Faturayı hep kendine
kesenlerden misiniz? Koca dünyada kendini ufacık hissedenlerden mi? Kaderi
değiştirmek istedikçe görünmez duvarlara çarpanlardan mı? Çevrenizdekileri
kurtarmaya çalıştıkça üzülmelerine sebep olanlardan mısınız? Onları memnun
edemedikçe kendinden verenlerden mi? Manevi borçların ödenebileceğine inanan,
ama ne yaparsa yapsın borçlu kalanlardan mısınız? Hayatın hiç kıyak
yapmadıklarından mısınız yoksa? Yaparsa eğer, peşinden de acıları
getirdiklerinden mi? Gerçek olmak için fazla güzel olan şeyler sizi bulmaz mı
hiç? Bulursa, o işin altında bir iş mi ararsınız? O güzel şeyi kaybedince
olması gerekenin bu olduğunu düşünüp
köşenize mi çekilirsiniz?
Gülseren
Budayıcıoğlu'nun kitaplarında sözünü ettiği kader motifi tam da bu.
Büyürken kaçınılmaz olarak çeşitli travmalar yaşıyor, yaralar alıyoruz. Ve yine
kaçınılmaz olarak bu yaralardan bazı sonuçlar çıkarıyor, o sonuçları değişmez
gerçekler olarak, yani kaderimiz olarak benimsiyoruz, farkında bile olmadan.
Sonra da yaşamımız boyunca karşımıza çıkan her yol ayrımında bizi o en baştaki
yaraya götüren yolu seçiyoruz, yine bilinçsizce. Böylece kader motifi kendini
tekrar ediyor, biz de bu tekrarlardan, hayatımızın değişmeyeceği, hiçbir şeyin
düzelmeyeceği sonucunu çıkarıyoruz. Zeynep bir türlü kurtaramıyor sevdiklerini,
Mehdi bir türlü inanmıyor sevilebileceğine.
Doğduğun Ev Kaderindir için hazırlanan Eser Yenenler Show özel yayınına
katılan Budayıcıoğlu, "Doğduğumuz
evlerde yaralanıyoruz, sonra da o yaraların götürdüğü yere gidiyoruz," demişti. Önce
ailede başlıyoruz kaderimizi yazmaya, yakın çevremiz genişledikçe kaderimize
katkı sunanların sayısı artıyor, kader motifi de çeşitli biçimlerde tekrar
ediyor kendini, yani aslında kolektif olarak yazıyoruz kaderlerimizi ve zorunlu
olarak da hepimizin kaderi birbirini etkiliyor. Başkalarıyla ilişkilerimizde
sadece kendi kader motifimizi yinelemekle kalmıyor, onların kader motiflerinin
tekrarlanmasına da katkı sunuyoruz. Ortada bir tercihin olmadığını zannederken
bile kaderimizin işaret ettiğini, o motifin tekrarlanabileceği hikâyeyi
seçiyoruz yani kendimize.
Bu motifi darmadağın
eden bir travma yaşamadıkça ya da Zeynep gibi terapiler yoluyla kendi
hayatımızı didiklemeye başlamadıkça bu motifi bozmak, kaderi değiştirmeye
başlamak oldukça zor. Fakat birinin motifi değişti mi bu etki çevresine
yayılacak ve çözülmeler başlayacak. Demek ki biz önce Zeynep ve Mehdi'nin
birbirlerinin kader motiflerini nasıl sağladığını göreceğiz, sonra da
kaderlerini nasıl değiştireceklerine tanık olacağız. Elbette bu değişimden
başkaları da nasibini alacak.

Dikkatinizi
çekmek istediğim bir konu daha var, o da Zeynep ve Mehdi'nin birbirlerine ne
kadar çok benzediği. İkisi de asla
kendini merkeze koymuyor, kendinden önce başkalarını düşünüyor, ikisi de
kendini sevdikleri için feda etmeye dünden hazır ve bunu 'feda' olduğunun
farkında bile değil, ikisi de hatayı hep kendinde arıyor, faturayı hep kendine
kesiyor, ikisi de sevilmek için kendini paralıyor, feryatları gözbebeklerinden
taşıyor, çünkü ikisi de koşulsuz sevilebileceklerine katiyen inanmıyor. Belki
de bu kadar birbirlerine benzemeleri yüzünden en dürüst yanlarını yalnız
birbirlerine gösteriyor, yalnız birbirilerinin yanında kendi olabiliyor,
yalnızca karşı karşıya geldiklerinde aslında başkalarına söylemeleri gerekenleri
birbirlerinin üzerine kusuyor. Bu yüzden de en çok birbirlerine haksızlık edip
birbirlerini yaralıyorlar.
Kader
motifi böylece çalışmaya devam ediyor: "O
da beni sevmiyor, çünkü ben sevilmeye layık değilim. Ne yaparsam yapayım kimse
beni sevmedi, sevmeyecek," sonucuna varıyorlar tekrar tekrar.
Yazı devam ediyor..