Burası kurtlar sofrası evlat!
İrem Kükrer
Düşene bir tekme de kendi hırsından gelir. Kararır
gözün, perde iner merhametli tarafına.
İstesen de istemesen de o olursun. Çünkü hayat
böyledir. Seçmediğin ne kadar yol varsa yer yutar seni. Elinde hayallerini
dizdiğin bir tesbihle bağdaş kurarsın dört duvarın ortasında. Ne
parmaklıklardan sızan güneş ısıtır o donan kalbini ne de içinde bir yerlerde
saklı kalan ''Ben babam değilim.'' çaresizliği. Hayat acıdır. Hele ki çocukken
büyüdüysen çok daha acı. İstediğin kadar üfleyerek ye yoğurdu. O ateş bir yerde
bulup yine kıskıvrak yakalar seni. İçinde büyüttüklerin dolar da taşamaz bir
türlü. Bir insanın içine en çok derdi verendir anne. Tek bir kelime yeter ya o
kalbini sökmeye, saat sayar durursun. Bir gülüşüne muhtaç olursun da
parmaklarından akan ateşi dindiremezsin. Füsun anne o kadar güzel hayat bulmuş
ki; geçtiği her duyguda kendi annemden bir parça buldum. Alıştım artık kocası
hapse düşen kadınların evlatlarının makul bir geleceğe sahip olması için büyük
çete adamlarına sığınmasına. Lakin bu kez öyle değil. Ayakları üzerinde
sapasağlam duran ve evladını umutlarıyla yetiştiren bir anneden bahsediyorum.
Bu defa durum çok farklı.
İçerde uzatmak yerine birkaç sahneyle tüm hikâyeyi
gözler önüne serdi ve en önemlisi de bunların hepsi sadece 47 dakikada oldu.
Abartısız bir şekilde baktım saate. Ve gördüğüm manzara beni pek de mesut etti.
Günümüzdeki en büyük problemlerden olan "Uzun metraj izleyiciyi yorar." tezinin
çok gerisinde ve bambaşka bir formatında karşıladı bizi İçerde. Sahnelerin
geçişi ve çekiliş açısına dokunan Uluç Bayraktar parmakları yine bir avuç
yıldız tozunu bulaştırmıştı her ayrıntıya. Konuyu biliyor olmama rağmen son
sahnede gördüklerimle beraber şaşırmamak benim için mümkün değildi -ki zaten
olmadı da.-
Çağatay Ulusoy'dan beklemediğim kadar kavisli bir
karakter buldum karşımda. Onda daha önce gördüklerimden çok daha farklı olmasından
mıdır bilinmez karşıma çıkan bu karakter zıtlığından dolayı bir hayli ilgimi
çekti. Hırçınlığı ve kavranamayacak zekâsıyla ele avuca sığmayan bir adam
duruyordu karşımda. Bölümün ilk dakikalarında sıkça şaşırmama sebep olan
sahnelerde onu ekranda görmeyi ne denli özlediğimi fark etmem pek de absürt
olmadı. Aras Bulut İynemli'nin hayat verdiği Mert namı diğer Umut'taysa durum
çok daha farklıydı. Zira Mert, Sarp'ın tam aksine zekâsını espritüel bir
hırçınlığa yatıran bir adam. Sahnelerin çoğunda keyif aldıysam sebebi çok bariz
budur elbet.
Sosyal medyada da sıkça rastladığım Ezel benzetmesi
kervanına ben de dâhilim. Duygusal yönüyle kendini gösterirse çok rahat avcuna
alacak bir iş İçerde. Ki bundandır yarın reyting listesinden çok şey umuyorum.
Kıvılcım görünce Dünya'yı yakan bir adam Sarp.
"Madem onu uygun gördünüz biz de o oluruz." felsefesi sık
rastlamadığım ve ilgimi çelen en büyük etkenlerdendi şüphesiz. İstediği kadar
görev icabı kamuflaja girmiş olsun. Özünü kavramak hiç de zor değil. Sarp
gerekirse dünyayı yakacak kadar gözü kara bir adam. Zeki ve aynı zamanda fevri.
İkisi bir araya geldiğinde oluşan duyguysa hem seni hem beni yakar.
Alyanak zeki bir adam değil. Taktiksel bir adam da
değil. Gördüğümde anladığım tek şey yanında birçok maşa bulundurması. Sarp maşa
olur mu? Bilemem. Büyük işlerin deli adamı. Zeki, akıllı ve fevri. Hapishane
taktiklerine yıllardır ekranda tanık oldum. En etkileyici boksta ne kadar
vurdulu kırdılı marifetin varsa bir bir anlatmaktır elbet. Öyledir de bir bir
elden geçen adamlar ne kadar doğru? Bunun yerine daha göz dolduracak bir mantık
arardım. Görmeyi beklediğim çok daha büyük bir sınavdı amma velakin Çağatay
Ulusoy bu. Bunun da altından kalktı. Sarp deli. Peki ya Mert? Aynı kan, aynı
can peki ya hedefin zıtlığı mı olacak onları çeken yoksa bitmeyen acı mı?
Ah be Çetin Tekindor! Bakışlarınla anlatıyorsun ya ne
var ne yoksa mest oluyorum. Elleri öpülecek adamsın. Kebapçı Celal'le ilk
karşılaştığım anda dahi mest olduysam seni anlatacak kelime nasıl bulurum ben?
Sevdim. Kebapçı hikâyesi tıkır tıkır işler. Önemli olan vuruşun nasıl
yapılacağıydı ve ben bunu icap ettiğinde çokta güzel kavradım. Kurtlar sofrası
burası evlat. Kadere bak.
''Ölecek adam ayağına gelir.'' taktiği Celal'in taktiği
olmasına rağmen yine Celal'in manevi kızım dediği ve muhtemelen yanında
yetiştirdiği avukatın şeytanın inine girmesi bir nevi bozguna uğrattı beni.
Şüphesiz ki hikâyenin kilit noktalarından biri sensin Melek. Bu işin sonunda
bırak ergen tarafımızdan kalkan biz olalım. Yeter ki senin yıkılışın büyük
olmasın. Ne sen üzül ne de Eylem yarı yolda kalsın. Eylem ve Sarp'ın çok başka
bir bağı var. Kardeşlikten öte bir bağ ama aklımı kurcalayanlar da yok değil.
Mesela herkesin hayat hikâyesine ucundan tanık olurken Eylem'le alakalı kısmı
pas geçtik. Eğer bebeklikten gelen bir hikâyeyse bizimkisi bu defa bozguna
uğrayan Mert görünümlü Umut olur benden söylemesi. Eylem dedik demesine de
bende bu gece aklımdan pek çok kez Eylem'in ses ayarları olsa dedim. Tatlı ama
voltajı yükseldiğinde kulak tırmalayan bir ses tonu var. Ya çok yükselmesin ya
da mikrofonu hafiften kısılsın. Saygılar.
Açık konuşayım mı sevgili okuyucu? Ben çok sıkılmıştım
her dizinin ucunun cıvık aşk hikâyelerine dokunmasından. Resmin tamamına
baktığında mantığı kavrıyorsun evet, peki ya marifet ince işindeyse? Nasıl
işlenecek bu dünya diye tahmin etmeyi bırakalı bir kaç dakika oldu. Çünkü ne
ben İçerde'yi kavrayacağım ne de o kendini serecek gözler önüne.
Hikâyeyi biliyordum evet. Sağdan soldan da okudum.
Yeri geldi izledim de. Ama ne ben görmeyi umduğumla karşılaştım ne de sen.
Beklediğimden çok daha inandırıcı sahneler, müzikler ve efektler, zihni
yormadan çevrilen Ali Cengiz oyunlarıydı beni en etkili zapteden. Toygar Işıklı
yine kendinden beklenenin çok daha fazlasına imza atmış ve tema müziklerinde
yeni bir çağ açmış. Lakin bazı sahnelerde giren gereksiz aksiyon temasından
rahatsız olmadım değil. İçerde beni, seni ve herkesi çok rahat avcuna alacak
bir hikâye. Kendinden beklenmeyeni yapıyor ve zekâmla alay ediyor. Bu da ilgimi
çekip, hevesime ruhuma ortak oluyor. Bölüm sonunda verilen fragmanla beraber bu
işe emeğini koyan ve izleyerek yüreğini katan herkesin önünde saygıyla
eğiliyorum. Bu haftalık benden paydos.
Bir sonraki hafta görüşmek üzere.
Yazı devam ediyor...