Veee sezonun merakla beklenen
dizisi, Muhteşem Yüzyıl Kösem başladı. O ihtişamlı yılları, iktidar
savaşlarını, taş koridorlarda çevrilen entrikaları, ekrandan bize kadar ulaşan
o tarçınımsı ağdalı kokuyu, destuuuuuuur’ları, zinhar’ları özlemişiz değil mi?
Bu doğan şafak da bizden Ahmed'e gidiyor!
Şimdi Muhteşem Yüzyıl Kösem’den önce Hürrem’i izlemiş olmanın, bir iyi,
bir de kötü etkisi var. Hangisinden başlasam? Önce iyi etki: Ay neler neler
olacak, kısılan gözlerden taşan nefretlere, kaynayan kazandaki su gibi
fokurdayan hırslara, entrikalara, tutkulu aşklara doyacağız. Sonra bir de işin
izleme sonrası var. Yeniden padişah sıralamalarına bakacağız, tüm aile “hayır
Murat’tan önce Selim vardı, o onun dedesiydi” tartışmalarını yapacağız. Bir
kesim çıkıp yine yapımı bir belgesel kabul edip “ecdadamızı karalıyor” diyecek.
Yani çoooook konuşacağız, çok da eğleneceğiz, çok! Kabul edelim, başka hiçbir
yapım bunların hepsini bir arada veremez ve biz Muhteşem Yüzyıl Kösem’in
bize bunu vereceğini çok iyi biliyoruz.
Gelelim kötü etkiye. Bir kere ilk
yapımın adı Muhteşem Yüzyıl olmasına rağmen, hepimiz ondan bahsederken
“Hürrem” dedik. Çünkü Kanuni Sultan Süleyman’ın ve Osmanlı Tarihi’nin kurgu
hikâyesinden çok, Hürrem’in hikâyesiydi Muhteşem
Yüzyıl. İlk yapımın da yıldızı Hürrem, dolayısıyla Meryem Uzerli idi (Ha,
zaman geçtikçe yapımın içindeki hemen herkes yıldızlaştı, o ayrı konu).
Dıgıdık dıgıdık..
Muhteşem Yüzyıl Kösem’de ise henüz
atanamamış Kösem olan Mahpeyker/ Anastasia’da (Anastasia Tsilimpiou) o
parlaklığı aradı gözler. Tamam kız çok güzel ve yeterince inandırıcı, o aksan
da çok şekerdi üstelik. Ama “bir Hürrem değil” şimdi! E bir de kalıcı değil,
büyüyünce Beren Saat olacak (sahi nasıl olacak?). Ay spoiler vermedim, duymayan
yoktu değil mi?

"
Aha! Bizim konuştuklarımızı dinlediğinizi biliyordum işte, yakaladım sizi!"
Zaten ilk bölümün yıldızlaşanı da -bence Ahmed değil ama- Ekin
Koç’tu şimdi. Ahmed’in öyle çok yüce bir adam olduğunu görmedik. Kardeşini
sevmesi, insanî duygularının hırs ve korkuya yenik düşmemesi, vicdanı ve ilk
icraatının Osmanlı’yı da çok etkileyen “kardeş kâtline son” kararı olması çok
önemliydi, ama o kadar yani. Bu arada bir elma ile armudu karıştırmayalım açıklaması
yapma gereksinimine giriyorum. Zira “vay June, sen Osmanlı Tarihi’nin en şanlı
padişahlarından Sultan Ahmed Han’a “yüce değil mi dedin?” tepkilerinin önünü
baştan keseyim. Hayır efendim, ben ona değil, izlediğime, bana verilene dedim.
Bunda bir kere anlaşalım, çünkü kısmetse bundan sonraki yorumları da, tarihsel
gerçeklikleriyle değil, izlediğim kurgusallığa göre yapacağım, anlaştık? O
zaman devam.
Ayyy yerler sizi!
Ne diyordum? Ekin Koç, öyle bir
Ahmed giymiş ki üzerine, her bakışına, her duygusuna sonuna dek inandım. Bence
ilk bölümün yıldızı, O’ydu. Yalnız bir de, daha ilk saniyelerde o büktüğü
dudağıyla kalp titreten küçük Ahmed’i es geçmeyeyim. Çocukların içindeki doğal
oyunculuğun hastasıyım, ne kadar gerçekler! Aynı hissiyatım diğer şehzade Küçük
Mustafa (Alihan Türkdemir) için de mevcut, harikalar!
Bu iyi ve kötü dediğim etkiyi, ilk
bölümün diğer doneleriye birleştirince Muhteşem
Yüzyıl Kösem bana şunu dedi:
Kişiler değil, anlattığımız masal yıldızlaşacak bu kez. Ben varım! Ha bir de
tahmin yapayım: Tarihî kaynaklara göre Sultan Ahmed 27’sinde Hakk’ın rahmetine
kavuşuyor. Dolayısıyla Ekin Koç’la ayrı düşeceğiz. E Kösem de ‘Kadın Saltanatı’nın
parlak yıllarında Beren Saat tarafından canlandırılacak, bir de adına
“Başlangıç” denmiş, demek ki esas parlama bilinçli olarak ötelenmiş bence. Ne
dersiniz?
Gelelim bölüme... Bir tık'ınızı alırım. >>>>