Mehmet Aykaç: İzleyiciyi ters köşeye yatırma derdim yok

Mehmet Aykaç: İzleyiciyi ters köşeye yatırma derdim yok
Fotoğraflar: Deniz Emek
Bu sözü sarf edenin oyunculuğunu, kalp atışları atan birinin monitördeki yansıması gibi stabil olduğunu düşünmeyin. Ne yaptığıyla değil, nasıl yaptığıyla ilgilenen; kısacası kendini geçmeye çalışan bir oyuncu o. Atv'de yayınlanan ‘Kırgın Çiçekler’ dizisindeki Serkan karakteriyle sessiz sedasız bu dünyaya giriş yapan ve emin adımlarla ilerleyen Mehmet Aykaç henüz 24 yaşında. ‘Henüz’ diyorum ama tüketimin televizyona da fazlasıyla sızdığı günümüzde “Aaa… Çok gençmiş daha, henüz yolun başında” deme gibi ne izleyicinin bir lüksü var ne de kendisinin.

Serkan karakteri hem en çok istediği hem de hayatında hazırlıksız yakalandığı bir dönemde karşısına çıksa da bu karakterin kostümünü en pot yapmayacak şekilde üzerine giymek için elinden geleni yapıyor. İlk karşılaştığımda cool olduğunu düşünsem de her sorunun ardından parlayan gözleri, “Kırgın Çiçekler olmasaydı hangi diziyi izlerdin?” sorusuna verdiği dobra cevabı ve tabii samimiyeti ilk izlenimi silip götürdü. Çünkü Mehmet Aykaç’ın izleyiciyi ters köşeye yatırma derdi olmadığı gibi bilinçli bir olgun gözükme çabası da yok. O, yaşadığı ve hissettiği her ne ise onu yansıtan ve temkinli, emin adımlarla ilerleyen biri.  
 

 
● ‘Kırgın Çiçekler’i kabul etmende ne etkili oldu?
Aslında hikâye gerçekten benim için önemliydi. Birkaç proje daha vardı okuduğum. O dönem Türkiye’nin nabzını çok az analiz edebiliyorduk. Böyle bir hikâye daha önce yazılmamıştı. Bu açıdan diğer projelere göre bir tık özeldi benim için. Gerçek bir hikâye olduğu için tutacağına da inanıyorduk. İlk bölümün senaryosunu okuduğumda her şey gözümde canlanmıştı. Eylül’ün kaçışı, annesinin yurda getirip onu yüz üstü bırakması… Sonuçta bu tür olaylar gerçek hayatın içinden. Ve biz bunları görmeden yaşıyoruz aslında. Karakterleri okuduğumda benim için olabilecek en iyi karakter Serkan’dı. Görüşmeye gittiğim gün yönetmenimizin çok farklı bir yaklaşımı olduğunu gördüm. Biraz zorlamak istedi sanırım. Biraz hazırlıksız yakalanmıştım bu duruma. O dönem evimi taşıyordum ve birkaç görüşmeye daha gitmiştim. O yüzden Serkan, hazırlıksız yarattığım bir karakter oldu.
 
● Serkan’ı okuduğunda seni en çok şaşırtan unsur neydi?
Serkan aslında sınırları olan ve yaşı itibariyle kendi kabuğundan çıkamamış bir karakter. O kadar naif ve iyi bir karakter ki vicdan açısından annesi ve kız kardeşiyle çelişiyor. Karıncayı bile incitemez diyeceğimiz kişilerden. Fakat aniden sinirlendiği anları da görebiliyoruz. İşte, ben de ona can vermeye çalışıyorum.
 
● Serkan’dan kötülük gelmeyeceğini izleyici biliyor. Ters köşeye yatıramazsın kimseyi. Bu bir handikap mı senin için?
Tabii bu durumun benim için yeterli veya ideal olduğunu söyleyemeyeceğim. Zaten hiçbir oyuncu bunu diyemez. Fakat bir şeyi kabul ettiysen onu o şekilde kabullenmek zorundasın. Yarın başka bir karakter için anlaştığımda biraz daha seçici davranabilirim. Ters köşe yapayım derdinde değilim ama içimdeki enerjiyle beni heyecanlandıran roller var tabii ki. İşte böyle bir karakter gelirse mutlu olurum. Kendimi daha iyi görüp tartmış ve izleyicilerin karşısına bu şekilde çıkmış olurum.
 
● Serkan’ın hafiften minik aristokrat tavırlarını da görüyoruz.
Dünyanın bir ucunda Serkan, diğerinde Mehmet var. Hiç alakaları yok. Mesela ben boks yapıyorum. Fakat öyle bir Serkan oluştu ki o üniformayı giydiğimde 15-16 yaşına dönen, ağzı var dili yok tadında bir adama dönüşüyorum. Bunu da sevmeye başladım. Dediğiniz gibi bu tür farklılıklar güzel bir kontrast oluşturuyor.
 
● Peki, ne yaptınız da ‘Paramparça’yı tahtından edip ‘Güneşin Kızları’ gibi dişli bir rakibi geçtiniz?
‘Paramparça’, ilk sezonunda birinciydi. ‘Güneşin Kızları’ da çok güçlü bir hayran kitlesine sahip. Öncelikle İpek Karapınar, Özgür Çevik, Veda Yurtsever İpek ve Sacide Taşaner gibi isimler dışında kadroya baktığınızda hemen hemen herkes tanınmayan isimler. Bence bu yönden çok iyi bir kadro oluşturuldu. Hepimiz ya konservatuar öğrencisi ya da mezunuyuz. Yaş aralığı 22-28. Tabii ortaya oldukça istekli, öğrendiklerini aktarmak isteyen bir kadro çıktı. Her sahnede neredeyse 15 kişiyiz ve evet, çok klişe olacak ama gerçekten çok eğleniyor ve keyif alıyoruz. O sıcaklık ve akran olma durumu sahneye o gerçekliği veriyor. İzleyiciye de bu yansıdı ve reytingler hiç düşmedi.
 
● Bu kadar görünür olmanıza rağmen özel hayat açısından da bir o kadar gizemlisiniz. Bunun için ekstra bir çaba sarf ediliyor sanki.
Ben çok dikkat ediyorum. Sonuçta yaşıtım veya benden küçük olanlar dışarıda bizi örnek alıyorlar. O yüzden bu kadar seviliyor olmamız bana dışarıda sorumluluk duygusu öğretti. İster istemez bu açıdan hassaslaştım. Daha bilinçli ve doğru bir noktadan yaklaşıyorum. Rol arkadaşlarım için de aynı şeyi söyleyebilirim. Yapım da buna çok dikkat ediyor. Dizide babamı kaybettiğim bir bölüm oldu. İnanın bu dönem bir hafta boyunca dışarıda da sakin ve durgundum. Gerçekliğin bozulmasından çok korktum.
 
● Gerçek hayattaki bu olgun duruşun mesleğin getirdiği bir durum mu?
Aslında 1992’liden de küçük duruyorum. Bu herhalde kendimle ilgili bir şey. Babasıyla büyüyen bir adam oldum. İlişkilerimde de kendi yaşıtlarımda çok fazla bir şey bulamadım. Büyüklerimden sürekli bir şeyler öğrendim. Bu da benim karakterime oturdu. Önceliklerim ve ideallerim oldu hep. Müzisyen olmak istiyordum, operayı kazandım. Lisede bir yandan besteler yazıp müzik yapıyor, diğer yandan da okulun spor takımında yer alıyordum. Sorumluluk sahibi olmamla ilgili bir durum bu. Kaptandım ve küçük yaşımda bile takım arkadaşlarımı sırtlar, motivasyon konuşmaları yapardım.
 
● Babanın mesleği nedir? Genelde asker, polis veya öğretmen çocuklarında böyle bir durum olur.
Babam İskenderun’da bir fabrikada çalışıyor, aynı zamanda sendikada görevli. Annem de ev hanımı. İki kız kardeşim var. Babam da müzisyendir aslında, bağlama çalar ve sesi bariton. Herhalde ben de yeteneğimi ondan almışım.
 
● Müzik ve sporla bu kadar ilgiliyken neden oyunculuk?
Herhalde hepsini kullanabileceğim alan oyunculuktu. Her şeyi yapabilirdim bu meslekte. İlkokul'dan Lise'ye kadar hep korodaydım. Sonra keman dersleri aldım. Yıllarca lisanslı sporcuydum. Konservatuara girdiğimde de oyuncu arkadaşlarım hep kendi oyunlarına davet ediyorlardı. Tabii onlardan çok etkileniyordum. Ayrıca film izlemeyi çok seviyorum. Fakat ‘Star Wars’, ‘Die Hard’ veya ‘Harry Potter’ gibi ana akım filmleri izlemezdim. Hatta hâlâ ‘Star Wars’ veya ‘Matrix’i izlemediğimi söyleyebilirim. Gerçek hayatın içinden kesitler, duygular taşıyan filmler beni daha çok cezb eder. Mesela önerdiğiniz ‘La French’ filmi beni çok heyecanlandırdı ve akşam eve gittiğimde onu izleyeceğim. İşte, bu tür hikâyelerde bir şeyler yakaladım ve “neden olmasın” dedim. Özel dersler aldım, konservatuarı yarıda bıraktım. Şimdi de diziden dolayı okuluma devam edemiyorum ama bitirmek istiyorum.


BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER