“Kalbim senden başka kimseyi kabul etmiyor.”
Başka bir hayatı ya da başka bir ihtimali hiçbir zaman kabul
etmedi kalpleri. Sevmemek ya da istememek de değildi; bu, kabul edememekti.
Tıpkı bedenin kendine ait olmayan bir şeyi içine aldığında huzursuzlanması
gibi, kalpleri de yabancı olana direniyordu. İçlerinde birbirlerine ait olmayan
bir şey varsa onu tutamazlardı. Birbirlerinden başka tek bir şeyi
tutabilirlerdi: birbirlerine ait bir parçayı. Artı birlerini.
Bunun hayalini ilk kurduklarında
henüz çok gençlerdi. Pek çok acıyı henüz yaşamamış, içinden geçmemiş, hayatın
onları nereye sürükleyeceğini bilmiyorlardı. Ta o zaman bile içlerinde bir aile
olma isteği vardı. Belki de içine doğdukları ailelerden memnun olmadıkları
için, kendilerine ait bir yer arıyorlardı. Yalnızca birbirlerinden çoğalan,
sadece ve sadece onlara ait bir aile.
Her çift doğacak çocuklarının onlara benzemesini ister
ancak bence Şahin ve Nare’de durum biraz farklı. Sekizinci bölümde verilen
flashback sahnesinde Şahin ve Nare; piknik yapmak için oturmuş güzel havayı
içlerine çekerken Nare, havanın güzelliğinin ve içinde bulundukları huzurlu
anın ona yaşadığını hissettirdiğine dair bir cümle kuruyor. Bu sahnenin
üzerinden çok fazla zaman geçmesine rağmen neden insana yaşadığını
hissettirdiğini hatırlıyorum. Şahin ve Nare’nin evlenmeden önceki her
buluşması doğanın içindeydi, piknik sahnesinde de olduğu gibi. Bir evde değil,
ofiste değil, konağın gizli köşelerinde de değil; doğanın içinde. Bu bende her
zaman doğallık hissini uyandırmıştır. Yani aslında her şey geçip gittiğinde
onların hala orada; Hasankeyf’te, suyun kıyısında, toprağın üstünde ya da
ağaçların altında birlikte kalacak olmasını. Özüne dönmek gibi.
“Bana yaşadığımı hissettiren sensin. Nefesim de sensin.”
Şahin ve Nare’nin dizinin başında yayınlanan karakter
tanıtımlarında çok iyi tanımlandıklarını düşünüyorum:
“Albora'nın sert rüzgarında savrulan bir yaprak sanki
Nare. Duygusal yapısını korumaya çalışırken yediği darbelerden koza örmüş
kendine. Korunmaya çabalıyor.”
“Nare’ye aşık... Hep aşıktı, hala aşık...”
Albora’nın sert rüzgarında savrulan bir yaprak Nare; o
yaprak nereye savrulursa savrulsun, izini süren ise Şahin. Ona yaşatılanlar
sebebiyle kendine bir koza örmek zorunda kalan ve bu kozanın içine kendine dair
hiçbir şeyi almayan genç bir kadının bir başkasının onu nefesi gibi görmesine,
onu böylesine büyük sevmesine neredeyse inanamıyor Nare. Şahin’i deliler gibi
seviyor ama ona çocukluğundan beri öğretilen sevgi kavramı o kadar başka ki, bunu
kendi içinde anlamlandıramıyor. Daha doğrusu, uzun süre anlamlandıramadı.
Yaptığı, zorunda kaldığı ve kendi suçu sandığı onca şeyden sonra Şahin’in hâlâ
onu sevmesine ve bir yerlerde hala onu bekliyor olmasına inanamıyordu. Bu
yüzden de onu hep kendinden uzak tutmaya, başka bir hayatta mutlu görmeye
hazırladı. Kendini o kadar sevilmeye layık görmüyor ve Şahin’de bulunan
koşulsuz sevgiye o kadar hayran ki bir gün bir çocukları olursa Şahin’e
benzesin istiyor. Seveceği herkesi nefesi gibi sevsin, kendi gibi mahrum
kalmasın istiyor.
Şahin’in ise tek arzusu Nare. Onu hayata bağlayan, nefesi
olan Nare’yi çoğaltma arzusu… Çünkü ondan bir tane daha olursa, hayatta
tutunacak iki dalı, içine çekecek iki nefesi olacaktı. Yalnızca kocaman siyah
gözleri olan, uzun ve dalgalı saçlı, güzel gülüşlü, bir kızı olmasını
istemiyor, Nare’den bir kızı olsun istiyor. Yaşadıkları topraklarda erkek çocuk
kıymetliyken, kız çocuk kıymetsiz sayılırken; üstelik Nare kız çocuk olmanın
yüküyle büyümüş, kendini değerli bile hissetmemişken, aşiretin tek oğlu Şahin’in
onun gibi, ona benzeyen bir kızının olmasını istemesi Nare’yi her zaman
büyülüyordu ve Şahin’in bu tutumu Nare’nin ona neden âşık olduğunun ve bunca
yıl aşık kaldığının sebebiydi. Vücudunda ona ait bir parçayı taşımayı hep bu
yüzden istedi.
“Şahinden olmasını çok isterdim… Çok…”
Nare’nin herkese hatta kendine bile Şahin’den vazgeçmiş gibi
görünmek zorunda kaldığı ve bu yüzden bir başkasıyla evlendiği fikrindeydim
hep. Bir çare bulamayınca teslim olmuş gibi. Şahin’in bedeni, Nare’den
başkasına dokunamayacak kadar sadıktı ama Nare’nin hikâyesinde de bedeni hiçbir
zaman özgür değildi. O adamla birlikteyken de ondan hamile kaldığında da
kalbinin bir yerinde hâlâ Şahin vardı. Bu yüzden mesele bebeğini istememek
değil; içinde ona ait olmayan, ait olmadığı bir hayattan bir parça taşımak
zorunda kalmaktı Nare için. Dünyanın en zor yüklerinden biri bu. Ve evet, o
çocuk doğsaydı Nare yine çok iyi bir anne olurdu ama iyi anne olmak içindeki acıyı
yok etmezdi. Nare için artı bir fikri, ancak ve ancak Şahin’den olursa
tamamlanır; anlam kazanırdı.
“Seni hiç bırakmam Şahin. Ben zaten seni hiç bırakmadım
ki, sen hep benim kalbimdeydin.”
Bebeklerin dünyaya öylece gelmesi hep garip gelmiştir. Kime
ait olacağını bilmeden, aileleri onları, hatta en önemlisi birbirlerini seviyor
mu bilmeden, neyin içine doğduğunu bilmeden… Bence bebekleri en masum kılan şey
de bu, bilinmezlik. Hiçbir bağa, hiçbir suça, hiçbir yaraya dahil olmadan;
sadece bir ihtimal olarak var olmaları. Şahin ve
Nare’nin hikâyesinde bebek meselesinin başından beri bu kadar merkezde ve bu
kadar kıymetli olmasının sebebi de bu. Çünkü o ihtimal, bir gün onların yaralı
dünyasına değil; birbirlerine duydukları saf sevgiye düşecekti. Şahin’in
kendisinden olmayan bir ihtimali kurtarmaya çalışması da bu konuya paralel
aslında. O ihtimal kendisine ait değildi ama masumdu. Ve Şahin, masum olan
hiçbir şeyin yitip gitmesine izin verebilecek biri değildi; hele ki o masumiyet
Nare’den bir parça taşıyorsa. Bu sahne bile bile tek başına Şahin’in sevgisinin
neye benzediğini anlatmaya yetiyor aslında. Derdi baba olmak bile değildi
hiçbir zaman; Nare’yi ve onun taşıdığı her ihtimali hayatta tutabilmekti.
“Nolur hamile ol.”
Nare’nin hamilelik ihtimalinin doğduğu son bölümde, Şahin’in
bu ihtimal için adeta yalvarması, kendini ilişkide nasıl bir konuma koyduğunu
da gösteriyor. Sanki bebek yalnızca Nare ile ilgili, hayatındaki her şeyin Nare
ile ilgili olması gibi. İkisinden dünyaya gelecek bir kız çocuğunun, her ne
kadar zor ve psikolojik olarak ağır bir dünyanın içine doğacak olması
muhtemelse de yine de dünyanın en mutlu kız çocuğu olacağını düşünüyorum. Çünkü
Şahin’in Nare’ye duyduğu sevgiyle, Nare’nin Şahin’e duyduğu bağlılıktan doğacak
bir varlığın sevgisiz olması neredeyse imkânsız.
Bir
Japon bir efsanesine göre güneş ile ay bir zamanlar birbirine âşıkmış. Biri
doğarken diğeri battığından yolları hep ters düşermiş. Tanrı da bu imkânsız aşk
için bir mucize yaratmış: tutulma. Ve insanlara gerçek sevgi için imkânsız diye
bir şey olmadığını hatırlatmış.
Şahin ve Nare, güneş ve aya benziyor. Normalde yan yana
gelemeyecek kadar yaralı, ayrı düşmeye mahkûm iki hayatın, kısa bir anlığına
bile olsa kesişmesi gibi. Belki de bir çocuk, tam olarak budur: İki ayrı
dünyanın tutulması. Çocuklar bir mucize değillerdir ama tutulmadan doğan bir
ışıktır.
Eda Akça