Yargı: Hayal kırıklığım
Yaram berem hepsi fora, içimdeki limanlara aşkımdan utanmadan yanaşmak varmış. Zeytin ağaçları gibi gizlemeden hiçbir şeyi içimdeki canavarı anlamak varmış…*

Yargı yayımlanmaya başladığı ilk günden bu yana, her zaman duyarlılığı ve hassasiyeti ile farklı noktada duran bir dizi oldu. Yola çıkış hikâyesiyle de bu ülkenin her gün görmezden geldiği “kanayan yarasıyla” tüm dikkatleri üzerine topladı. Öncelikle Sema Ergenekon’a ayaklarının üzerinde durabilen bir hikâye yarattığı ve bu hikâyeyi cesurca kaleme aldığı için teşekkür ederim. Ayrıca, kendi derdinin yanı sıra; ülkenin sosyoekonomik sıkıntılarına gerek mizahla gerekse sert dille reaksiyon göstererek hikâye akışında yer vermesi oldukça önemli bir ayrıntıdır. Sanırım Yargı’ya bu kadar değer vermemin ve onu bende istisnai kılan özelliklerinin başında hassasiyetleri geliyor.


Dünya üzerinde Pars'ı da suspus eden bir kadın varmış!
 
Maalesef ülkemizde gün geçtikçe kadına “değer” verme kavramı çok farklı yerlere çekilerek itibarsızlaştırılmaya devam ediliyor. Aydın düşünce ve çağdaşlık adı altında “incinmesin” diye kadının varlığı arka plana atılıyor. Sözüm ona her koşul ve şartta eşit olmalıyız. Ama, nedense hiçbir zaman cinsiyetçi algıyı aşamıyoruz. İnsan kavramının kadın ve erkek olarak iki farklı varlığa ayrıştırılmasıyla ortaya çıkan resim, gün geçtikçe dramatikleşiyor. Bu bölüm, kadının varlığının nasıl ötekileştirildiği ve sırf kadın olduğu için “korunması” gerektirdiği algısı; Derya ve Pars ile anlatıldı. Bir meslek kavramı iki farklı cinsiyet üzerinden ancak bu kadar güzel işlenebilirdi.


Deryacığım, senden umutluyum^^
 
Derya Savcı güçlü olarak tabir edebileceğimiz, ayakları üzerinde duran bir kadın. Gerektiğinde arkasına dahi bakmadan kendi doğru yolunda yürüyen kadınları severim. Bu ülkede sözünü esirgemeyen, kimseye eyvallah etmeyen kadınlarımıza ihtiyacımız çok. Erkek hegemonyasının üstünlük kurduğu mesleklerde ayakta kalabilmek oldukça güç. Ama imkânsız değil. Kadınların tek bir zayıf noktasında bulundukları konumu kullanarak istedikleri gibi hareket edebileceklerini sanıyorlar.


Hötten, zötten anlayan takım!
 
Tıpkı Pars gibi. Pars’ın Derya’ya olan çekimi onun “korumacı” tarafını ortaya çıkardı. Amacı aklı sıra Derya’yı korumak! Pars gibi gün görmüş, eğitimli ve önemli konumlarda yer edinmiş bir erkeğin bile bu ayrımcılığı yapıyor olması aslında manzarayı daha net görmemizi sağlıyor. Pars, Başsavcı Melih’in yumuşak karnını öyle bir yakalamış ki her istediğini yaptırmak için elinden geleni yapıyor. Yine bir şekilde Başsavcı’nın kanına girerek dosyayı hanesine ekledi. Neden? Çünkü Derya Savcı, bir kadın. Kadın başına bu dosyanın altından kalkamaz. Hani eşittik? Ne oldu ya bu eşitliğe? Kadınsa bazı noktalarda durması gerekiyor. Ama Pars, sert kayaya çarptı. Derya Savcım hakkından öyle bir geldi ki bir daha yoluna taş koyacağını zannetmiyorum bile…
  

…Bir yol vardı eskiden kaybettim kasten. Gönül sılasına tam kavuşurken, ölmek korkusunu terkeyledim ben. 
Sevdiklerinin karnını bıçakla açıp, kendini arayan gafil benmişim meğer…

Benim için her bölümün kendine has bir tınısı veya müziği oluyor. 23. bölüm etiketi yayınlandığı andan itibaren zihnimde tek “replay” olan parça Zeytin Ağaçları’ydı. Bölüm bitti ve ben hâlâ Zeytin Ağaçları’nı mırıldanmayı bırakmadım. Bölüm yazısına başladım, bu defa Zeytin Ağaçları’nı sabitleyerek dinlemeye başladım. Yargı’nın #Yara etiketiyle huzurlarımıza gelen bu bölümde benim için tek bir parça vardı; o da sözleri Ahmet Ali Arslan’a, bestesi Şenceylik’e ait olan Zeytin Ağaçları’ydı. O kadar anlam içeriyordu ki etkisinden çıkamamak elde değildi. Bir de sizlere küçük bir sır vermek istiyorum. Yargı Melekleri'nden Bahar Kaya'nın şarkı söylediğini biliyor muydunuz? Bence Zeytin Ağaçları'nı bir de onun nahif sesinden dinlemelisiniz. Hadi, şimdi şarkıyı hep birlikte açalım ve yazıyı öyle okuyalım. Ne dersiniz? ;)


Artık şakayı bıraksak ha, ne dersin Engintoş?
 
Bölümü Engin’in ölmeden önce cezaevinde çektiği video ile açtık. Aslında geçtiğimiz bölümün finalini Engin bu videosu ile vermiştik. Büyük bir olasılıkla Ilgaz yemekleri alana kadar Ceylin videoyu çok kez başa sarmış. Belli ki bu süreci yerini değiştirerek geçirmiş. Tahminimce sinirlenmiş, ayakta birkaç adım atmış ve tekrar videoyu izlemiş. Son olarak da çalışma masasına oturmuş ve bir daha izlemiş. Bizlerin gördüğü zaman diliminde de Ilgaz’ın gelmesiyle birlikte videoyu kapattı.


Ceylin iç ses: Ben bu bilgisayarı ne yapsam da saklasam?

Ceylin’in ilk defa Ilgaz’dan bir şeyler saklamıyor. Ceylin zaten sürekli olarak Ilgaz’dan bir şeyler saklama gayretinde. Bir türlü bu yolda artık “yalnız” olmadığını aşamıyor. Aslında ikilimde olduğu için bu şekilde davranıyor. Engin’in beyanı ile suçsuzluğu kesinleşmişken yenilmişlik hissi baskın geliyor. Ceylin gibi bir kadın bu bilgileri asla hazmedemez. Bu nedenle Ilgaz’la gerçekleri paylaşmaktan kaçınıyor. Saklamasının yanında yeni yalanlar doğuruyor. Ancak saklamaya çalıştığı bilgiler ve beraberinde getirdiği yalanlar, Ceylin’i çok iyi tanıyan Ilgaz tarafından keşfediliyor. Ceylin’in suçlu gibi gözlerini kaçırması, sürekli panik hâli Ilgaz’ın dikkatini daha çok çekiyor. Ceylin bu şekilde davrandıkça Ilgaz’ın içine şüphe tohumları birer birer düşüyor.


Kaderde yanlış arabanın arka koltuğunda oturmak varmış..
 
Kaya’ların cephesinde tüm bunlar yaşanırken Tilmen’lerde ise durum farklı bir hâl aldı. Geçtiğimiz bölüm finalinde Eren’in Yekta’yı gözaltına almak istemesine aşırı mutlu olmuştum. Lakin iş gözaltına alma amacından çok farklı yerlere saptı. Bu işte Ceylin’in parmağı olmasına aşırı üzülüyorum. Tamam, bu adam her şeyi yapabilecek kapasitede biri. Ilgaz’ın, Ceylin’e “bel altından vurmadan” yapacağız diyerek ifade etmek istediği durum tam da buydu. Yekta ifade vermek için adliyeye götürüldü. Normal şartlarda bu haberi alan Ceylin, Yekta’nın “yenilgisini” görmek için mutlaka adliyeye Yekta’dan önce giderdi. Hatta ölüm kalım meselesi hâline getirirdi. Ceylin’in bu tavrı Ilgaz’ın düş kırıklığını daha çok arttırıyor. Ceylin’e fazla sezdirmemeye çalışıyor, fakat hareketlerini sürekli sınamadan da duramıyor. Ilgaz içten içten Ceylin’e kırıldığı gibi içini büyük bir yetememe üzüntüsü kaplıyor. Ilgaz, Ceylin ofisten çıkana kadar bir umut, sakladığı her neyse söylemesini bekledi. Son ana kadar o şansı Ceylin’e tanıdı.


Yarımsın; ama tam karşımdasın
Tam karşımdasın; ve yarımsın...*
 
Hani olur ya, kendimizi sevdiğimiz kişiye karşı o kadar suçlu hissederiz ve gerçeği söylemekle söyleyememek arasında arafta kalırız. Söylediğimizde vicdanımızı rahatlatırız ama, sevdiğimizi hayal kırıklığına düşürmekten başka bir işe de yaramaz. İşte, Ceylin’in içine düştüğü vicdan çukuru da böyle bıçak sırtı bir mesele. Ya beyazı seçip tüm olanlara seyirci kalacaktı ya da siyah olup olayları istediği gibi yönetecekti. Yarını düşünmeyerek Ceylin bu defa da siyahı seçti ve adalet kalemini kırdı. Ilgaz çaresiz bir şekilde sessizliğini korumak zorunda kaldı. Tabii ki insan sevdiğine, âşık olduğu adama her istediği ânda “seni seviyorum” diyebilir. Bunda hiçbir sıkıntı yok. Burada esas gerildiğimiz konu Ceylin’in gerçekleri Ilgaz’dan saklama çabası ve vicdanını huzura erdirmek için “seni çok seviyorum” demesi oldu. Ceylin bu cümleyi vicdani kaygı ile kurdu. Yapacağım her şeye rağmen seni seviyorum ama, bildiğimden de şaşmayacağım. Kısaca bu cümlenin meali buydu. Kapanan o kapının ardında hayal kırıklığında boğulmuş bir Ilgaz kaldı. Ceylin’in giderken dönmesiyle Ilgaz içinden birazcık da olsa Ceylin bu defa saklamaz, diye geçiriyordu. O ânın resmini hiç unutmayacağım. Koca bir düş kırıklığıyla baş başa kaldı.

 
Başsavcım n’olur kabul etme (Küçük Emrah tonlaması)
 
Pars, gerçeklerin peşinden gitmekten çekinmeyeceğini çok iyi bilecek kadar Ilgaz’ı tanıyor. Başsavcı Melih’in odasına itiraz etmek için gitmesinin de sebebi bundan kaynaklanıyor. Bir de işin rakip boyutu var. Ilgaz’ın varlığına tahammül edemeyecekmiş gibi bir tutum sergiliyor. Belli ki Ilgaz’ın tarafsız yerden olaylara bakmasının yanı sıra, işini kusursuzca icra etmesine karşı da bir alerjisi var. Ne cüretle Başsavcı Melih’e gidip Ilgaz’ın göreve geri dönüşüyle alakalı fikir beyan eder? Pars’ı karakter olarak doğru yerde bulsam da bu davranışıyla benden sarı kartı alıyor. Başsavcı Melih’e teessüflerimi iletiyorum. Yahu, Ilgaz’ı istifa etmeye kim mecbur bıraktı? Yekta, Pars ve Melih Başsavcı elbirliği ile Ilgaz’ı çıkılmaz bir yola soktular. Tabii ki o an için istifa etmek zorundaydı. Karısının suçsuzluğunu adalete karşı aklayabilmek için her şeyi göze aldı. Şimdi gelmiş “En baştan beri savcılıktan ayrılması hataydı Ilgaz’ın,” diyor. Velev ki Ceylin, Engin’i öldürdü. Başsavcı Melih, o zaman da aynı düşünceye sahip olacak mıydı?


Beni tutuklatacak "adam" annesinin karnından daha doğmadı!
 
Pars, Yekta’nın ifadesini alırken önünde toplanan bilgiler, Yekta’nın cezaevine girmesine sebep olabilecek kadar güçlü deliller değildi. Büyük olasılıkla delil yetersizliğinden zamanı dolunca serbest bırakılacaktı. Tabii olaya Ceylin müdahale etmeseydi. Laçin’in hesabından yüz bin lira çekmesi olayına daha sonra değineceğim. Ama, öncelikle Yekta’nın şu “varlıklı bir aileyiz ya” ifadesine gelmek istiyorum. Ekonomik kazançları hatırı sayılır ölçüde olan kişiler tabii ki yüz bin gibi küçük meblağların sözünü dahi yapmaz. Önemsemezler. Ancak, Yekta Tilmen gibi bir adamdan söz konusu olunca insan bir durup düşünmüyor değil.


Engin, öldün sen. Yoksun!
 
Engin’in videolu itirafından çok önce Laçin’i ne ile tehdit ettiğini hepimiz tahmin etmiştik. Laçin de büyük olasılıkla – ki bu Ceylin’e yaptığı konuşmasında ortaya çıktı– sus payı olarak parayı hesaptan çekti. Laçin ve Ceylin’in bilmediği gelişme ise Engin’in o parayı kaçmak için kullanması. Adam öyle bir “manyak” çıktı ki kendini öldürmek için tetikçi tutmuş! İnanabiliyor musunuz? Bu korkunç bir ruh. Gelişmeleri öğrendikçe Engin’in ölmüş hâlinden bile ürküyorum. Kanım çekildi. Adamın ölüsü bile rahat vermiyor. Allah aşkına böyle bir plan kimin aklına gelebilir? Normal zekâ skalasına sahip her kişi, Engin’in o parayı Laçin’den kaçmak için istediğini düşünürken karşımıza bambaşka bir tablo çıkıyor.


Bin bir surat Engin!
 
Cümleme “Bi´ rahat vermedin Engin!” diyerek başlamak istiyorum. Onur Durmaz’ın oyunculuğuna, oyuna girme gücüne doyamadım. Aynı şeyi Engin için söylemeyeceğim.  Sanırım bizler doyamadıkça da Sema Ergenekon, Engin’i bir şekilde tekrardan hatırlatıyor. Latife bir yana, videonun başından sonuna kadar nutkum tutularak Engin’i izledim. Tamam, Engin’e yazılan hikâye ve onu bize aktaran göz de oldukça önemli. Ancak, Engin’i Onur Durmaz’dan başka biri oynamazmış gibi geliyor. Bir kez daha bu konuda Mine Güler’i gönülden tebrik ediyorum. İyi ki Engin rolü için Onur Durmaz düşünülmüş. Bizlere oyunculuğu ile muazzam bir haz veren yeni bir ekran yüzü kazandırdılar. Aslında Onur Durmaz için “yeni yüz” demek haksızlık olur. Onur Durmaz için çoğu Prime Time izleyicisinin ilk kez denk geldiği tabiri daha makul olacaktır. Çok yakında yeni bir projenin içinde kendisini izleyebileceğiz. Şimdiden merakla gelişmeleri takip edeceğim ve böylece tekrardan Engin’e maruz kalmamış olacağız. :D




* Ahmet Ali Arslan & Şenceylik - Zeytin Ağaçları
* Oruç Aruoba - Ay'ya


BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER