Doğduğun Ev Kaderindir: Faturayı hep kendine kesenler...

Doğduğun Ev Kaderindir: Faturayı hep kendine kesenler...
Gitme, kal!
Faturayı hep kendine kesenlerden misiniz? Koca dünyada kendini ufacık hissedenlerden mi? Kaderi değiştirmek istedikçe görünmez duvarlara çarpanlardan mı? Çevrenizdekileri kurtarmaya çalıştıkça üzülmelerine sebep olanlardan mısınız? Onları memnun edemedikçe kendinden verenlerden mi? Manevi borçların ödenebileceğine inanan, ama ne yaparsa yapsın borçlu kalanlardan mısınız? Hayatın hiç kıyak yapmadıklarından mısınız yoksa? Yaparsa eğer, peşinden de acıları getirdiklerinden mi? Gerçek olmak için fazla güzel olan şeyler sizi bulmaz mı hiç? Bulursa, o işin altında bir iş mi ararsınız? O güzel şeyi kaybedince olması gerekenin bu olduğunu düşünüp  köşenize mi çekilirsiniz?
 
Gülseren Budayıcıoğlu'nun kitaplarında sözünü ettiği kader motifi tam da bu. Büyürken kaçınılmaz olarak çeşitli travmalar yaşıyor, yaralar alıyoruz. Ve yine kaçınılmaz olarak bu yaralardan bazı sonuçlar çıkarıyor, o sonuçları değişmez gerçekler olarak, yani kaderimiz olarak benimsiyoruz, farkında bile olmadan. Sonra da yaşamımız boyunca karşımıza çıkan her yol ayrımında bizi o en baştaki yaraya götüren yolu seçiyoruz, yine bilinçsizce. Böylece kader motifi kendini tekrar ediyor, biz de bu tekrarlardan, hayatımızın değişmeyeceği, hiçbir şeyin düzelmeyeceği sonucunu çıkarıyoruz. Zeynep bir türlü kurtaramıyor sevdiklerini, Mehdi bir türlü inanmıyor sevilebileceğine.
 
Doğduğun Ev Kaderindir için hazırlanan Eser Yenenler Show özel yayınına katılan Budayıcıoğlu, "Doğduğumuz evlerde yaralanıyoruz, sonra da o yaraların götürdüğü yere gidiyoruz," demişti. Önce ailede başlıyoruz kaderimizi yazmaya, yakın çevremiz genişledikçe kaderimize katkı sunanların sayısı artıyor, kader motifi de çeşitli biçimlerde tekrar ediyor kendini, yani aslında kolektif olarak yazıyoruz kaderlerimizi ve zorunlu olarak da hepimizin kaderi birbirini etkiliyor. Başkalarıyla ilişkilerimizde sadece kendi kader motifimizi yinelemekle kalmıyor, onların kader motiflerinin tekrarlanmasına da katkı sunuyoruz. Ortada bir tercihin olmadığını zannederken bile kaderimizin işaret ettiğini, o motifin tekrarlanabileceği hikâyeyi seçiyoruz yani kendimize.
 
Bu motifi darmadağın eden bir travma yaşamadıkça ya da Zeynep gibi terapiler yoluyla kendi hayatımızı didiklemeye başlamadıkça bu motifi bozmak, kaderi değiştirmeye başlamak oldukça zor. Fakat birinin motifi değişti mi bu etki çevresine yayılacak ve çözülmeler başlayacak. Demek ki biz önce Zeynep ve Mehdi'nin birbirlerinin kader motiflerini nasıl sağladığını göreceğiz, sonra da kaderlerini nasıl değiştireceklerine tanık olacağız. Elbette bu değişimden başkaları da nasibini alacak.


 
Dikkatinizi çekmek istediğim bir konu daha var, o da Zeynep ve Mehdi'nin birbirlerine ne kadar çok benzediği.  İkisi de asla kendini merkeze koymuyor, kendinden önce başkalarını düşünüyor, ikisi de kendini sevdikleri için feda etmeye dünden hazır ve bunu 'feda' olduğunun farkında bile değil, ikisi de hatayı hep kendinde arıyor, faturayı hep kendine kesiyor, ikisi de sevilmek için kendini paralıyor, feryatları gözbebeklerinden taşıyor, çünkü ikisi de koşulsuz sevilebileceklerine katiyen inanmıyor. Belki de bu kadar birbirlerine benzemeleri yüzünden en dürüst yanlarını yalnız birbirlerine gösteriyor, yalnız birbirilerinin yanında kendi olabiliyor, yalnızca karşı karşıya geldiklerinde aslında başkalarına söylemeleri gerekenleri birbirlerinin üzerine kusuyor. Bu yüzden de en çok birbirlerine haksızlık edip birbirlerini yaralıyorlar.
 
Kader motifi böylece çalışmaya devam ediyor: "O da beni sevmiyor, çünkü ben sevilmeye layık değilim. Ne yaparsam yapayım kimse beni sevmedi, sevmeyecek," sonucuna varıyorlar tekrar tekrar.

Yazı devam ediyor..
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER