Rüzgara fısılda ve cehenneminle barış...
Çocukken kavurucu yaz sıcağının altında denizden hiç çıkmak istemezdim. Masmavi gökyüzü ve denizin arasında sıkışıp kalmak ne büyük keyifti! Büyükler ''Hadi yemeğe gel artık'' diye çağırdığında ''Gelemem beni bekleyenler var'' diyerek suyun dibine dalardım. Balıklar, deniz yıldızları ve hatta deniz kızları... Denizin dibine bir kez korkusuzca dalarsanız, o mavi alem sizi unutmasın istersiniz. Aslına bakarsanız, bu gerçek dünyada da böyledir.

Güneş yıllar sonra kavuşmayı umduğu huzuru, Emre Selin'i, Tuğçe Emre'yi, Ali ve Selin birbirlerini, Nazlı ise babasını ama en çok da Savaş'ı bekliyor. Herkes birilerinin dünyasına adını kazımak istiyor ama neden bu kadar bela var başımızda? Bu bölüm kurgusuyla, devamlılığıyla ve sular seller gibi akan öyküsüyle beni bir güzel doyurdu açıkçası. Geçen hafta yaptığımız ankette Selin gerçekten babasının üstüne arabayı sürecek mi diye sormuştum. Maviş önüne fırlar seçeneğine tıkıslayanlar tek sıkımlık diş macunu kazandı, gülümseyin!


Sonra ben bunun ağzına bi' çakmışım Haluk!

Güneş, Sevilay'ın butiğini bastığında en fazla iki parlar ve gazını atar sanmıştım. Fakat sahiden de bugün 'manyak' formunda izledik Güneş'i. Sonunda Haluk'tan gelen ani öpücükle en az Sevilay kadar biz de morardık. Güneş'in Haluk'a olan uzaklığını birçok kez dile getirmiştim. Dolayısıyla bu manevra önemli bir açığı kapattı benim için.
Nazlı'nın babasıyla karşılaşma sahnesini hiç sevemedim. Öyle donuk geldi ki ikisi de, baba kız olduklarına ikna olmakta bile güçlük çektim. Aslında genel anlamda Ali ve Haluk dışında gözyaşlarına ortak olduğum pek fazla kişi hatırlamıyorum. Sanırım bir sarhoş bir de üzgün tavrı çok kolay beceremiyoruz biz...

Hikayenin gidişatı Emre'yi saha dışına atmıştı ve onun bir şekilde yeniden Ali ve Selin aşkına eklemlenmesi gerekiyordu. Madde bağımlılığı bu anlamda yaratıcı bir çözüm gibi dursa da, işin özünde 'yersiz acıma' hissinden öteye geçemiyor. Açıkçası istediğini elde edemeyen zengin çocuğun madde batağına düşmesi gerçek yaşamda da çok kulak tırmalayıcı bir konudur benim için. Şey gibidir şey, rahat batmasıdır... O rahatın battığı yerden çıkarılması şarttır. Ve bunun yolu onunla barışmak değil.


Elim hep havada mı kalacak?

Flashbacklerin çok faydalı ve yeterli olduğunu söylemek gerek. Nazlı'nın küçüklüğüne, Ali ve Ahmet'in gençliğine bayıldım. Son zamanlarda Türk dizilerinde gördüğüm en iyi flashback karakterleri diyebilirim. Ama en çok kime ''Vallahi de o!'' dedim biliyor musunuz? Minik Aliş'e... Yumuk maviş gözlerini nerde olsa tanırız gibi geliyor, flashbackler bu yüzden çok tatmin ediciydi.
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER