Eğri oturalım,
doğru konuşalım. Bu bölüm sezonun, hatta belki de Under the Dome tarihinin en
şahane bölümüydü. Sizi bilmem ama ben gözümü kırpmadan izledim. Pembe yıldızlar
sonunda kaydı. Hikayenin başında bu lafı ilk defa duyduğumuzda kulağa romantik
gelmişti açıkçası. Fakat söz konusu Stephen King’in yaratıcılığı olunca tabii
ki de pembe yıldızlar hayırlara vesile olmadı. Kıyamet koptu; meteorlar ve ateş
topları muhtemelen tüm dünyayı yerle bir etti; fakat Chester’s Mill yıkılmadı,
hala ayakta! Yoksa Chester’s Mill Nuh’un Gemisi mi?
Geçen hafta
"Caged" bölümünü yorumlarken içime doğmuş sanki. Küçük bir hatırlatma yaparak o yazının sonuna gönderme yapmak istiyorum:
“Olur da gelecek bölümlerde bütün
dünya yok olursa ve Chester’s Mill Kubbe sayesinde sapsağlam kalırsa, uğruna
savaşacak bir şey de kalmaz artık. Sonuçta Kubbe’nin de bir amacı olmalı, değil
mi?” demişim. Hay ağzıma sağlık mı diyeyim yoksa çenem mi çekilsin emin değilim
henüz. Ama sezonun en iyi bölümünü izlediğimizi inkar edemeyiz. Önceki
sezonlara gönderme yapan sahneler olsun, görsel efektlerin başarısı olsun,
hatta koskoca gezegeni toz ve duman haline getirmek olsun, bu hafta ekranlardan
bir Under the Dome efsanesi geçti. Kısa film festivali tadında bir bölüm
izlediğimizi de fark etmişsinizdir. Paralel kurgu vasıtasıyla üç ya da dört
farklı kısa filmden oluşan
“Ejecta” bölümü, deyim yerindeyse adeta “
Kıyamet
Temalı Chester’s Mill Kısa Film Festivali” idi.
Pembe yıldızlar kayıyor sıra sıra...
Joe, Norrie,
Junior ve hatta rahmetli Lyle ve Angie ilk sezondan beri “Pembe yıldızlar
kayıyor sıra sıra...” diyerek kafamızın etini yediler. Gerçekten pembe yıldızın
romantik bir şey olduğunu düşünmüştüm. Meğer o pembe yıldızlar dünyanın sonunu
getirecek meteorlarmış ve rahmetli Lyle da sandığımız kadar deli değilmiş... Kuraklık,
kıtlık, yangın, hortum, böcek istilası gibi bin bir çeşit felakete sebep olan
Kubbe’nin, günü geldiğinde Chester’s Mill’i dünyadaki tek yaşam alanı olması
pahasına koruyacağını nereden bilebilirdik? Bu uzaylılar hakikaten işlerini
biliyorlar.
Bu bölümün bir
diğer ilginç noktası da Hunter’ın gidip gelmelerine şahit olmamızdı. Bir ara
tüm bu olaylardan bağımsız Hunter’ın bipolar bozukluğu olduğuna inandım. İçine
şeytan kaçmış gibi tepkiler veren Hunter sayesinde, Joe ve Norrie, Christine
Price’ın yancıları “Kinship” ile nasıl mücadele edeceklerini keşfetti.
İnsanoğlunu diğer canlılardan ayıran en önemli detayın duygular olduğunu göz
önünde bulundurursak, bu sonuca ulaşılması hiç de fena bir fikir değil. Gelecek
bölümlerde insanlar vs. uzaylılar mücadelesinde kimin galip geleceğini
göreceğiz.
Sen üzüm ye Barbie'm incir ye...
Belki de bölümün
en üzücü sahnesi Kubbe’nin dışındaki insanların yardım çığlıklarıydı. Girişin
Zenit’teki kırmızı kapıdan olduğunu anımsayınca Kubbe’yi yumruklamak pek bir
şey ifade etmiyor, biliyorum. Barbie’nin bir an için o insanları kurtarmak
istemesi, insanlık ölmemiş diye düşünmeme sebep oldu. Fakat gel gör ki, Eva’nın
manipülasyonları son bulmuyor. Fitne fücur Eva bu sefer kesin olarak Barbie’nin
başını yedi. Yere düşen asker künyesi Barbie’ye dair son umutların da
kaybolduğunun işaretiydi, başımız sağ olsun.
Öte yandan,
Christine Price’ın yokluğunu hissetmedim desem yalan olur. Sam’in bıçaklı
saldırısının ardından iyileşme sürecine kozasında devam eden Christine’in
dönüşünü dört gözle bekliyorum. Muhtemelen sıra sıra kayan pembe yıldızlara ve dünyanın
yok oluşuna dair bir açıklaması vardır. Yani koskoca kraliçe arı sonuçta, değil mi?
Yok olan dünyanın şerefine Big Jim!
Şahsen ısrarla Julia
ve Big Jim’in güzel bir ikili olduğunu düşünüyorum. Kaçınılmaz kıyameti ellerinde
içkileriyle kutlamaları Under the Dome’un mizahi yanının en büyük göstergesi. Düşünsenize,
tüm dünya yok oluyor ve belki de dünyada yaşayan son insanlar olarak yaptığınız
tek şey sarhoş olmak. Neyse, afiyet bal şeker olsun. Kubbe’nin altında izole
edilmiş bir yaşam mümkün olduğuna ve dizinin en sevilen karakteri Indy de yuvaya
döndüğüne göre, bence kıyamet hiç de öyle önemli bir şey değil. Yalnız, son
sahnede dış dünya ile bağlantı şansını kaçırmasaydınız iyiydi. Belki de Pentagon’dan
arıyorlardı, kim bilir...
Haftaya görüşmek
üzere...