Sema’yı harcayacaklar matmazel!
Bu hafta yazmaya son sahneden başlıyorum çünkü muhtemelen 20. bölüm bittiğinde aklımızda bölümün sonu ile beraber deli sorular da vardı. Ancak Sema’nın vurulmasının, Poyraz Karayel’de artık bir gelenek haline gelen, ‘bölüm sonunda bir olay patlasın ama bir sonraki bölüm aslında öyle olmadığı anlaşılsın’ sahnelerinden biri olduğunu düşünüyorum. Her ne kadar bu kandırma sahnelerini sevmesem de ilk defa bir sahnenin kandırmasına kanacağım ve pek fazla mızıkçılık etmeyeceğim. Çünkü Sema’sız bir Poyraz Karayel düşünülemez.
 
Hilmi Önal

Başlıktaki Aşk-ı Memnu metaforumuza devam edersek Poyraz Karayel’in Hilmi Önal’ı bizzat Poyraz Karayel’in ta kendisi olmuştur. Her ne kadar aslında en başından Sema’yı öldürmeyecek olsa da (Arabayı getiren adama sen git demesinden ve hikayenin çıkışı açısından bunu anlayabiliriz.) önemli olan Poyraz’ın çok büyük bir yalancı olması ve biz seyircilerin ona hak verememesi. Normal koşullarda en çok ana karakter ile empati yapıp olayları onun gözünden görmemiz gerekirken, seyirciler olarak Poyraz’ı anlayamadığımız için onun karşısına konumlanıyoruz. Bu nedenle anti-kahraman olması gereken Poyraz, kötü karakter oluyor bilinçaltımızda.
 
Yıllar sonra ‘Bahri’nin evlatları’ diye spin-off çıkarsa şaşırmayın

Sondan başa devam edelim. İtiraf etmeliyim ki, Poyraz Karayel’de ,Sema ölmese de tansiyonu çok güzel yükselten son 10 dakika izledik. Umman Villası’ndaki hareketli dakikalarda Sefer’in timsah gözyaşları dışında her şey çok sahiciydi. Hele o, cesur yürek Sadreddin’e ne demeli? Zavallıma ilk bölümlerde demediğimizi bırakmadık, şimdi dizideki en doğru, en haklı adam oldu. Maalesef ki, çok sevdiğim SefSe’ci arkadaşlarımı kızdırmak pahasına da olsa Sadreddin’in Sema için verdiği mücadelenin Sefer’inkinden çok daha sahici ve samimi olduğunu söylemek zorundayım. Bana göre Sefer’in, , ‘aşık adam Sefer’ olarak, Babanın infaz kararından sonra önünde iki seçenek vardı. Ya Sema’yı vurmalarına izin vermeyecekti, çünkü buna fırsatı ve gücü vardı. Öyle bahçe kapısının arkasından yalandan bağırmaktan söz etmiyorum. Ya da Baba’nın sözünün üstüne söz söylenmez kabul edecek ama silahını babanın önüne atıp, sessizliği ve çaresizliği ile bizi yaralayacaktı. Ha eğer ki kurguda şöyle bir şey varsa: tıpkı Baba’nın zamanında Sefer’e de dediği gibi Sefer Sema’ya gerçekten de âşık değil,  sadece kendini ona şartlamış ise, işte o zaman her şey mantıklı oluyor.  
 
Anneni mi daha çok seviyorsun babanı mı?

Parçalanmış aile dramında Sinan’ın düştüğü konum cidden çok yıpratıcı olmasına rağmen Sinan, bir çocuğa göre inanılmaz olgun karşılıyor bu durumu. Begüm, Sinan’a ‘benimle mi babanla mı kalmak istiyorsun?’ diye sorarken Sinan’ın iki arada pastırma olmuş psikolojisini yüzünde okumak hiç zor değildi. Bu aralar, dozajında ve ajitasyonsuz sahneler ile Sinan alerjim, yerini büyük bir sempatiye bıraktı. Sevinin! Ben de artık sizin gibi, kalp gözlü emolji yapıp ‘ayy Sinan çok tatlı diyorum’. Beni de alın 'Sinan gibi çocuğum olsun' kulübünüze.
 
Bu nasıl üzünçlü bir sahnedir!

20. bölümde Begüm’e kızdık ama kızarken de onun neden böyle olduğunu anlamaya başladık. Begüm insanları kendinden uzaklaştırırken aslında onlara yanımda durun diye haykıran bir kadın. Çocuğuna bu kadar yanlış yaklaşması ise telaşından, oğlunun bile onu sevmeyeceğinden korktuğu için. Belki aylarca dönmemesinin nedeni de sevgisizliği ile yüzleşmemek içindi.
 
Burnunun dibindekini görmemek (temsili)

Zülfikar’ın Çiğdem’e daha ilk zorlukta sırt çevirmesi ile Sefer gibi onun da aşkının temsili olduğuna inanmaya başladım. Zülfikar ne bekliyordu ki, Çiğdem’in bütün çevresinin ona kucak açıp, sevinçle karşılayacağını mı düşünüyordu. Madem ilk gol yediğinde sahayı terk edecekti Çiğdem'in dediği gibi o maça hiç çıkmayacaktı. Zülfikar’ın şu yaptığı ayrılık hareketini, Zülfikar’dan, Çiğdem’in babasını biraz daha tanıyıp aslında kötü biri olduğuna emin olduktan sonra beklerdim. İşler biraz daha karışsaydı ondan sonra bu zorunlu ayrılık gelseydi de biz de Zülfikar ile beraber ağlayabilseydik. Bence her bölüm Zülfikar ve Çiğdem’in illaki ilişkiler zaman çizelgesinde aşama almasına gerek yok. Bir durup nasıl bir ilişkileri var görsek bir süre her şey çok daha güzel olacak.
 
Efsane bir ikili doğuyor.

Bölümün yıldızı ise benim için tartışmasız Mümtaz’dır. Poyraz Karayel izlerken aslında ne kadar güldüğümü yeniden bana anımsattı. Songül’e ‘kuşum’ demesinden, Sadreddin ile yüzleşmesine kadar bu hafta formu acayip yerindeydi. Sen çok yaşa Mümtaz'cığım!
 
‘Mutluluk’ adlı çok kısa film

20. bölüm, artık Poyraz’a üzülmeyi bırakıp tam tersi ona kızmaya başlayacağımız bölümlerin miladı oldu. Diziyi izlerken kendimi Umman Villası’nın birlik ve bütünlüğünün savunucu olarak buldum. Bunun en büyük tehdidi de Poyraz’dan bir başkası değildi. Aslında Poyraz Karayel’de Sadreddin’i, Songül’ü ve hatta Begüm’ü bile sevdirilmesini nasıl beğendiğimi anlatamam. Çünkü ne kadar çok karakteri benimser, onları hayatımızın bir parçası gibi görürsek o kadar çok kendimizi o dünyaya ait hissederiz. Ancak ben izlerken git gide diğer karakterlere yakınlaşırken, Poyraz’ı anlamaktan uzaklaşıyorum. Şu an Begüm’ü, Baba’yı, Ayşegül’ü haklı görüyorum. Poyraz’ın başına gelen kötülüklerin, artık başına gelmediğini, seçimlerinin bir sonucu olduğuna inanıp onun için üzülmeyi bırakıyorum. Ancak tahmin ediyorum ki hikâyenin dinamiği açısından böyle hissetmemeliydim.

Kaydırak

Son söz olarak; sevabıyla günahıyla, kan akış hızımızı dakika dakika değiştiren, kâh güldüren kâh ağlatan bir 20. bölüm izledik. Tam hüzünlenecekken gülümsetti. Yani kısacası güzeldi, güzel.
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER