-- Dikkat spoiler içerebilir, tadın kaçmasın istiyorsan okuma--
Sıcak yaz günlerime soğuk bir dokunuş, çölde serap bulmak
gibi bir şeydi Fargo’nun ortaya çıkışı.
Zorlu bir yaz geçirdik. Breaking Bad’in bitmesiyle başlayan
boşluk duygusunu hiç bir yapım dolduramadı. Hepimizin aklında iyi bir dizi, çok
iyi bir dizi, en iyi diziyi izlemek varken elimizde hiç bir şeyin kalmadığı bir
dönemdi. Sıcaktı, İstanbul yanıyordu ve benim tatile çıkmak gibi bir
motivasyonum yoktu. Televizyonun karşısında aylak aylak oturduğum bir dönemde,
karlı bir posterle aklımı başımdan aldı Fargo.
Künyesine baktığımda gördüklerim karşısında çok şaşırmıştım.
Coen kardeşlerin yapımcısı olduğu dizi Martin Freeman ve Billy Bob Thornton
gibi iki güzel oyuncuyla şahlanıyordu.
Minnesota’nın karanlık, karlı, soğuk bir kasabası olan Bemidji’de,
karanlık, soğuk bakışlı, karizmatik ve konuştuğunda insanın kanını donduran bir
adamın geyiğe çarpıp kaza yapmasıyla başlıyor dizi. Daha ilk sahnede bir geyiğin ölmesi hiç bir
zaman mutlu bir başlangıç olarak kabul edilmez. Bir geyiğin ölümüyle
açılıyorsak, daha bir çok şeyi gözümüzün önünde kaybedeceğiz demektir.
Garip saç modeli, sakin
tonlaması ve iğneleyici cümleleriyle hemen dikkatleri üzerine çekmeyi
başarıyordu kazayı yapan Lorne Malvo. Tehlikeli bir adam olduğunu anlamak için
çok fazla mesai harcamak gerekmiyordu. Zaten iyi oyuncu olan Billy Bob, Lorne
Malvo’yu televizyon dünyasının “en sevilen kötü karakterler” listesinin en
başlarına oturtmayı daha ilk bölümden başarıyordu.
Fargo, pazar akşamları 22:00'da cnbc-e'de yayınlanıyor.
Kolay mı iyi bir adamdan kötü bir insan yaratmak? Çok kolay.
En zayıf yönlerini bul ve başla işlemeye. Karısının dırdırından , hayatının tek
düzeliğinden, kendisinden daha zengin ve başarılı olan abisinden, yani aslında
yaşadığı hayattan içten içe nefret eden Lester Nygaard için çok kolaydı.
Lisedeyken kendisine zorbalık yapan arkadaşıyla, yıllar sonra sokakta karşılaştıklarında, Lester okuldayken ne kadar ezik ve pısırık
olduğunu hatırlıyordu. Ve değişim hemen orada başlıyordu, hem de nasıl bir
değişim... Önce zorbalık yapan arkadaşından
kurtuluyor, sonra karısından kurtuluyor, daha sonra abisinden... Lester karısını öldürdükten sonra suçu nasıl
temizlemesi gerektiğine yardım etsin diye Lorne’a telefon ediyordu. Lorne ise
bıyık altından gülerek “Lester, kötü bir çocuk mu oldun yoksa?” diye
soruyordu. Lorne ezik ve pısırık kasaba
adamından yaramazlık yapan bir katil yaratıyordu.
Lester kendi içinde değişim yaşaya dursun kasabadaki cinayetlerin ardı arkası kesilmiyordu. Lester’ın
karsı öldükten hemen sonra polis şefi hakkın rahmetine kavuşuyor, Lester’ın
lisedeki arkadaşı, Lorne Malvo tarafından bir fahişenin üstünde can
veriyordu... Küçük bir kasaba için tüm bu ölümlerin üst üste yaşanıyor olması,
pek tatlı, esprili ve kırmızı yanaklı polis yardımcısı Molly tarafından garip
karşılanıyor ve olayın ortasına kendini isteyerek atıyordu. Zaten çok sevdiği polis şefi öldürülünce de bu
gizemin altındaki gerçeği araştırmak ona düşüyordu.
Bu arada tüm yollar Tom Hanks’in tatlişko oğlu Colin Hanks’e
çıkıyordu; Duluth karakolunda hayvanların peşinden koşan polis Gus Grimly gecenin
birinde aşırı hızdan dolayı Lorne Malvo’nun kullandığı arabayı durdurmasıyla ve
arabanın çalıntı olduğunu anlamasıyla birlikte çömez bir polis olan Gus, kahramanlık
yolunda adım adım ilerliyordu.
Nasıl olduğunu anlatmak bize yakışmaz. Toplam 10 bölümden
oluşan, film tadında bir dizi olan Fargo’yu izlerseniz neden bahsettiğimi
anlarsınız. Zaten bir Elf’i bir daha ne zaman eli kanlı bir katil olarak
izleyebilirsiniz ki?
Dizinin güzellikleri saymakla bitmez. Bir
cast var ki değme filmlere taş çıkartır cinsten. Canımız ciğerimiz
Grey’s
Anatomy’de Mc.Dreamy’nin eşi olarak tanıştığımız, sonrasında
Private Practice Spinoff’unda
devam eden seksi kadın doğumcu Kate Walsh mu istersiniz? Veya yönetmen, oyuncu,
komedyen görünce şıp diye tanıyacağınız, Adam Goldberg mi dilersiniz? Olmadı
size bir parça
Breaking Bad verelim ve Bob Odenkirk'i iki Saul arasında Şerif Bill
Oswalt olarak farklı bir karakterde izleyin.

Müzikler bir senfoni tadında, tüm haşmeti ve karanlığıyla bizi
dizinin içine çekiyor. Görüntü yönetmenliğine değinmeden geçersem haksızlık
olur ama o apayrı bir yazının konusu... Kullanılan geniş lensler
sayesinde, karla kaplanmış sonsuz ve vahşi doğa tüm haşmetiyle karşımızda
dikiliyor, ve illa ki beyaz ve gri gördüğümüz her yer kan kırmızısıyla
süsleniyor.
Dizinin baş rolünde elbette tüm Coen kardeşlerin en güçlü silahı
olan kara mizah oturuyor. Yanlışlıkla atılmış kurşunlardan yaralanan polisler, istem
dışı ölümler, kapı önünde bekleyen ajanların ruhu duymadan içeride yapılan
toplu katliam, kulakları sağır kiralık katil, acemice kullanılan öldürme
teknikleri, uzun ama sıkıcı olmayan ve illa ki sonunda “ ne de güzel konuştu”
dedirten dialoglarla abilerin orada olduklarını hep hissediyorsunuz.
Fargo iyiden kötü yaratmanın ne kadar da kolay
olduğunu bir kez daha gözümüze sokuyor. Lorne bir sahnede Lester’a, "Sen hayatın boyunca kurallar olduğunu
düşünerek yaşamışsın, kural yoktur. Biz maymundan gelmeyiz” dediğinde iyi olmanın
zor ve aslında insan doğasına aykırı bir meziyet olduğunu hatırlatıyor.
Ben yine de elimden geldiğince iyilikten yana
olmaya bakıyorum, günün birinde nasılsa kötüye dönüşeceğiz...

Ya onlar yanlış ve sen doğruysan?