlu Kılıç'a ve bu karakteri hayal edip yazanlara teşekkür ederim.
 
Mehdi'nin ablası Cemile de hikâyesini merak ettiklerimden. Büyük abla Mehdi'yi büyütürken Cemile neler yaptığını, evlenip gitmesinin, sonra boşanıp kızıyla birlikte annesinin evine dönmesinin hikâyesini, bunların o ev içindeki yansımalarını ve doğurduğu çatışmaları merak ediyorum. Özetle, önceki sayfalarda yazdığım sebeplerden ötürü en çok Sakine ve Nermin'e kızmaya ve en çok onları anlamaya çalışmaya devam edeceğim gibi görünüyor ama şu an bu kadınları daha fazla merak ediyorum.
 
Bütün bu kadınların hikâyelerinde şiddetin farklı türlerini de göreceğiz diye düşünüyorum. Sakine'nin fiziksel şiddete maruz kaldığını biliyoruz örneğin, ama bana Nermin'in de psikolojik şiddet mağduru olabileceğini düşündüren çok şey oldu bölümde. Zeynep'in hikâyesinde de psikolojik şiddetin türlü türlüsü var. Dizide terapisti görecek miyiz bilemiyorum, ama bir terapistin kitabından uyarlanan ve muhtemelen ondan da destek almaya devam edecek olan bir dizide bu hikâyelerin doğru biçimde işleneceğini ve seyircinin de karakterlerle birlikte iyileşeceğini beklemekte beis görmüyorum. Elbette bir TV dizisine büyük misyonlar yüklemek doğru değil ve eğlence kutusundan eğitim bekleyen insanlardan olmak istemem ama bu kadar çok kadının ve çok sayıda şiddet hikâyesinin bulunduğu bu dizinin farklı şiddet biçimlerini görünür ve konuşulur hale getirmesini dilerim yine de. Eylem Canpolat'ın bunu başarabilecek güçte bir kalem, kadronun da bunu taşıyabilecek yeterlilikte olduğunu biliyorum çünkü.
 
İlk bölümden daha derli toplu, kendi sorularını cevaplayan ve daha net konuşan bölümler gelir umarım. İlk bölüm yazısının bu kadar geç yazılmasından anlayabileceğiniz üzere benim her hafta yorumlarla burada olma şansım yok. Yazmaya başlayınca kısa kesmeyi de pek beceremediğimden izlerken attığım twitlerle sınırlı kalacak yorumlarım. Yine de fırsat buldukça yazmayı, bunun için de dizinin yolunun açık olmasını dileyerek bitireyim sözlerimi. 

Sevgiyle…
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER