Zaten başım dönüyor, seni fazla kaçırmışım... *
Yine bir bölüm sonunda sizlerle beraberiz. Bu hafta komedi yönü bir iki tık daha az bir bölüm izledik. Sanıyorum birtakım belirsizlikler netleştirilmeye çalışıldı. Bunun yanında gelecek bölümlere kapı açacak da birkaç konu işlendi. Daha hareketli bölümler izlememiz adına bir geçiş bölümüydü sanki.

Bölümü bıraktığımız yerden açtık. Çiftimiz aralarındaki enerjinin planladıklarından daha farklı bir forma dönüştüğünün farkına varmaya başladı. Ne demişler? Hayat sen planlar yaparken başına gelen şeylerdir, değil mi? Bu çekim şüphesiz ikisinin de planlarında yoktu. Yoksa alınacak risk değil vallahi.


Güzel bakan güzel görenler kulübüne hoş geldin Serkan Bolat

Eda’nın nişan için tercih ettiği elbise gerçekten çok kötüydü, ettiği ima yollu hakaretler hariç Aydan Hanım’a bu konuda sonuna kadar katılıyorum. Ama yani ben olaya mücevheri eksik ya da çok sade gibi bakmadım hiç. O etek kısmı korkunçtu… Geçen bölümde görünce “Neden daha zarif bir tercih yapılmadı?” diye düşünmüştüm. Meğer bu bölümdeki sosyete çetesi daha rahat eleştirebilsin diyeymiş. (Ayrıca fakirlikle ne alakası var, safi zevksizlik bence…) Eda’nın hem Aydan Hanım’a, hem de konuklara karşı kendini ezdirmeyişi ve Serkan’ın da onun bu tavrından rahatsız olmayı bırakın hoşuna gitmesi kısımlarını sevdim. Ama açıkçası Eda’dan salt saldırganlık harici daha zekice ve dimdirekt değil alttan alttan laf geçirecek cevaplar vermesini beklerdim, böylesi o karakter için çok basit geldi bana. Tabii bir noktada dayanıklılığını kaybedip kaçması ve Serkan’ın onun peşinden gittiği sahnedeki diyaloglar hoştu. Onu güldürmek için yaptığı küçük sihirbazlık numarası ve çocukluğundan sunduğu küçük anekdot yüzümü gülümsetti. Bence onların ilişkisinde büyük olaylar değil de böyle küçük küçük isimsiz adımlar daha hoş, daha kıymetli oluyor. Genel olarak ilişkilerde de en çok sevdiğim şey bu küçük “ân”lardır ama böylelerinde daha da çok seviyorum. Aşkın henüz adının konulamadığı ama tarafların birbirini kırmamaya özen gösterdiği, bir nevi nazikçe tanışmaya çabaladığı sahneler… İzleyiciyi kandırma amaçlı “ters” köşeler, gereksiz olaylara sebebiyet veren yanlış anlaşılmalar, haddinden fazla yakın üçüncü kişiler gibi durumlara yer verilmediği müddetçe bu süreç alabildiğine uzatılabilir. Sonuçta âşkın en büyük itiraf cümlesi “Seni seviyorum.” değildir. “Seninleyken daha iyi oluyorum, bana iyi geliyorsun.” aşaması, sade dile getirilmekten de öte karşı tarafa hissettirilmesi… Benim sevmekten anladığım şey herkesle aynı olmayabilir, belki de siz bana katılmıyorsunuz. Olabilir, farklı düşünenleri yoruma alalım.

Eda’nın Serkan’ın babasıyla kim olduğunu bilmeden tanışması detayı benim hoşuma gitti. İkisi arasında güzel bir bağ kurulacak ve baba oğulun ilişkisini iyileştirmede en büyük rol Eda’ya ait olacak bence. Aydan Hanım’ın yaptığı konuşmanın da hakkını yemeyelim şimdi, ideal bir karakter olmasa da gerçekten çocuğuna değer veren bir anne olduğunu söyleyebiliriz. Neslihan Yeldan’a bayılıyorum. Sahte Prenses, Kiraz Mevsimi ve özellikle de İstanbullu Gelin’deki Senem rolüyle bayıla bayıla izledim. İyi olmaya hazırsa Neslihan Hanım’ın güzel hatırına Aydan Hanım’ı da sevmeye hazırım, lütfen ileride kendini sevdirecek şeyler yapsın. Bu arada her ânında yanında olan Seyfi karakterine de bayıldım, Alican Aytekin’e kocaman sevgiler. Ve bana da bi Seyfi alabiliyor muyuz?


Nişandaki dans sahnesine bayıldım. Kenan Doğulu’dan “Tencere kapak” şarkısının çalmasını beklemiyordum açıkçası ama devamında izlediğimiz sahnelerle o kadar bağdaştı ki dayanamamış ve başlığa da hoş bir cümlesini koymuş durumdayım. Dizinin müziklerine ilk bölümden beri bayılıyorum, Aytekin Ataş cidden iyi yapıyor bu işi. Jenerik müziği hele çok güzel. Neyse ben yine övgüye kaptırdım, çok övünce ilginç ilginç yorumlar geliyor hele bi gülüm bismillah, yoruma geri dönelim. Dans sahnesindeki dumanlar arasında kaybolma detayı hoştu, güzel düşünülmüştü. Ama ben olsam ne yapardım diye düşündüm. Bizimkiler kalktıktan sonra diğerleri de dansa kalkardı ama bizimkiler dumanların arasında herkesten soyut gibi dururdu sanırım; klasik kararma ve etrafın boşalması olayı değil de kalabalığın içinde bir olma, dumanların arasında bir görünüp bir kaybolan soyut bir “biz” ifadesi… Gözler arada etrafı görür olsa sonra yeniden tek olsalar hani o ikilinin kafası karışık ve kendini tutmaya çalışan, zihinlerinin yok sayma mücadelesi veren hâlini daha güzel bir şekilde açığa koyabilirdi diye düşünüyorum. Görebilen izleyici için güzel bir detay…

Akşamın devamında Eda ile birlikte paylaştıkları zaman dilimi Eda’nın Serkan’ın gerçek kendisine, maskelerden arınmış dünyasına doğru açılan hoş bir pencere oldu. Beraber yıldızları izledikleri sahnede Eda’nın da Serkan’ın tutku duyduğu şeylere ilgi göstermesi, Serkan’ın onun tutkularına gösterdiği ilgi ve desteğin bir benzerini sergilemesi Serkan gibi bir karakter için de önemli bir detaydı bence. Duygularını sorgulayacağı dönemde bu sahneleri hatırlaması muhtemel. Ertesi gün bambaşka bir Serkan Bolat izledik. Evet, verdiği tepki bize çizilen karakterle tutarlıydı. Onun gibi kaybetmeye tahammülü olmayan biri için “başı sonu belli” ve “kaybedilmeye mâhkum” bir savaşa girmek kabul edilemez bir durum. Ama bu sahneden önce kısa da olsa onun bu korku ve sorgulama duygusunu daha net görebileceğimiz bir sahne izleyebilmeyi dilerdim, öyle bir sahne olmuşsa ve ben arada kaçırdıysam lütfen yorumlarda benimle bulunduğu yeri belirtin ki izleyeyim, çünkü gerçekten o kısım bende sahne kesilmiş hissi uyandırdı. O derece eksik geldi. Gün boyu Eda’ya karşı olan davranışları ve ettikleri kavga bu kesinti gibi duran duruma karşın anlaşılırdı. Ayrıca fragmanda görünce çok sinirlendiğim “Bunun sadece bir oyun olduğunu unutma ve rica ediyorum sözleşmenin sınırlarını daha fazla zorlama.” sahnesi bölümde izlediğim zaman beni rahatsız etmedi, orada Serkan’a kızamadım. Çünkü eminim zamanla Eda’nın da anlayacağı üzerine o sözleri haykırdığı ve kızdığı kişi Eda değildi, tüm bunların bir oyun olduğunu unutmaktan ve kendini kaptırmaktan deli gibi korkan kişi bizzat Serkan Bolat’ın kendisiydi. Ve nitekim bunu farkına vardığında da yaptığı bu zulme son verdi.



Geçen yazıda da bahsetmiştim. Serkan karakterini bana sevdiren şey dev gibi görünen egosunu sevdiklerine yöneltmiyor oluşu. Özür dilemeyi küçüklük göstergesi sayan toplumumuzda samimi bir şekilde özür dilemekten korkmayan insanlar benim gözümde çok yüksek bir mertebeye ulaşıyor. Gönül almayı bilmesi, kırgınlıkları boşvermemesi, zamana bırakmaması benim çok hoşuma gidiyor. Sirius’u bahane ederek Eda’yla yürüyüşe çıktığı sahne o kadar hoştu ki… Yaptıkları konuşma, kendini açıkça ifade etme çabası ve tabii ki arada verdiği, Eda’nın da gözünden kaçmayan ufak fireler. Bu ikili arasındaki koyulamayan mesafeyi de sevdim. Çok dizide izledik böyle uzun uzun bilmem kaç bölüm mesafeli duruşlar, arada kaçak kaçak bakışma sahneleri, gereksiz kıskançlıklar, tripler, oyunlar, anlamsız ve hep bölünen yakınlaşma sahneleri vs vs Anlatırken bile içim daraldı, izlemeye katlanamazdım. İzleyenler bilir, geçen yazın Afili Aşk dizisinde de yapılan hata buydu. Eğer o saçma sapan ve temelsiz ayrılık konusu bölümlerce uzamasaydı o iş çok kaliteli bir işti, ömrü çok daha uzun olabilirdi. (Hâlâ “Afili Aşk Yeniden”, “Afili Evlilik” gibi bir isimle ekipten bi’ sürpriz beklemekten kendini alamayan yazar üzüldü ama devam etmek zorunda olduğu için kendini toplayacak şimdi ve ta taa topladı.)

Kapanışta bölümde yer alan diğer detaylara da ufak ufak değinirsek eğer… Aydan Hanım’ın evden çıkamama durumu geçen bölüm çıtlatılmıştı, bu bölüm tekrar hatırlatıldı. Oradan dramatik bir hikâye çıkacak belli, nedense aklıma vefat eden bir abi gibi bir şey geldi ama farklı bir durum da olabilir tabii yine de rez al bekle. (Bu arada Ayfer karakterini canlandıran Evrim Doğan’ın da önceki işi olan Bizim Hikâye’de başlarda evden çıkamayan ama sonrasında bunu yenen bir kadını canlandırdığını hatırlayanlar? İlginç bir tesadüf olmuş onları böyle karşılıklı görmek.) Eda’nın her şartta onun yanında olacak Ayfer gibi güçlü bir kadının yeğeni olması büyük şans, Ayfer Hanım ayrılık uğruna taraf değiştirmezse Aydan Hanım’ın önünde dimdik duran hâliyle Eda’yı epey rahatlatır. Şu aşiret ve anne baba olaylarına n’olur reytingler tehlikeye girmediği sürece kış sezonuna kadar girilmesin. Oradan kış sezonundaki dramalarla yarışabilecek bir kurgu çıkartılabilir, ama yazın olmaz. Yazın böyle hafif romantik komedi tarzı daha çok izlenir. Tabii kışın da dramın cılkını çıkarmayın, hâli hazırdaki izleyici kitlesi kaçmasın değil mi? Bu tür bir hikâyede dramın dozu çiftin arasına ayrılık düşürmeyecek düzeyde tutulmalı, gerekiyorsa herkes onları düşürsün ama onlar yine birbirlerine tutunarak kalksınlar. Niye diye soranlara ultra profesyonel cevabım geliyor: Çünkü periniz ayrılık dramlarına katlanamıyor, ışık hızıyla kaçıyorum.


Hangimiz masallara inanmak istemiyor ki? ♥

Kaan Karadağ çetenin en zayıf noktasını buldu. İlerleyen süreçte Melek’in saf sevgisinin ve iyi niyetinin onu iyileştireceği sahneler izleyerek ters köşe olmayı o kadar isterim ki… Bu periniz de mutlu olur mu dersiniz? İhale tarafına gelirsek Serkan’ın Kaan’a yaptığı oyun güzeldi ama şirketteki saftiriklerden daha akıllı olan izleyici unutulmasa, ters köşe olması için biraz daha uğraşılsa daha iyi olur muydu? Valla hoş olurdu.

Nişanda da Engin ve Ceren ikilisine ufak bir giriş yaptık, vallahi olur mu olur. Bizim kızlar çetesinin hayalleri ve Serkan’ın deyimiyle “tutkuları” olan kişiler olarak yazılmaları hoşuma gidiyor. Karşı tarafın da bunu fark etmesi ve kıymet vermesi günümüz beylerinden de beklediğimiz bir özellik. İzleyin de örnek alın e mi? Hadi bakim, güzel güzel… Fifi’nin gizemli bir mesleği olduğunu öğrendik, ajan majan çıkmasın bu kız ayol? Bekleyelim görelim.

Bu bölüm genel olarak yazının başında da dediğim gibi bir “boşlukları doldurma” bölümüydü. Dozu abartılmazsa gerekiyor arada böyle bölümler, yerini zamanını şaşırmasak kafii. Eda’nın neden okuluna devam edemediği konusunda da ufak bir değinildi ama neden devlet okuluna geçmeyi tercih etmediği sorusunu unuttu sanırım Serkan beyimiz. Eee, zengin aile çocuğu ne bilsin devlet okulunu değil mi? 


Serkan: "Oh, yerimiz rahat bakıyorum..."

Son sahnede olayların artık iyice karışıp patladığı ve Eda’nın ani büyük stres uyku-bayılmasıyla Serkan’ın kollarına yığıldığı yerde bitirdik. Bir bahaneyle aynı evde kalmaya başlamaları olayı yani daha fazla sahne için olabilir belki ama çok da lazım mıydı bilemedim. Bu Selin meselesi de benim kafamı karıştırıyor. Selin Serkan onunla bir gelecek düşlemediği için ondan ayrıldı, Serkan şu ân bir ışık yaksa hemen koşmaya hazır hâlde bekliyor. Yani Serkan için kaybedilmiş bir durum yok ki bunu kaybetmeme takıntısına bağlayalım. Saçma yani. Selin’i nişandan vazgeçirmek yerine kıskandırarak ümidini kesmesini ve evlenmekten vazgeçmemesini sağlamak daha mantıklı bir sebep gibi geldi bana. Herkese aksini, Eda’ya baya bi aksini söylediği hâlde içten içe bu sahte nişanlılığın asıl sebebinin bu olduğunu düşünmek istiyorum.

Sonda fragman verilmemesi hariç beni mutlu eden, güzel bir bölümdü. Bütün günün yorgunluğuna rağmen odağımı yeniden toplayıp bu yazıyı bana yazdırabildi, zihnimi rahatlattı. Tüm ekibin emeğine sağlık. Geçen yazının sitedeki yorumlarına dönemedim, telefondan giremiyorum çünkü oraya. Ama okudum, mutlaka hem olursa eğer bu yazının altındaki yorumlara hem de önceki haftanın yazısına gelen yorumlara müsait bir zamanımda muhakkak bakacağım. Twitter ve Instagram DM ve yorumlarınıza da fırsat buldukça geri dönüş yapmaya çalışıyorum. Kafamın yorgunluğundan ve doluluğundan ötürü biraz rötarlı olabilir ama muhakkak olur. Beni takip edenlerin fark ettiği üzere konuşmayı da yazmayı da çok seven bir insanım. Yeter ki yeterli vaktimiz olsun…

Sevgiyle, ümitle ve sağlıkla olabilmesi adına mümkünse evlerinizde kalınız efenim.
Periniz

*Tencere Kapak / Şarkı / Söz & Müzik: Kenan Doğulu

BUNLARI DA SEVERSİN

BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER