Deli Kenan’ın aklı, geldiysen üç kere tıkla

Geçtiğimiz hafta Ünsal’ın şans eseri de olsa Kertenkele’yi yakalamasıyla biten dizi, bu bölüm kaldığı yerden, aynı heyecanla devam etti. Bir süredir heyecan dozunu artırmasıyla seyirciyi de kendine bağlamayı başaran dizi bu haftayı reytinglerde ikinci sırada kapattı. Hep söylediğim gibi, Survivor’un olduğu bir ortamda reytingleri direkt ikinciden saymaya başlamak gerekiyor. Bu durumda Kertenkele Cumartesi akşamı en çok izlenen TV programıydı. Bölümün geneli pek olaysız geçerken sonda nereden çıktığını anlamadığımız şekilde Kenan Kertenkele’ye dadandı. Dizinin her hafta bir gerilimle bitmesi mevzusunu anlıyor ve destekliyorum fakat bu sefer epey yersiz oldu.

Bölümün başındaki arbedede dedesinin ağlamaları gözünün önüne gelen Zehra Kertenkele’ye yardım etmek için yangın söndürme sistemini ve ardından da sahne sislerini çalıştırınca, üzerine bir de Kertenkele Ünsal’a kafayı koyunca, Kertenkele’nin kaçması hiç de zor olmadı. Tabii dışarıda nasıl hiç polis beklemiyor, pıtı pıtı koşa seke nasıl kaçmayı başarıyorlar filan biraz abartı kısımlardı ama kaçanları sevdiğimizden yemiş gibi yaptık. Yoksa Ünsal gibi deneyimli bir komiserin Kertenkele’yi bunca yıldan sonra bulmuşken kendi bileğine kelepçelememesi ihtimal dahilinde değildi. Düşünsenize, adam bütün dertlerinden kurtulacak, Hale’ye kavuşacak ve hayatına mutlu mesut devam edecekti eğer kendisine kelepçeleseydi. Yabamadı. Ardından da iyi müziklerle beslenmiş bir kaçış hikâyesi izledik. Kertenkele işi kaçış hikâyesi Hicabi olmadan da olmazdı elbette, “soru olsun diye” sorduğu bir soruyla Kertenkele’yi oyalayıp nefesleri ağza getirdi. Bu sahnede dikkatimi çeken yegane şey etraftaki arabaların plakalarıydı. Çekimler İstanbul’un göbeğinde olmasına rağmen bir arabanın 39, bir diğerinin 41 plakası olması değişik bir tesadüf olsa gerek. Bu sırada Zehra’nın, “belgesel izleyen Kertenkele” taklidi ise çok eğlenceliydi.

Canım Zehra'm perişan oldu. Kara Faruk olduğunu bilseydi Kertenkele'nin en azından bu kadar üzülmezdi.

Geçen bölümde Kenan’ı Levent’i kaçırırken görmüştük. Bu bölüm de türlü işkencelere maruz kaldı Levent. Çok standart bir espri olsa da Kenan’a tren-öküz ilişkisi üzerinden laf sokması bu bölümün kapağı oldu. Önce su, sonra elektrik, kuş tüyü ve sonra da aşırı abur cubur işkenceleri izledik. Tabii dizi neşeli bir Cumartesi akşamı dizisi olduğu için daha ağır işkence sahneleri görme şansımız olmadı, Ünsal’ın deyimiyle de “domuz gibi” olan Levent’e bu işkenceler koymadı. Nihayetinde Ünsal’ın Levent’i kurtarmasıyla bu hikâye de sonuçlandı. Yine de bu kısımla ilgili, bir elektronik mühendisi olarak, Şenbak’ın kullandığı güç kaynağıyla ilgili şunu söyleyebilirim; o cihazla birini öldürmek için 3 volt bile yeter zira insanı öldüren şey voltaj değil akımdır ve kullandıkları güç kaynağı voltajdan bağımsız olarak sabit akım üretme özelliğine sahipti. O cihazı 100 küsur volta getirdiğinizde leziz bir Levent kızartması elde etmeniz yaklaşık yirmi saniyenizi alır.

Bu arada işkenceden sıkılan Kenan dışarı çıktığında sahilde köprüyü tam karşıdan gören bir yere tezgah açan Namık ile karşılaştı. Meğer bizim Namık nohut pilavcı olmuş, çok da şirin bir araba yapmış, hem de bütün nohutu, pilavı kendisi yapıyormuş. Bu hareketiyle tam on puanı hak etti Namık; gerçekten de faydalı bir eş olabileceğine inanmaya başladım. Her ne kadar bölümün ilerleyen dakikalarında Kenan’a yardım etmesiyle bir an geri döneceğinden korksam da, şimdilik böyle bir şey gerçekleşmediği için sevindim. Özellikle Seval’e aldığı takının inanılmaz pahalı görünmesi ve o parayı bir gecede kazanmış olamayacağı gerçeği beni bir ürpertti. Hayır yani nohut-pilavcılıkta o kadar para varsa işi gücü bırakalım bu işe girelim; iyi pilav yaparım yani ben sonuçta. Seval’e Namık’a inandığı için on puan verirken Müberra’ya ise “otur, sıfır” diyoruz. Kardeşini korumak istemesini anlıyorum, ve fakat oldukça uysal ve yumuşak başlı davranan Namık’a bu denli kötü davranmasına anlam veremedim. Kenan’ın bu konuda “sen beni nohut pilav satmak için mi terk ettin,” çıkışı da çok iyiydi, belirtmeden geçemeyeceğim.

Koş Coyote Azmi, koş!

Cenaze arabasından bir türlü kurtulamayan Azmi hocayı bu sefer Cevher ile işbirliği yaparken izledik. Güya safça Cevher’in kötü emellerini fark edemedi ve alet oldu. Siyah takımlı, pis sakallı adamlar Kertenkele’nin etrafını çevirdiğinde dahi bu adamları “ikna ekibi” sanması biraz fiyaskoydu. Sonunda cemaat yetişip adamları hakladı da biraz rahat ettik. Hele mahallenin köpeklerinin de kavgaya karışması büyük bir heyecan yarattı bende. Muhtemelen dizi ekibi oldukça hayvan dostu bir profil çiziyor, mahallenin dört ayaklı sakinleri ekibi açık hava çekimlerinde hiç yalnız bırakmıyor. Erol beyin sonunda Kertenkele’nin yardımına koşulsuz koşması yüzümü güldürse de Kertenkele keşke Cevher’i görseydi diye geçirdim içimden. Piyango onun yerine Azmi hocaya vurunca bizimkiler onu yakalamak için yola koyuldu. Cevher’in şeytani planlarına uyan Azmi Bulut da mevladan belasını buldu ve yine hastaneyi boyladı.

Ertesi sabah kahvaltıda Zehra ve Kertenkele’nin bakışarak anlaşması ilk defa olmuyor; daha önce de olmuştu ve yine oldukça keyifliydi. Yine de bu ikilinin konu aşk mevzularına gelince tıkanması ve birbirlerini duyup anlayamaması iç burkuyor. Zehra Kertenkele ile ilgili neredeyse her şeyi öğrendi. Bilmediği yegane şey Kara Faruk olduğu ve Zehra’yı ne kadar çok sevdiği. Bunları da öğrense çok daha mutlu olacağım.

Çapsız Semih, kafasına koyduğu mevzuyu gerçekleştirmek üzere Betül’ün etrafında dolaşmaya devam etti yine bu bölüm. Betül’ün abisini koşulsuz dinlemesi ise beni oldukça mutlu etti. Koca iğneyi görünce bayılan Semih’i izlemelere doyamadım.

Diziye neredeyse her bölüm yeni bir karakter ekleniyor. Bu bölüm de Cansu abla diye, pavyonda çalışan bir kadın eklendi. Zamanında Kertenkele ve Şevket’e bakmış ve destek vermiş Cansu abla için Ekrem beyi tavlamak da hiç zor olmadı. Kendisini Ziya hocanın ablası olarak tanıtıp, malikaneye kapağı atıverdi. Cansu abla ile, Kertenkele’ye yardım eden kadının robot resmi oldukça benziyor bence bu arada. Kertenkele’nin yalancı şahitlik yapmak için tuttuğu adam muhtemelen Cansu’yu tanıyor ve yine muhtemelen öç almak vb. için Cansu’nun eşkalini verdi polise. Önümüzdeki bölümde örneğin Hale’yi görmeye malikaneye gelen Ünsal’ın Cansu ile karşılaşması ve onu tutuklaması olası görünüyor. Velhasıl bu bölüm Ünsal’ın robot resimlerden bir tanesini Zehra’ya benzetmesi üzerine aileden görmediği tepki kalmadı; bütün tepkiler de tabii ki Ünsal’ın ne kadar beceriksiz bir polis olup, artık Kertenkele’yi bulmak adına delirdiği üzerineydi. Bu mevzu malikanenin konuğu olan Cansu’ya sıçrarsa Ekrem bey bu sefer Ünsal’ı kesin vurur.

Şevket’in bu noktada Cansu’yu ev verdiği Cevher’in yanına yerleştirmesini beklerdim. Henüz hiçbir bölümde işe yaramamış Şevket, bu bölüm de çizgisini hiç bozmadan bela getirdi işte aileye.

Cevher'in tuttuğu adamlar çok esaslı görünüyorlardı ama sayı üstünlüklerine rağmen mahalleli kavgaya yetişince kaçtılar :(

Bölümle ilgili aklımda yer eden en komik enstantanelerden biri de Kenan’ın Namık’ın aradığı telefonu çekiçle parçalaması oldu. Zavallı Şenbak kırılan telefonun ardından bakakaldı, içim gitti. Sahi Şenbak demişken, bu bölüm, birkaç bölümdür Melis’e yazdığı şiirlerden mahrum kaldık, eksikliğini de hissettik. Bu aşk ya olacak, ya olacak!

Önceki yazılarımda diziye gelip geçen kötü adamların pek tutmadığından, karakter olarak pek dolu olmadığından ve diziye oturmadığından bahsetmiştim. Fakat bu sefer, önceki bölümde Kertenkele’ye müze soyduran kötü adamı inanılmaz karizmatik duruşuyla tekrar gördük. Meğer adı Sokrat’mış; kendisi bir felsefe hastası kötü adam olarak hem Sokrates hayranı, hem de Kertenkele hayranı olmayı aynı anda başarıyor. Bu sahnede Sokrat Kenan’a Kertenkele’yi vermeyeceğini söyledi; hemen ardından Kenan’ı caminin önünde Kertenkele’nin ardında “her şeyi hatırlıyorum,” derken gördük. Yani bu arada montaj sırasında mı bir sahne kesildi, ne oldu bilmiyorum. İki bölüm önce Sokrat ilk çıktığında Kertenkele’nin cami hocası olarak gizlendiğini öğrenmiş miydi, Kenan’a o mu söyledi anlamadım. Velhasıl Kenan nereden hareketle, hangi kafayla, ne motivasyonla olan biteni hatırlayıp camiye geldi, o kısmını bir türlü çözemedim. Umarım gelecek bölümde bu sahneye bir açıklık getirilecektir.

Cansu ablanın kahküllerinin özellikle kaşlarının üzerine kadar düştüğünü düşünüyorum. Hatta sol kaşının üzerindeki saçlarla oynayıp, dağıtıp, inatla sağ kaşının üzerinin saçla kapatılmış olmasını çok bariz bir tüyo olarak görüyorum. Kertenkele’nin tuttuğu görgü tanığının ifadesinde de sağ kaşının üzerinde küçük bir benden bahsediliyordu. İki bilgiyi birleştirince, bir anda ortaya çıkan Cansu ablanın neden yardım istediği ve kalacak yer aradığı açık hale geliyor.

Gelecek hafta Kenan’ın Kertenkele’yi bulmuş olması eğer Kertenkele’nin gördüğü bir hayal değilse, gerçekten de her şeyi tam olduğu gibi hatırlıyor olmasını dilerim. Böylelikle Kertenkele’nin onu vurmaktan ziyade kurtardığını hatırlayacaktır. Bunca zamandır Ziya hocaya bu kadar hürmet etmişken, bir de aslında hayatını kurtarmış olduğunu öğrenince daha da bağlansa yeridir. Sokrat ile olan meseleyi çözüp heykeli müzeye kazandırması ve Kertenkele’nin bu mevzudan da aklanmasını sağlaması mümkün duruyor. Bütün bunları görmek için bir hafta daha beklememiz gerekecek ne yazık ki. Gelecek hafta yirmi dokuzuncu bölümün ardından görüşmek üzere kendinize iyi bakın efendim.


BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER