Bu
düşünce tarzı büyük yaraların sonucu ortaya çıkmış ama onlara müthiş bir vizyon
ve derinlik de kazandırıyor. "Acaba beni
sevecekler mi? Bir kez sevseler bile sevmeye devam edecekler mi?"
tedirginliği, her ikisini de kendilerine dışarıdan bakmaya, başka insanların
yerine düşünmeye itiyor. Böylece bir olayı ya da durumu başka başka açılardan
görüp değerlendirebiliyor ve kimsenin beklemediği tepkiler verebiliyorlar.
Faruk'un Zeynep'in abisi değil nişanlısı olduğunu öğrendiklerinde Nuh'a kalsa
Faruk'un ağzını burnunu dağıtmalılardı. Oysa Mehdi, duruma Faruk açısından
bakmayı becerdi, fotoğrafa sonradan eklenen kişinin kendisi olduğunu, Faruk'un
tepkilerinde haklı olduğunu gördü.
Bu
özelliği, Mehdi'yi alışık olduğumuz yerli dizi erkeklerinden bambaşka biri
yapıyor. Bizim dizilerimizin ezici bir çoğunluğu başrol erkeğini merkeze alır
ve diğer bütün karakterleri onun etrafında döndürür. Bu erkek de kendinden son
derece emindir, her şeyin en iyisine layık olduğuna dair inancı tamdır,
yanıldığını ve bunu kabul ettiğini nadiren görürüz. Olayları her zaman yalnızca
kendi tarafından görür, herkesi bununla yargılar ve yerli yersiz herkesten
hesap sorar. Mehdi'nin hepimizi çeşitli şekillerde şaşırtmasının sebebi bu:
Onun dünyasının merkezinde kendisi yok, kendisinden, olduğu gibi sevileceğinden
emin değil ve yanılma olasılığı oldukça yüksek. Bu da onu daha sakin, düşünceli
ve derin bir insan yapıyor.
Bu gözle
bakınca Zeynep'in diğer yerli dizi kadınlarına çokça benzediğini
söyleyebiliriz: Kendi arzularını, hayallerini hep geri plana atan, başta
erkekler olmak üzere hemen herkes için her şeyin yolunda gitmesi ya da var olan
düzenin bozulmaması için kendini sorgusuzca ve hesapsızca feda eden ve yine de
kimseye yaranamayan, ömrünü böylece tüketip gidebilecek bir kadın. Zeynep'in
farkı ise, bu olan bitenden rahatsızlık duyup kalemi eline almaya karar
vermesi. Bunu yapmaya cesaret eden herkes gibi Zeynep yalnızca kendisini değil,
çevresindekileri de değiştirip dönüştürecek.
Zeynep
ve Mehdi'nin birbirine rastlaması güzel bir tesadüftü, evlenmeleri tuhaf, hatta
saçma bir olaylar zinciri nedeniyleydi, fakat onlar birbirlerinin ilacı da
olacaklar belli ki. Sevmeyi ve sevilmeyi öğretecekler birbirlerine. Şu anda
frekansları çok farklı, birbirlerini anlamıyorlar, anlasalar da iyileştirecek
durumda değiller. Çünkü herkesin başka bir yükü var geçmişten getirdiği ve
çözmek zorunda olduğu başka düğümler…
Mehdi
oldukça sakin biri, ama konu çevresindekileri korumak olduğunda başka birine
dönüşüyor. Herkes ona ne yapması gerektiğini söylüyor, Mehdi ses etmiyor,
söyleyen Zeynep olunca Mehdi dikleniyor. Zeynep oldukça uysal biri ama kendini
çaresiz hissettiği anda hırçınlaşıyor. Herkes ona ne yapması gerektiğini
söylüyor, Zeynep elinden ne gelirse yapması gerektiğini düşünüyor, Mehdi ona ne
yapmak istediğini soruyor, Zeynep dikleniyor. Başkalarına göstermedikleri o
köşeli taraflarını yalnızca birbirlerine gösteriyorlar. Sevilmeyeceklerinden
emin oldukları için, sevmediğinden emin oldukları kişiye gösteriyorlar gerçek
yüzlerini. Bu bir tür rahatlama da sağlıyor, çünkü içlerine attıkları ne varsa
dışarı çıkıyor böylece. Bunu fark ettikleri anda bir şeyler değişmeye
başlayacak diye düşünüyorum ben. Onlarınki özel harman çay misali, ağır ağır
demlenecek, acelemiz yok.
İkisi de henüz
kendini bulmuş değil. Kendilerine çizilen yolda, çizilen sınırlar içinde
yaşayıp gidiyorlar. Sorsak tercihleri, sevip sevmedikleri, isteyip
istemedikleri var ama kendi hayatlarını yaşamıyorlar. Ama çatlaklar, kırılmalar
başladı. İçeri sızan ışıkla aydınlanacak, önce kendilerini bulacaklar. Sevmek
ardından gelecek. Çünkü kendini tanımadan, kendini sevmeden, kendini sevilmeye
layık görmeden mümkün değil aşk.