Söylenemeyenler, yarım kalanlar, boğazımıza dek gelip
oracığa oturan yumrular… İnsanın gücü buralarda sınanıyor aslında. Dışarıya
karşı verilen savaşlar zannedildiği kadar zor ya da yorucu değil. Bir şekilde
gün bitiyor ve başınızı o yastığa koyuyorsunuz. Asıl olay bundan sonra
başlıyor. Kişinin kendiyle savaşı… Daha kendine veremediği cevapları
başkalarına nasıl duyurabileceği bilinmezliği… Evet. Birine “Seni istiyorum.” demek
o kadar da zor bir şey değil, fonetik olarak. Zor olan bu isteğin varlığına ve
karşı tarafta bulabileceği karşılığa dair öncelikle kendini ikna edebilmek.
Buraya kadar olan kısmı bazen birkaç ay, bazen birkaç yıl, bazense bir ömür...
Sonrası iki saniye. Kalp harekâtı
yapıldıktan sonra dudakların bir iki ufak hareketi işten bile değil.
Geçen yazıda konuşmuştuk Serkan’ın kendi içinde verdiği
savaşı. Bu bölümde de devam ediyordu aynı savaş. Cepheler yer yer değişiyor ama
cephane hep az, hep bir şeyler eksik… Evet, şu ân Eda bir savaşta değil. Onunki
sadece yanlış anlaşılmaların yanılgı gerçekliğinin getirdiği hüzün ve sonrası
hüznün kaynağına bu hüznün bulaşmaması için verdiği çabadan ibaret. Kendi içine
yara olan şey Serkan’ın içinde olmasın diye uğraşıyor. Kendini ondan
koruyamamışken onu ondan korumaya çalışıyor. Muhatabını yanlış yorumladığı
suskunluğu telafi etmeye çabalıyor ama dedik ya gözlerine inen perde doğruların
yanlışına götürüyor onu, “doğru”ların çalışmayacağı bir yerdeyken…

Bu bölüm Serkan’ın kendini Eda’ya layık göremeyişini net bir
biçimde gördük. Hayır, yanlış okumadınız. Kendini Eda’ya “layık” görmediğini
söyledim. Çünkü genelde baktığınızda mükemmeliyetçi insanların duruşlarının
altında bu gizlidir. Kendilerini içten içe bazı konularda eksik hissederler ve
bu eksikliği kendi öznelliklerinde kapatamadıkları için dış dünyaya belki
bilerek belki bilmeyerek bir duvar örmek isterler. Yapılacak tek bir hata bu
duvarda bir delik anlamına gelir, biri onların eksiklerini görecektir. Oysa “biraz”
dikkat ve özen onları koruyacak ve defolu yanlarını, korkularını gizleyecektir.
Güçtür bu kimilerine göre. Nesnel bir kusursuzluk… Altın orana uymak adına
yapılan estetik çalışmaları gibi. Doğru ama ruhsuz. Göz alıcı ama anlamsız.
İşte Serkan’daki durum da tam olarak böyle. Selin onun için “doğru”
çünkü tanıdık, bildik ve uyumlu. Uyum, var olan düzenin bozulmadan çizgisinde
ilerleyeceğine ve her şeyin en azından şimdikinden daha kötü olmayacağına dair
sağlanan bir teminattır. Serkan garantici bir adam, Selin onun gözünde böyle
bir yerde. Dengeleri sabit tutma, koruma rolünde. Oysa Eda hayatına girdiğinden
beri Serkan’ın tüm dengeleri bozuldu, Eda’ya da ifade ettiği gibi bambaşka
birine dönüşüyor onunlayken. Bir başkası yapsa “bozma” olarak ifade
edilebilecek bir eylem Eda’nın elinde bir müzik aletini akort etmek gibi bir
anlam kazanıyor. Başkalaşıyor, değerleniyor, anlam kazanıyor.
Eda Selin’in de Serkan’ın da sahip olamadığı bir gücü elinde
tutuyor: Yaşamak. Ama dolu dolu. Ama düşünmeden. Ama sadece hissederek. Ama
kalbinin sesiyle. Ama doğru yanlış umursamadan. Ama sadece içinden o ân öylesi
geliyor diye. Ama sadece bugünde ve şu ânda. Tam şu ânda.
Serkan Eda’yla birlikte bu eksiklerini fark etti. Merkezinde
gibi durduğu hayatın kıyısında kalakaldığını gördü ilk kez. Defolarıyla
yüzleşti ve hayran oldu ona. Uykusunda bile dokunmaya kıyamayacağı kadar,
fısıltısıyla okşayacağı kadar, kal dese kalamayacağını düşünecek kadar... Evet,
Serkan Eda’ya herkesin hayran olduğu kendisini layık görmeyecek kadar hayran
oldu. Onun içindeki yaşama sevincine kendi “robotik” hayatını yakıştıramadı. Bu
yüzden ona bir türlü diyemedi sayesinde bu robotun içinde de bir kalbin atmaya
başladığını. Söyleyemedi. Onun da kendisini yanına yakıştırmayacağına o kadar
emindi ki gideceğine emin olduğu birine dur diyemedi. Ama ona karşı zırhını
tekrar giyinmeye de gücü yok Serkan’ın. Eda Serkan’ın ağzından bir türlü
duyamadığı cümlenin varlığına bu kadar hapsolmamış olsa, gözlerindeki hüzün
perdesini biraz olsun aralayabilse fark edecek aslında onun bu değişimini. Ama
fark edemiyor. Zamanında nasıl Serkan bazı şeylerin suratına doğru
haykırılmasına ihtiyaç duyduysa şimdi Eda’nın da aynı şeye ihtiyacı var. Bunun
Serkan’ın bölüm sonunda Selin’e vereceği cevapla olmasını isterdim ama
görüyorum ki bunun için biraz daha bekleyeceğiz.

Bu bölümün ne desem bilemedim kişisi de Engin Beyimiz. Pırıl’a
olan duygularının geçmişte kaldığını ve şu ânkinin sadece bir takıntı olduğunu
kendine ifade etmekte zorlanıyor. Evet, yazıklarım olsun ki kendisi benim
shipimi bozarak Ceren’e yönelecek gibi duruyor. Ama bu süreçte biraz daha
sürünürse sevinirim. Hatta keşke iki kadın da onu böyle reddetse de finale
kadar dımdızlak ortada kalsa… Evet, periniz dengesiz tiplerden hiç hoşlanmıyor.
Ve evet periniz büyük ümitler bağlayıp onu yarı yolda bırakan tiplerden de
hoşlanmıyor. İkinci yazıklarım yine Engin’e. Oyunu öğrenmesi Serkan’ı harekete
geçirir, gidişata bir faydası olur sanmıştım. Ama yok! Tek lafı Serkan sen Eda’yı
seviyorsun. Hayır yani bunu Serkan da zaten içten içe biliyor. Eda’nın da onu
sevdiğine inanmaya ihtiyacı vardı, sağ olsun Engin Beyimiz bunu da beceremedi.
Tüm iş yine Eda’ya kaldı. Eda’nın da şu ân aklı yerinde olmadığı için gökten bi’
kurtarıcı melek bekliyoruz şu ân. Haydi hayırlısı…
Kaan karakteri tamamen mi gitti, yeni planlar kurmaya mı
gitti orasını henüz bilmiyoruz. Ama en azından çiftimiz kavuşana kadar az biraz
ötede dursa hoş olur. Alptekin Bey ve Aydan Hanım arasında yine
iletişimsizliğin sevgideki aşılamayacak tek engel olduğuna şahit olduk.
İkilinin birbirleriyle ve duygularıyla yüzleşeceği zamana kadar Alptekin Bey’in
bir “hata” yapmamasını diliyorum.
Serkan’ın kapıdaki görevliye “Sen okuyordun di’mi?” diyerek
gördükçe bahşiş vermesi, arabadaki Selin’le olan sahneye yapılan atıf ve Eda’nın
cevabıyla Serkan’ın yüzündeki gülümseme, Eda’ya uyurken yaptığı kısa konuşma
esnasında Eda’nın uyanık olması ve Aydan Hanım'la Eda'nın konuşması detayları güzeldi. Geri kalan detaylar için yorumlarda
buluşalım. Twitter, Instagram DM kutularım da her daim açık. Bazen gecikir ama
uygun dille yazılan bir mesaj asla cevapsız kalmaz. :)
Sevgiyle, “aşk”la, ümitle ve sağlıkla olması adına mümkünse
evlerinizde kalmaya devam edin.
Periniz.