Merhaba sevgili izleyen, keyifler nasıl?
Efendim öncelikle gecikmiş yorumum için kusuruma bakmayın, bölümü izlediğimden beri ne yazsam diye kafamın içinde cümleleri evirip çeviriyorum ama ekstra yoğun bir zamanıma denk geldi, yorum için bilgisayarın başına geçme fırsatı bulamadım bir türlü. Bu sırada reyting’ler de kötü gelmiş, hiç söylemiyorsunuz. Kanallarda bu işler nasıl yürüyor pek bilmiyorum ama haberdar olabildiğim kadarıyla Fox iddialı yapımlarını kolay kolay bitiren bir kanal değil, ama sistem de üç-beş yıl öncekiyle aynı değil. O yüzden boyumu aşan meselelere değinmeyip bekleyelim ve görelim diyorum.
En başından söyleyeyim, bölüm hikayesini de temposunu da pekâlâ sevdim. Hatta bazı karakterlere iyice ısınmamı sağlayan bir bölüm oldu, Tomris karakteri bunlardan birisi. Karakterler derinleşmeye başlayınca hikayeler de aynı oranda raylarına oturur gibi oldu, birinci bölüm yazımdan itibaren eleştirdiğim, dizideki siyasal arka plan eksikliğini bu bölümde biraz giderdik örneğin. 70’lerin İstanbul’u, üniversite eylemleri, anarşist olarak anılan sol görüşlü öğrenciler, bu vesileyle birbirlerini anlamakta güçlük çeken ebeveyn-çocuk ilişkileri, sloganlar, bütün bunlar bir dönem işinin içinde olduğumu bana birkaç hafta sonra iyiden iyiye hissettirmeyi başardı. Yani yapmanız gereken retro görünümlü modern kurgular, pastel ama canlı renklendirmeler, efendime söyleyeyim izleyiciyi yabancılaştıran aşırı kostümler değil de sade, gündelik bir üniversite sahnesiymiş. Neyse, zaten sonra işin içine Kerim Paşa’lar filan girdi de iyice gözümüze sokulmuş oldu askeri vesayet.
“İlk aklıma gelen şey Zeynep’le tanıştırmalıyım oldu”
Kendisine ısındığım bir diğer karakter Sayın Savcımız oluyor. Bu da tuhaf çünkü her ne kadar Engin Altan’la alakalı şimdiye dek kişisel bir yorum yapmamış olsam da, kendisinin TRT’nin malum propaganda dizisinden sonra Fox gibi ‘muhalif’ bir kanalda, Savcı Orhan gibi idealleri olan, adalet peşinde koşan, Tomris’e ‘Arkadaşlarını bekletme’ dediğini gördüğümüz bir karakteri oynamayı kabul etmesini başından beri stratejik bir karar olarak görüyorum. Bu bölüm bu tercihin bilinçli ve yöntemsel olduğu daha da gözüme çarpmış olacak ki bahsetme ihtiyacı duydum. Şimdi böyle yazınca da dünyanın en aptal argümanı gibi geldi, tabii ki herkes iş hayatında stratejik ve bilinçli hamleler yapar ama bahsettiğim birazcık daha büyük ve ciddi -söylemsel- bir değişiklik olduğu için benim gözüme daha fazla batıyor ve Orhan’ın her cümlesini kendi içimde Engin Altan süzgecinden geçirerek duymama neden oluyor. Bu durum da karakterin inandırıcılığını azaltmalıydı aslında, o nedenle Orhan'a ısınmış olmamı biraz garipsedim. Neyse, bu çok bireysel meseleyi bir kenara itip Tomris ve Orhan arasındaki dostluğu, izlemesi keyifli ayrıntılar arasına yerleştiriyorum.
Bulurlar bulurlar
Kerim Paşa efsanesinin hemen ardından, Orhan’ın üniversite hocası İrfan diye İsmail Düvenci’yi karşımıza çıkarması elbette ‘Albaylar ve paşalar aynı anda geldiğine göre, dizi bir dönem işi olduğunu sonunda kabul etmiş demektir, ehe’ esprileri yapmama vesile oldu ama keşke burada söylemeseydim. Zaten ben bunları düşünüp kendi içimde minik eğlenmeye vakit bulamadan İrfan Bey bizlere ömür oldu, bu noktada da dizinin amaca giden yolda ikincil kişilere takılmayıp hikayenin ilerlemesi için herkesi kolayca harcamasını samimi bulduğumu belirteyim. Düğümler artıyor lakin izleyici de bir şeyler olsun diye bekleyip sıkılmıyor, hikaye durağan değil ve ilk haftalara göre fena olmayan bir hızda ilerliyor.
Göz kanatan Leyla kombinleri - III
Leyla karakteriyle ilgiliyse ne düşüneceğimi pek bilemiyorum. Öncelikle karakterle ilgili oturmayan pek çok şey söz konusu, seni ve anneni yirmi yıl önce terk edip giden babanın ardından, üstelik kim olduğunu, ne yaptığını bile bile, nefret etmek isteye isteye, kendi amacının ne olması gerektiğini de bildiğin halde, acı çekmeye devam edip onu affetmek için bir sebep arıyor olur musun, emin olamıyorum. Yanıtlar bulmak istemekten ve üzülmekten söz etmiyorum elbette, ama bir nefrete tutunmak bir umuda tutunmaktan daha olası geliyor bana böyle bir hikayede. Üstelik mutsuz anında, Nuri Kargı hakkında paniklemeden konuşamadığı Orhan’ı arayıp sorununu ağlayarak ama üstü kapalı şekilde ona anlatması, güçlü ve kararlı Leyla Devrim karakterinin üzerine gölge düşürüyor. Gazetede kız arkadaşıyla (ikincil karakter isimlerini hâlâ öğrenememiş olmam rezaleti) yaptığı feminist sohbetten sonra hem de. Orhan’ın baba geçmişi -belki de henüz- bu kadar ön planda değilken Leyla’nın babasının her anlamda zaafa dönüşmesi şimdilik çifte standart gibi geliyor ama bakalım. Ayrıca, sahiden, ‘kadın başına’ nedir ya?
Göz kanatan Leyla kombinleri açısından zengin bir bölüm
Neyse efendim, sonuç olarak Orhan ve Leyla ikilisinin diyaloglarını izlemek güzel. İlişkileri de her şeye rağmen ilerleyip bir müddet sonra sırlar, bedeller, geçmiş ve zaaflar olarak bahsedilen unsurlara çarpıp mini mini tökezlemeye başlayacak, sonra işte aşk mı adalet mi, doğru mu yanlış mı, sevgi mi nefret mi, neler çarpışacak göreceğiz. Şimdilik sevimli ilerleyen ikili yaşamları da önümüzdeki haftadan itibaren darbeler almaya başlar diye düşünüyorum, zira Nuri’nin kızı lafı ortaya atıldı bile. Bir de Leyla’nın evinin girişinde yaşadıkları aşırı şapşal anlar baya eğlendirdi, hele Leyla’nın ‘Ceketi üstüne mi diktin anlamadım ki’ dediği an öyle doğaldı ki geriye alıp birkaç kez izleyip gülmem gerekti. (Leylacım, topuklu beyaz çizmelerine de laflar hazırlamıştım ama ekstra fotoğraf eklemek istemediğim için görmezden geliyorum, haberin olsun canım.)
Siyah beyaz daktilo başında uyuyakalmak nedir, ay öleceğim romantik nostaljiden <3
Velhasıl kelam, anlıyoruz ki bölümün meselesi bütün karakterlerin geçmişlerinin bedelini ödüyor olması. Gülce’sinden Aydın’ına, Orhan’ından Leyla’sına, Feraye’sinden Nuri’sine herkesin birtakım sırları var ve bugün yaşadıkları her olayda karşılarına çıkıp karakterleri etkiliyorlar. Yavaş yavaş hepsinin gün yüzüne çıkması, kafa karışıklıklarıyla bizleri şaşırtması, bu esnada da izletmeye devam etmesi dileklerimle.
Son olarak, evdeki hizmetçinin içerideki ajanlardan biri olması çok da heyecanlandırıp şaşırtmazken, Nuri Kargı’nın 1954’teki halini oynayan beyefendinin neden öyle olduğu, neden kel olduğu yani, şimdilik açıklığa kavuşturulamadı…
Umarım bu hafta güzel bir bölüm izleriz.
Görüşmek üzere.