Bu sözü sarf
edenin oyunculuğunu, kalp atışları atan birinin monitördeki yansıması gibi
stabil olduğunu düşünmeyin. Ne yaptığıyla değil, nasıl yaptığıyla ilgilenen;
kısacası kendini geçmeye çalışan bir oyuncu o. Atv'de yayınlanan ‘Kırgın Çiçekler’ dizisindeki Serkan
karakteriyle sessiz sedasız bu dünyaya giriş yapan ve emin adımlarla ilerleyen
Mehmet Aykaç henüz 24 yaşında. ‘Henüz’ diyorum ama tüketimin televizyona da
fazlasıyla sızdığı günümüzde “Aaa… Çok gençmiş daha, henüz yolun başında” deme
gibi ne izleyicinin bir lüksü var ne de kendisinin.
Serkan karakteri hem en çok
istediği hem de hayatında hazırlıksız yakalandığı bir dönemde karşısına çıksa
da bu karakterin kostümünü en pot yapmayacak şekilde üzerine giymek için elinden
geleni yapıyor. İlk karşılaştığımda cool olduğunu düşünsem de her sorunun
ardından parlayan gözleri, “Kırgın Çiçekler olmasaydı hangi diziyi izlerdin?”
sorusuna verdiği dobra cevabı ve tabii samimiyeti ilk izlenimi silip götürdü. Çünkü
Mehmet Aykaç’ın izleyiciyi ters köşeye yatırma derdi olmadığı gibi bilinçli bir
olgun gözükme çabası da yok. O, yaşadığı ve hissettiği her ne ise onu yansıtan
ve temkinli, emin adımlarla ilerleyen biri.

● ‘Kırgın Çiçekler’i kabul etmende ne etkili oldu?
Aslında
hikâye gerçekten benim için önemliydi. Birkaç proje daha vardı
okuduğum. O dönem Türkiye’nin nabzını çok az analiz edebiliyorduk. Böyle bir
hikâye daha önce yazılmamıştı. Bu açıdan diğer projelere göre bir tık özeldi
benim için. Gerçek bir hikâye olduğu için tutacağına da inanıyorduk. İlk
bölümün senaryosunu okuduğumda her şey gözümde canlanmıştı. Eylül’ün kaçışı,
annesinin yurda getirip onu yüz üstü bırakması… Sonuçta bu tür olaylar gerçek
hayatın içinden. Ve biz bunları görmeden yaşıyoruz aslında. Karakterleri
okuduğumda benim için olabilecek en iyi karakter Serkan’dı. Görüşmeye gittiğim
gün yönetmenimizin çok farklı bir yaklaşımı olduğunu gördüm. Biraz zorlamak
istedi sanırım. Biraz hazırlıksız yakalanmıştım bu duruma. O dönem evimi
taşıyordum ve birkaç görüşmeye daha gitmiştim. O yüzden Serkan, hazırlıksız
yarattığım bir karakter oldu.
● Serkan’ı okuduğunda seni en çok şaşırtan
unsur neydi?
Serkan
aslında sınırları olan ve yaşı itibariyle kendi kabuğundan çıkamamış bir
karakter. O kadar naif ve iyi bir karakter ki vicdan açısından annesi ve kız
kardeşiyle çelişiyor. Karıncayı bile incitemez diyeceğimiz kişilerden. Fakat
aniden sinirlendiği anları da görebiliyoruz. İşte, ben de ona can vermeye
çalışıyorum.
● Serkan’dan kötülük gelmeyeceğini izleyici biliyor.
Ters köşeye yatıramazsın kimseyi. Bu bir handikap mı senin için?
Tabii bu
durumun benim için yeterli veya ideal olduğunu söyleyemeyeceğim. Zaten hiçbir
oyuncu bunu diyemez. Fakat bir şeyi kabul ettiysen onu o şekilde kabullenmek
zorundasın. Yarın başka bir karakter için anlaştığımda biraz daha seçici
davranabilirim. Ters köşe yapayım derdinde değilim ama içimdeki enerjiyle beni
heyecanlandıran roller var tabii ki. İşte böyle bir karakter gelirse mutlu
olurum. Kendimi daha iyi görüp tartmış ve izleyicilerin karşısına bu şekilde
çıkmış olurum.
● Serkan’ın hafiften minik aristokrat tavırlarını da
görüyoruz.
Dünyanın bir
ucunda Serkan, diğerinde Mehmet var. Hiç alakaları yok. Mesela ben boks
yapıyorum. Fakat öyle bir Serkan oluştu ki o üniformayı giydiğimde 15-16 yaşına
dönen, ağzı var dili yok tadında bir adama dönüşüyorum. Bunu da sevmeye
başladım. Dediğiniz gibi bu tür farklılıklar güzel bir kontrast oluşturuyor.
● Peki, ne yaptınız da ‘Paramparça’yı tahtından edip
‘Güneşin Kızları’ gibi dişli bir rakibi geçtiniz?
‘Paramparça’,
ilk sezonunda birinciydi. ‘Güneşin Kızları’ da çok güçlü bir hayran kitlesine
sahip. Öncelikle İpek Karapınar, Özgür Çevik, Veda Yurtsever İpek ve Sacide
Taşaner gibi isimler dışında kadroya baktığınızda hemen hemen herkes tanınmayan
isimler. Bence bu yönden çok iyi bir kadro oluşturuldu. Hepimiz ya konservatuar
öğrencisi ya da mezunuyuz. Yaş aralığı 22-28. Tabii ortaya oldukça istekli,
öğrendiklerini aktarmak isteyen bir kadro çıktı. Her sahnede neredeyse 15
kişiyiz ve evet, çok klişe olacak ama gerçekten çok eğleniyor ve keyif
alıyoruz. O sıcaklık ve akran olma durumu sahneye o gerçekliği veriyor. İzleyiciye
de bu yansıdı ve reytingler hiç düşmedi.
● Bu kadar görünür olmanıza rağmen özel hayat
açısından da bir o kadar gizemlisiniz. Bunun için ekstra bir çaba sarf ediliyor
sanki.
Ben çok
dikkat ediyorum. Sonuçta yaşıtım veya benden küçük olanlar dışarıda bizi örnek
alıyorlar. O yüzden bu kadar seviliyor olmamız bana dışarıda sorumluluk duygusu
öğretti. İster istemez bu açıdan hassaslaştım. Daha bilinçli ve doğru bir
noktadan yaklaşıyorum. Rol arkadaşlarım için de aynı şeyi söyleyebilirim. Yapım
da buna çok dikkat ediyor. Dizide babamı kaybettiğim bir bölüm oldu. İnanın bu
dönem bir hafta boyunca dışarıda da sakin ve durgundum. Gerçekliğin
bozulmasından çok korktum.
● Gerçek hayattaki bu olgun duruşun mesleğin
getirdiği bir durum mu?
Aslında
1992’liden de küçük duruyorum. Bu herhalde kendimle ilgili bir şey. Babasıyla
büyüyen bir adam oldum. İlişkilerimde de kendi yaşıtlarımda çok fazla bir şey
bulamadım. Büyüklerimden sürekli bir şeyler öğrendim. Bu da benim karakterime
oturdu. Önceliklerim ve ideallerim oldu hep. Müzisyen olmak istiyordum, operayı
kazandım. Lisede bir yandan besteler yazıp müzik yapıyor, diğer yandan da
okulun spor takımında yer alıyordum. Sorumluluk sahibi olmamla ilgili bir durum
bu. Kaptandım ve küçük yaşımda bile takım arkadaşlarımı sırtlar, motivasyon
konuşmaları yapardım.
● Babanın mesleği nedir? Genelde asker, polis veya
öğretmen çocuklarında böyle bir durum olur.
Babam
İskenderun’da bir fabrikada çalışıyor, aynı zamanda sendikada görevli. Annem de
ev hanımı. İki kız kardeşim var. Babam da müzisyendir aslında, bağlama çalar ve
sesi bariton. Herhalde ben de yeteneğimi ondan almışım.
● Müzik ve sporla bu kadar ilgiliyken neden
oyunculuk?
Herhalde
hepsini kullanabileceğim alan oyunculuktu. Her şeyi yapabilirdim bu meslekte.
İlkokul'dan Lise'ye kadar hep korodaydım. Sonra keman dersleri aldım. Yıllarca lisanslı
sporcuydum. Konservatuara girdiğimde de oyuncu arkadaşlarım hep kendi
oyunlarına davet ediyorlardı. Tabii onlardan çok etkileniyordum. Ayrıca
film izlemeyi çok seviyorum. Fakat ‘Star Wars’, ‘Die Hard’ veya ‘Harry Potter’
gibi ana akım filmleri izlemezdim. Hatta hâlâ ‘Star Wars’ veya ‘Matrix’i
izlemediğimi söyleyebilirim. Gerçek hayatın içinden kesitler, duygular taşıyan
filmler beni daha çok cezb eder. Mesela önerdiğiniz ‘La French’ filmi beni
çok heyecanlandırdı ve akşam eve gittiğimde onu izleyeceğim. İşte, bu tür
hikâyelerde bir şeyler yakaladım ve “neden olmasın” dedim. Özel dersler aldım,
konservatuarı yarıda bıraktım. Şimdi de diziden dolayı okuluma devam edemiyorum
ama bitirmek istiyorum.