Zalim İstanbul, başlarda neden izlediğimi pek de bilmediğim
bir diziydi benim için. Tamam, sevdiğim oyuncular vardı, yüksekten düşenleri,
doğrularından şaşanları, dünyası altüst olanları, imkânsız aşkları ve türlü türlü entrikayı izlemeyi severdim ama bütün
bunlar da yerli dizi evreninde az bulunur şeyler değil. Bununla birlikte,
Nedim'in gün geçtikçe iyileşmesini ve buna paralel olarak hikâyedeki etkisinin
büyümesini, gençler arasındaki aşk çokgenlerinin şekillenmesini, Şeniz'in
yanlışlarıyla, Seher'in de doğrularıyla sınanmasını izlemek keyifliydi, dizinin
genelini ağır ve sıkıcı bulsam da. Bu ağırlık nedeniyle de ekranı tek gözümle
takip ettim, elimi oyalayacak başka işlere katık ettim diziyi birkaç bölüm
öncesine kadar. Zalim
İstanbul'da beni kendine çekenin ne olduğunu bulduğum anda ise izlemek için özel zaman ayırdığım, gözümü ayırmadan takip
ettiğim bir diziye dönüştü.
Dönüm noktası, benim
için, Cenk'in Cemre'ye fena halde âşık olduğunu ve Ceren'le yaşadıkları
yüzünden de Cemre'ye 'kavuşmasının' mümkün olmadığını fark ettiği zamana denk
geliyor. Çünkü televizyon ekranında izlemeyi en çok sevdiğim şey imkânsız
aşklardır ve uzun zamandır bu derece imkânsızını izlememiştim. Ne Hatırla
Sevgili'nin unutulmaz Necdet Aygün'ü, ne Fazilet Hanım ve Kızları'nın muhteşem
Yağız Egemen'i, ne Leyla ile Mecnun, ne Hırsız Polis, ne de Bihter ve Behlül.
Yanlış anlaşılmasın, niyetim Zalim İstanbul'u bu dizilerle kıyaslamak değil,
asla değil. Sadece, Cenk'in imkânsızlığının bütün bunlardan çok daha gerçek ve
çaresiz olduğunu düşünüyorum. Çünkü bütün hepsinin aile bağları ve mevcut
ilişkilerinden kaynaklanan çok ciddi meseleleri vardı, ama bana kalırsa hepsi
zamanla aşılabilecek engeller, üstesinden gelinebilecek zorluklardı. Cenk
Karaçay ise imkânsızı yaşıyor.
Son bölümde Agâh'ın
da söylediği gibi Cenk, önce bütün kızlara yazılma alışkanlığıyla, sonra da
annesine ve babasına inat olsun diye yaklaşmaya çalıştı Cemre'ye. Fakat sonra,
nasıl olduğunu bile anlamadan ateşe düştü. Bu ilerleyişte hoşuma giden şey, Cemre'nin
Cenk'le onun istediği gibi ilgilenmemesine rağmen onu tamamen yok saymaması
oldu. Yani Cemre Cenk'le sevgili olmaz veya takılmazdı, ama yine de onu
tanımaya, anlamaya ve iyileştirmeye çalışmaktan geri durmadı. Cenk'i ilk
etkileyen şey de bu oldu.

Bütün kadınlarla
aynı şekilde ilişki kurmuş, arkadaşlığı, dostluğu, paylaşmayı bilmeyen, bunlar
olmayınca ancak ve ancak inatlaşabilen, çünkü annesiyle bile çıkarsız, hesapsız
bir ilişki kuramamış bir Cenk Karaçay. Tam da bu sebeple bütün ilişkileri temelsiz
ve sağlıksız. Cenk bütün bunların Nedim'i sakat bırakan o kaza yüzünden
olduğunu sanıyor, ama bu doğru değil. Çünkü o kazanın sebebi de bu sağlıksız
ilişki: Şeniz'in kendi günahlarını örtmek için ufacık çocuklarla geri dönüşü
olmayan bir oyuna girmesi. Cenk şimdi her sıkıştığında yeniden annesinin küçük
oğlu olmaya çalışıyor, annesinden başka kimsesi olmadığını sanıyor ama
gerçeği öğrendiğinde kimsesizliği aşkından daha çok acıtacak onu.
Cemre'nin üzerinde
evin büyük çocuğu olmanın ağırlığı ve olgunluğu var, omuzlarına zamansız
yerleşmiş. İçinde yaşadığı koşullara düşman olmamış, gocunmamış ve kendini
kurtarmanın yolunu bulmuş. Okumuş, kendi bulmuş, kendi ayakları üzerinde
durmayı, ardından ailesini de sırtlanmayı becermiş, Ceren'e ve babaannesine
rağmen. Ve bütün bunları yaparken kendi içine, kalbine hiç bakmamış, sevmek
nedir bilmemiş, görmemiş, sorgulamamış.
Seher'e haksızlık
etmek istemiyorum, onun herkesi kucaklayabilecek kocaman bir kalbi var. Ama
sorun o kalbin kocamanlığı belki de. Her şeyi içine alınca, içindekilerin
ağırlığı, kıymeti hissedilmez olmuş. Kardeşleri birbirinden koruyayım derken
onlar arasındaki çekişmenin büyümesine sebep olmuş. İşte bütün bunlar şimdi
patlak veriyor, Cemre de Ceren de haksızlığa uğradıklarını, Seher'in evlat
ayırdığını iddia ediyor ve ikisi de haksız değil.