Kar tanesi bilmez ki çığın içinde, çığa sebep…
Oscar Wilde
İlk kar tanesi masumiyetin, saflığın ve temizliğin simgesi olarak havanın soğukluğuna aldırmadan nazlı nazlı yeryüzüne salınır. Bazen hırçınlığı tutunca tipiye döner. Bir yanı ne kadar saflığı, pürüzsüzlüğü temsil etse de diğer tarafı adeta örtü gibi istenmeyen tüm pürüzleri saklar. Bu kadar nahif olan bir varlık, bazen hiç tahmin edilmeyen sonuçlarla karşı karşıya kalınmasına sebep olur. Beyaz büyü, bir anda kızıl felakete dönüşür. Hiçbiri bir kar tanesi kadar masum değildi. Kar tanesinin saflığına sığınarak işledikleri cinayeti örtemediler. O terasta bulunan herkes, bu cinayetin sorumlusuydu. Gül için kınadığıyla sınanma vaktiydi. Kimileri buna “İlahi Adalet!” derken, kimileri ise kader deyip kestirip atar. Geriye kavrulan vicdanlar ve pişmanlıklar kalır. Bu defa adalet terazisi tersine çalışmaya başlar. Şimdi herkes vicdanının katilidir.
Geçtiğimiz hafta Yargı’nın 44. bölüm yorumunu sizlere sunamamıştım. Bu sezon, benim için oldukça tempolu geçiyor. Bölüm yorumlarını yayımlamakta geciktiğimin farkındayım. Hesap edemediğim şekilde yoğunluklarım oluyor. Bir koltuğun altına en az dört karpuzu taşımak zorunda kaldığım bir süreç içerisindeyim. Bu nedenle bölüm yorumu yazmaya haftanın sonuna doğru fırsat bulabiliyorum. Ancak, geçtiğimiz hafta bilhassa bölüm yorumunu yazmak istemedim. Sebebi de Yargı’nın hikâyesindeki engellenmez kısır döngülerden kaynaklı. Son iki haftadır “Biz ne izliyoruz? Hikâye neden bu kadar sıradanlaştı?” soruları kafamı sürekli kurcalıyor. Bu da keyfimin ve şevkimin kaçmasına sebep oluyor. Ne geçen sezonki gibi fragmanları takip eder oldum ne de beni yazı yazmaya itecek heyecana sahibim. Bir avuç insanın evinde ne izlediğini ölçen cihaz, duygularımı benden daha iyi bilemez. O nedenle rating oranına eskisi gibi takılmıyorum. Yalnızca Yargı’nın gidişatı için oldukça üzülüyorum. Böyle güzel bir hikâyenin el birliği ile ziyan olması, tadımı kaçırıyor. Hikâyeden ve onu yorumlamaktan vazgeçmek istemiyorum. Elimden geldiği kadarıyla sürdürmeye devam edeceğim. Israrla hikâyenin toparlanmasını bekliyorum.
Geçtiğimiz bölüm en sinirlendiğim sahne; Merdan, Gül, Aylin, Osman, Çınar, Merve, Tuğçe, Parla ve Serdar’ın terastaki hesaplaşmalarıydı. Aptala anlatır gibi üç, dört kez aynı sahneyi farklı şekilde verdiler. Hepsi ayrı şok içerisinde dağılmış hâldelerdi. Yemek sahnesini ise Yargı’da kutlama sofrası değil de “Sırlar Dünyası”ndaki bir bölümmüş gibi izledim. Bir anda Yargı’nın gözümdeki o ulaşılmaz kalitesi gitti. İkinci, hatta üçüncü sınıf kanalların yayımladığı günlük dizileri izliyormuş gibi hissettim. Şu an günlük diziler bile prodüksiyonlarını zenginleştirirken, şaşırtacak derece olay örgüleri kurmaya başlamışken Yargı’nın geriye sarmasını hayretle izledim. Peki, ne değişti de Yargı’nın şaşırtan hikâyesi bu kadar sıradanlaştı? Bana “artık yazılarınızdan tat alamıyorum,” yorumları geldiğinde eleştirilerinde oldukça haklılar. Ben de izlerken o eski tadı alamıyorum. Aynı heyecanla bilgisayarın başına oturamıyorum. Tek sezon olarak planlanan bu iş, ikinci sezon için zorlanınca doğal olarak böyle sonuçlar doğuruyor. Yurt dışı satışların ve ratinglerin tatmin edici sonuçlarına göre tahminimce üçüncü sezon onayı da gelecek. Bu defa butik hikâye olarak tasarlanan Yargı daha büyük çıkmazlara girecek.

Olmayan akıllarıyla Ceylin’i kandırmaya çalıştılar. Osman’ın kanamasının durmaması ve iltihap kapması işleri sandıklarından da fazla karıştırdı. Bir yandan Ceylin’in şüpheleri, öteki taraftan Ilgaz ve Eren’in Serdar’ın ölüm sebebini araştırması, işleri hiç de istedikleri gibi yoluna koyamadı. Aylin’in söyledikleri ile yaptıkları tutmayınca Ceylin’in dikkatini çekti. Kendini Aylin’i takip ederken buldu. Aylin’in eczaneden yarayı pansuman etmek için aldığı malzemeler Ceylin’i iyice şüpheye soktu. Soluğu Erguvan’larda aldı. Karşılaştığı manzara hiç de tahmin ettiği gibi değildi. Üstelik kayınpederinin kiracısını karşısında görmesi de işin rengini epey değiştirdi.

Ceylin sonuna kadar haklı. Osman’ın vurulmasını kendi aralarında yedirmemelilerdi. Şayet Osman’ı gerçekten Çetin vurmuş olsaydı. Olaylar hiç de Ceylin’e anlatılan gibi değil. Osman’ı ne Çetin vurdu ne de yaşanan bu olay basit bir kıskançlık kriziydi. Geçtiğimiz bölümlerde Gül’ü bas bas bağırttıran olaylar bu defa sesinin kısılmasına neden oldu. Yaşanan tüm olaylardan sonra Ceylin dersini aldı. Bu defa şeffaf olmak isteyen Ceylin’di. Gül, Aylin ve Osman günü kurtarmak için uydurduğu yalanla yaptıklarının üzerini örtmeye çalıştı. Çalıştı, çünkü bu balon hikâyeyi kurarken Ceylin’in zekâsını unuttular. Ceylin temiz kalmaya gayret ettikçe çevresi sürekli bu çabasına engel oluyor.