Vatanım Sensin: Ya kahraman olursun ya da vatan haini
28 Ekim 2016
Cevdet, Tevfik, Azize.. Vesaire, vesaire..
Ranini
Dün gece yayınlanan bölümün ilk 35 dakikasını keyifle izledim. Ardından, neredeyse finale kadar süren sıkıcı bir zaman doldurma yarışı başladı hikayede. En başından söylemeliyim ki Vatanım Sensin'i Türk televizyonculuğu açısından da önemsiyorum. Başarılı olmasını istiyorum. Ve dün gece için beklentim en az 9 reytingle açılış yapmasıydı ki bu hikaye kimseyi yormadan yolculuğunu sürdürsün.
Vatanım Sensin, yayın günü itibarıyla Anne'ye oranla daha güvenli bir günde yayına çıktı. Kağıt üzerinde tek rakibi yayınlandığı kanalı perşembe akşamlarını uzun zamandır sırtlayan ama çok yakında yerini bir başka "DEV" projeye bırakmak zorunda kalacak olan Yüksek Sosyete'ydi. Açıkçası Yüksek Sosyete'nin, Vatanım Sensin'in karşısında pek bir şansı olacağını düşünmüyordum. Zira tanıtımlarla da yedi düveli diziden haberdar ettiler, beklenti yarattılar.
Vatanım Sensin için hazırlanmış 23 dakikalık özel videoyu Cannes'da izlediğimde gözlerimde yaş vardı. Ancak o 23 dakikalık bölümü izledikten sonra da kurulan dünyadan korktuğumu, perdede Halit Ergenç, Bergüzar Korel ya da Onur Saylak yokken olaydan tamamen koptuğumu ve detayları, dekoru izlemeye başladığımı, gördüklerimden pek de memnun olmadığımı muhataplarına söylediğimde, "bölüm çok güzel, korkma" demişlerdi. Korktuğum her şeyi yayında izledim dün gece... Üzüntüden midem ağrıdı ama, olan biteni ve bence olmayanları tek tek anlatmak vazife.. Zira övgü bedavadır ama dost acı söylemeye mecburdur..
Açıkçası Taylan Biraderler'in reji yeteneğini Gecenin Kraliçesi'yle rafa kaldırmıştım. Rafta yerleri baki. Resim takıntılı, duygu yoksunu bu kardeşler, belki kağıt üzerinde "epik bir şahaser" olarak tanımlanabilecek hikayeyi ne yazık ki heder etmişler. Konu kilit. Allah için çok güzel yazılmış sahneler vardı ama... Elde var kocaman bir ama.. Deneyimli oyuncular, duygu devamlılıklarına sahip çıktığı için yırtmış ama deneyimsiz oyuncular patates olmaktan kurtulamamıştı. Taylan Biraderler'in resim kaygulu tek plan akma takıntısı o derece köklü ve iflah olmaz ki çoğu sahnede inandırıcı oyun alamadıklarının, kurulan sahnelerin "buram buram mizansen koktuğunun" da farkında değiller sanırım. Elbette havanda su dövüyorum. Biraderler seneye yine sektörün "en büyük" işini çekerler. Yolları açık olsun. Ancak Ağustos'tan beri sette olup, imkanların ve paranın oluk oluk akıtıldığı bir dev yapımda, "elinde üç büyük star var haydi çek" deseler dün akşamki bölümü ben dahi böyle çekmezdim; sizi temin ederim.
Bakınız, kanayan yaramız CGI konusuna da girmiyorum. Hepsi "paint terk" ama bu konuda gerçekten de bir çözüm yok, kabul ettim. Uluslararası çapta iş yapacaksan bu işi de yurt dışında yaptırmak şart, orası belli oldu artık. Oyuncu yönetimi kadar seçimi de dertli olmuş. Küçük Ali Kemal hikayenin geçmişinde kilit bir oyuncuydu. Çocuğa inanmadım, sevmedim, acımadım, üzülmedim.. Hepten karikatür oldu gitti çocukcağız nazarımda... Yetişkinlerden de olmayanlar vardı amma ismen sayıp, kırıcı olmayayım diyorum. Bölümü eleştirirken CGI'lar gibi Yeşilçam'ın komedi filmleri vasıtasıyla başımıza bela ettiği, hiç yaşamayan, gerçek hayatta karşılığı olmayan saçma Rum aksanına da girmeyeceğim.. Diyeceksiniz ki, "Amaaan Ranini öyle küçük detaylarda boğulma.." Haklısınız. Ancak dün önümüzde gümbür gümbür akan bir hikaye olsaydı ve reji kurduğu dünya ile bizi tokatlasaydı ben de bu detayları görmezden gelmeye gönüllü olurdum.
Gelelim hikayeye... Dünyanın her yerinde aslan gibi çalışacak, defalarca hem uluslararası projelerde hem de iç piyasada denenmiş klişe çatışmaları özenle derleyip toplayıp bir araya getirmişler. Her zaman söylerim. Klişe candır. Yeter ki bohçası yeni olsun. Yeni bir biçimle söylensin. Allah için burada da klişeler çok ama çok yeni şeyler söylüyordu. Ama söylediklerinin neredeyse tamamı -televizyon bağlamında- yersiz ve iticiydi. Vatanım Sensin, kalu beladan beri "KÖTÜ"lere kurulmasına alışık olduğumuz bütün "çarpık" çatışmaları alıp hikayesinin "İYİ"lerine ve kahramanlarına giydirerek yeni bir cümle kurmayı denemiş; total seyircisini tümüyle gözden çıkaran bir risk almıştı.
Şöyle izah edeyim. Bir kahraman düşünün ki ilk anda "hain" olduğunu düşüneceksiniz ama aslında o bir vatansever çıkacak. Seyirci tutunup, yolculuğunu izleyeceği kahramanın ilk dakikadan en yakın arkadaşı tarafından -tabiri caizse- boynuzlanmasını kabul eder mi? Etmez. Cevdet'in yaşadığı bu ihaneti af buyur Brody bile yaşamadı yahu! Bitirdin adamı benim gözümde. Tevfik'e küfretmedim ki izlerken, Cevdet'e küfrettim. "Lan adam mutfağına girmiş sofrana oturmuş, ananın çocuklarının yanında karına yürüyor acaba salak mısın sen?" dedim. Dememeliydim. Adı üstünde o bir kahraman. Siz kahramanınızı bu kadar kolay kurda kuşa yem edemezsiniz. En azından ilk 15 dakikada ya da ilk bölümde olmaz. Tevfik, Azize'ye aşık olabilir. Tevfik, Azize için dünyaları yakıp yıkabilir. Tevfik sadece Azize aşkına koca vatanı da satabilir. Kimselerin görmediği bir kaçamak bakış, meyhane köşelerinde biteviye kahrolmaları yeterdi bize bunu anlamak için.. Gayrısı zarar ziyan oldu..
Gelelim Ali Kemal'e.. Kardeşi bildiği kıza aşık. Şimdi kız kardeşine aşık diye serseri mayın olmuş, ailesinin dirlik düzenini düşüneceğine, babasına verdiği sözü tutacağına bara pavyona dadanmış sefil bir delikanlının finalde kurşuna dizilmesine mi üzüleceğim? Umurum olmaz. Finalde bir tansiyon yaratmayı planlayan hiçbir kalem Ali Kemal'i hikaye yolculuğu içinde bu kadar itici hale getirmezdi. Sırf kız kardeşine aşık olabilsin diye (bence) yersiz bir zamanda "evlatlık" olduğunu öğrenen Ali Kemal de gitti mi elimizden. Açıkçası şunu bekliyordum. Ali Kemal, kurşuna dizilme sahnesinden sonra ölmeyecek, evlatlık olduğunu öğrenecek ve baba bildiğiyle derin bir çatışmaya girecekti.. Bir çarpık aşk uğruna kurban ettik mi delikanlıyı da? Koy cebe..
Ne kaldı? Ailemizin kızçeleri.. Biri vatan, diğeri koca peşinde, üstelik biri düşmanın koynuna girmeye hazır bir şekilde.. Bakınız bunların hepsi olur, çok da güzel olur. Olmuşu da var ama ilk bölümde ve bu şekliyle olmaz. Zira ortalıkta telef olmuş bu "faydasız" evlatlar sürüsü sayesinde giren çıkan kime? Daha ilk dakikadan senin yaratmak istediğin kahramanlarına. "Azize hiç çocuk yetiştirememiş, demek gerçekten de gözü Cevdet'ten başkasını görmeyen aşkla meczup bir kadınmış. Keşke cilveli olabildiği kadar azıcık da evlatlarına kol kanat gereymiş." dedim izlerken. Gerek var mıydı? Yoktu. Kahramanlarının ortada olmadığı, motivasyonlarını bilmediğimiz bir bölümde neyi izlememizi, kimin peşine düşmemizi beklediniz acaba üç saat boyunca?
Bütün bu gereksizce bağımsızlaşan yan hikayelerin asıl kahramanlara bağlanıp onlara hizmet etmesi gerekirdi. Tam aksine özgürlüklerini ilan edip, bağımsız aktılar. Hatta öyle bir dünya kurulmuş ki zaman zaman "Ayol keşke İzmir kurtulmasaynış" bile dedim. Böyle olunca da sıkıldım izlerken. Dün gece anlatılan her şey dramanın iştigal alanıdır, kullanılır ama keşke ucu Azize'ye onun hali perişanına ya da Cevdet'e ve onun yaşadıklarına bağlansaydı. Yayınlanan bölümde seyirci için zaten bir sır ve sürpriz yokken varmış gibi davranarak, Cevdet'in yaşadıklarına ve dahi Azize'nin çok acıklı hayat mücadelesine ikna etmeye zahmet bile etmedi senaryo. Gerek görmedi. Ha, haftaya mı izleyeceğiz bütün bu yolculuğun detaylarını? Çok geç olmamıştır umarım.
Son söz, çok net ve bir tek gerçek var ki dün akşam Halit Ergenç, Bergüzar Korel ve Onur Saylak üzerlerine düşen vazifeyi misliyle başarmışlardı. Her anlarını keyifle izledim, izlerim. Gönüllerine bereket! Bölüme emeği geçen herkesin ellerine sağlık! Dilerim yolu açık, ömrü uzun olsun..
Böyle işte..
R.