Aşk ve Gurur, orijinal ismiyle “Gurur ve Önyargı”, Jane
Austen’ın meşhur romanı. Bay Darcy Serkan gibi içten zarif, dıştan robot görünümlü;
Elizabeth de Eda gibi dik başlı, gururlu, özgürlüğüne düşkün ve gerektiğinde
lafını esirgemeyen bir karakter. Bölüm
etiketi üzerinden düşündüğümde yazıya giriş yapmadan önce raftaki tozlanmış
kitaba üfleyerek biraz sayfalarını karıştırmak istedim. Elizabeth daha ilk
görüşten “Bay Buzdolabı” diye tanımlar Darcy’i. Zamanla Bay Darcy’nin Elizabeth’in
duvarlarına çarpa çarpa kendi kabuğunu kırdığına şahit oluruz. Aşk iyileştiren
bir şeydir. Darcy’nin dönüşümüne Elizabeth de eşlik eder. Tabii onunki Darcy’nin
savaşından daha zorludur. Çünkü kişinin kendi doğrularıyla olan savaşı
kazananla kaybeden arasında çok ince bir sınır bulundurur, kişi ancak gerçek
bir neden için bu sınırda kalma riskini göze alabilir. İkili içlerinde büyüyen
ve onları saran bu gerçekten başlangıçta kaçmaya çalışmış olsalar bile bunda
başarılı olamazlar. Çünkü dünya üzerinde cesur olmaya değecek tek bir neden
varsa bu da sevgidir. Kitabın sonunda (dikkat spoiler) gurur aşkın karşısında
önemini yitirir.

♥
Eda ve Serkan da modernize edilmiş bir Elizabeth ve Darcy
gibiler. Tabii, biraz daha hareketli ve şimdilik daha az romantik olduklarını
da söylemeden geçmemek gerek. ^^ Şu ân birbirleriyle savaşmayı bıraktılar, kendi
içlerindekiyle savaşmaya çalışıyorlar. “Çalışıyorlar” dedim çünkü az evvel de
dediğimiz üzere bu kolay bir iş değildir. Kendini çözmeyi ilk başaran Eda
oluyor. Dışa vurmamak için çaba gösterse de içindeki şeyin ne olduğunu biliyor
artık. Ama bundan kendini korumaya çalışıyor.
Çünkü Serkan’ın kendisi de buna dahil
olmak üzere hiçbirimiz Serkan Bolat’ı çözemiyoruz. Kızı “onunla birlikte olmaya
katlanamamakla” suçluyor ama kalmak için bir neden de veremiyor ona. Evet,
gerçekten bir şeyler için çabalıyor. Eda da bunları görsün istiyor ama nedenini
temellendirmekte yetersiz kalıyor. Kalsın istiyor ama niçin? Kalmak sadece
bedenen yapılan bir eylem değil ki Serkan. Birini kelepçe zoruyla yanında
tuttuğunda o seninle kalmış olmaz ki, yalnızca bileklerindeki kelepçe
çözüldükten sonra tüm inatlaşmalarını unutarak seninle durmayı seçmiş biri için
bahsedebilirsin bu kalma eyleminden.
“Nasıl oldu da beni sevdin? İlk başlangıcı nasıl oldu bu işin? Bir kez
âşık olduktan sonra beni sevmekte devam edişini çok iyi anlayabiliyorum. Ama
ilk başta seni bu aşka düşüren ne olabilir?”
“Aşkımın temelini oluşturan saati, dakikayı, yeri, olayı, sözü, bakışı
kesin olarak bilemeyeceğim. Çok zaman geçti aradan. Zaten ben işin farkına
varıncaya dek bir de baktım ki yolun yarısına ulaşmışım.” **

Serkan’ın Eda’yla birlikte geçirdiği dönüşümü hiçbirimiz
inkâr edemeyiz. Gerçekten epey yol kat etti. Ama bunlar her seferinde Eda’nın ya
da bir başkasının zorlaması hatta bu özür olayında olduğu gibi adeta suratına
karşı haykırması ile oldu. Eda etrafında olmadığında Serkan yine o eski
çekilmez hâline dönüyor. Seyfi olmasa kös kös oturuyor, Engin tepki göstermese
maille (what the??) özür dilemeye kalkıyor, Ayfer hala olmasa dümdüz bir çiçek
bırakıp gidecek. Yahu Serkan, o üzerine yatmaya çekindiğin kalp bile kendi
ritmini kendi başlatabiliyor; iş hayatında herkesin zekâsına hayran olduğu sen
söz konusu insan ilişkileri olduğunda niye hiçbir şeyi tam anlamıyla kendin
düşünüp halledemiyorsun? Eda’ya gittiği için kızarken 44 gün sonra değil de
şimdi gittiği için kızdığını söylediğinin farkında mısın? Gitmemek için
sebepler bulmak kolay ama kalmak için durum öyle değil işte. “Biraz daha dur,
Selin geri gelince gidersin.” mesajı verdiğin biri için hele…
Serkan kendini keşfediyor. Kabuğunu kırabilmeye çalışıyor
demiyorum bakın, kabuğunu kırmak için kendini ikna etme aşamasında şu ân. Evet,
gerçekten de çok zor onun için birine “Seni istiyorum.” diyebilmek. Özellikle
de bu isteğini mantığına dayandıramadığı zamanlarda. Daha vücut ağırlığını taşıyabileceğine
dahi güvenmediği kalbinin sesiyle vereceği kararlara nasıl güvenebilir ki?.. Zamanla.
Peki, ne kadar zaman? Kalbinin kaburgalarının arasından süzülüp bir daha
dönmemecesine gideceğini hissedeceği âna kadar. İşte o zaman, adına kaybetme
korkusu dediğimiz o tipik his her yanını sardığında. İşte beyimiz o zaman
kendine gelecek. Tabii her şey için çok geç olmazsa diye edebi bir bitiş yapmak
isterdim ama yaz dizisi izliyoruz sonuçta, ekşına gerek yok. Son gün, son saat,
son dakika hatta belki son saniye kalsa bile yine Serkan doğru zamanı bulacak
belli de biz de çok beklemesek hoş olacak. :)

Bu bölüm yağmur sahnesinin havada kalması hariç seyir zevki
yüksek bir bölümdü. Aydan Hanım’ın Aytekin Bey ve oğluyla olan sahnelerinden
EdSer’in dağ evi romantik komedi sahnelerine, yatağın sol tarafına yatmak
yerine Eda’ya dönüp sonrasında onun uyku sersemi hâline maruz kalmayı seçen Serkan’dan
Engin’in korkaklığı sonrasında Pırıl ve Ceren’in kurulu sofranın tadını beraber
çıkarmalarına kadar her sahneyi severek izledim. Ferit’in de Eda’nın da koyduğu
tavır yerindeydi ve gördük ki Eda’nınki henüz ham olsa da ikisi de bu haklı
duruşlarının meyvesini aldılar.
Peri kızı hâlâ beyaz atını aramakta olan prensi affetti.
Artık gerisi prenste. O sokak lambasının altında tek başına oturup kayan
yıldızları mı izlemeye devam mı edecek yoksa sırtını dayadığı yıldıza mı
şükredecek bekleyip göreceğiz.
Yorumlarda buluşalım. Twitter ve Instagram DM kutum da hikâye
içinde hikâye anlatmamdan rahatsız olanlar hariç her güzel insana sonuna kadar
açıktır.
Sevgiyle, ümitle ve sağlıkla olabilmesi adına mümkünse
evlerinizde kalın.
Periniz.
* Git / Şarkı sözü: Sezen Aksu
** Aşk ve Gurur (Gurur ve Önyargı) / Jane Austen/ Can
Yayınları syf 442