İçimizde derin bir “Oh…” la kapattık bu bölümü. Geç
kalınmışlıklar, Engin’in Ceren’e söylediği gibi artık bir anlamı kalmayınca
dilenen özürler, kaçırılan duraklar, hoşça kalamamalar… Bunların korku bulutu
sarmış hâlde geçen bir bölüm. Gerçi biz fragmandan sebep biliyorduk mutluluğu
sıyırmaya ramak kala itirafın yetişeceğini, bilmesek kim bilir daha nasıl fena
izlerdik? Fragmandaki sahnenin son sahne olmamasını dilemiştim (evet biraz
sabırsız bir insanım ^^) ama gelecek hafta yayımlanacak bölümün dolu dolu
olduğunu görünce hadi bi’ affettim sanki… Bölüm boyu kıvrandık ama nihayet
muradımıza erdik. Taksici “abimizin” hanımefendi git demeden gitmem çıkışına
buradan sevgiler gönderirken buyurunuz bölüme geçelim.

Selin’in yaptığı konuşmadan sonra tahmin ettiğimiz gibi
Ferit geldi. Eda, Ferit’in geldiğini belli ederek onları kurtardı, hatta onlara
zaman tanımak için Ferit’i kahve yapmaya bile götürdü. İşte böyle bir şey
sevmek. Ne kadar canının yanacağını bilsen de o iyi olsun diye çabalamak, bazen
kendini görmezden gelmek, hatta bazen öncelik sıralamasında eksilere kadar bile
düşebiliyor insan. Kulağa sağlıklı gelmiyor ama böyle işte. Serkan görünürde
Selin’e sessiz kaldı. Ama aslında Eda’nın kahveyi uzatan elini tutarak Selin’e
attığı bakışla yeterli cevabı vermişti. Ben Selin olsaydım o hareketten sonra
mesajı alır ve oradan giderdim. Duygularını dile getirememekle belli edememek
aynı şey değil. En duygusuz duran insan bile arada verdiği ufak tefek
kaçaklarla duygularını belli eder aslında. Bazen bir bakış, bazen ufak bir
jest, bazen son kelimeye geldiğinde akışı değişen bi’ cümle… Aynen Eda’nın
bıraktığı son fal gibi “gözleriyle değil yüreğiyle bakan” biri görebilir bunu.
Eda gördü.
Serkan’ın hareketlerinin arasındaki küçük kaçakları, bakışlarında
ona yöneldiğinde değişen ışıltıyı fark etti. Tam Serkan’ın veremediği
mücadeleyi o verecek derken ufak bir yanlış anlamayla kaybettik o topu. Hayır
yani Eda’cım ben o “İki kişilik” lafını ilk duyduğumda Serkan ve sen olan iki
kişi gibi algılamıştım, sen neden kurcaladın ki orayı? Ama neyse ki artık
Serkan’ın dimdirekt söylenmeden bazı şeylerin kafasına dank etmeyeceğini
biliyorsun ki giderken yine o hayat dersini vermeden gidemedin: “Birini
hayatında istiyorsan ona işler teklif etmek yerine çok basit bir şey
yapabilirsin. Gitme, dersin Serkan.”
Evet, Serkan gitmek isteyen birine gitme demek pek bana göre
değil minvalinde konuşuyor ama aslında burada kastettiği şey direkt bir cümle
bir kelime olarak “Gitme.” diyemiyor. Oysa bakışları konuşuyor, cümle
aralarında yarı alaylı gibi göstermeye çabaladığı ifadelerle adeta haykırıyor
gitme diye. Yahu “Ben seni görmek için bir neden bulurum.” diyor adam ve bunun
için Hekimbaşı Gülü’nün hikâyesine götürüyor onu. Bundan da anlaşılmayacaksa
yani?.. Kalbini açmayı bilmeyen insanlar biri gelsin onun sesini kendisi duysun
isterler. E akıllı saat de iyi bi’ yöntem sanki ha Serkan, bozuk deyip
çıkarmasa mıydın onu acep? ^^
Robotların da bi' kalbi var Eda. Misal benimkinde sen varsın ♥
Bu bölüm Serkan karakterinin geçmişine giderek onu biraz
daha yakından tanıdık, davranışlarını temellendirme adına iyi bir hamle oldu.
İnsanlara güvenememe sebebini abisinin ölümünden iki hafta sonra annesinin
kendini toparlayamaması üzerine yurt dışına yatılı okula gönderilmesi ve orada
yapayalnız bırakılması olduğunu gördük. Hiç “kimse”nizin olmadığı bir yerde
kendinize güvenmekten başka çareniz kalmıyor bazen, hele de size aksini öğreten
kimse olmadıysa… Bu bölüm Aydan Hanım Eda’ya Serkan güvendiği biriyle olmalı
dedi. Serkan’ın o hayatta gerçek mânâda güvendiği tek kişiyle karşı karşıya
oturduğunun farkında değildi. Eda “Çok naziksiniz.” dedi ona, oysa nezaket
tatlı dilden güler yüzden ibaret bir şey değil. Nezaket en başta kendi
doğrularını ve kendi “uygun”larını karşı tarafa dayatmamaktır. Her insanın
kendi doğruları ve kendi uygun bulduğu tarzda yaşama hakkı var. Kendi
inançlarının tek ve mutlak doğru olduğunu düşünmek ne kadar büyük bir
egoistlikse, bir başkasının hayatında -ki bu evladı bile olsa- söz hakkı
olduğunu sanmak da o kadar büyük bir acımasızlık benim gözümde.
Henüz anlamlandıramadığım bir husus Alptekin Bey’in tavrı.
Serkan’ın ona karşı tavırlı olmasını anlayabiliyorum, hadi yavrum güzel yavrum
diye diye göndermiş olsa da küçük Serkan’ın tüm yalvarmalarına kulak tıkayan o.
Ama Alptekin Bey Serkan’ın dönüşünden sonra bunca zaman kendini affettirmeye
çalışmak yerine neden sadece ona her sene Selin aracılığıyla bir Küçük Prens
hediye etmekle yetindi? Yani gerçekten Eda gelip de onları sarsmasaydı hiçbir
şey yapmadan böyle yaşayıp gidecek miydi bu Bolat ailesi? Hayret ediyor insan.
Aydan Hanım kendini toparlayabildiği kadarıyla Serkan’a tutunmaya çalışmış,
Serkan da ona hâlâ tam anlamıyla kendini bırakamasa da en azından affetmeyi
seçmiş. Ama Alptekin Bey’de Eda gelene kadar bi’ tık olmamış. Bundan sonra da
kolay olmayacak. Serkan haklı. Bunca şey yaşanmışken öyle hiçbir şey olmamış
gibi kahve yanı bir iki cümleyle baba-oğul ilişkisine dönemezler. Gerçek ve
büyük adımlar gerekiyor.
Buraya bayılan bi' tek ben değilim herhalde? ^^
Görünen o ki Eda’nın anne babasının ölümüne Alptekin Bolat
neden olmuş. Ben açıkçası bu durumun Eda gibi bir karakterde “Ailemin ölümüne
neden olan birinin oğluyla birlikte olamam. Bu anne babamın anısına haksızlık
olur.” tarzı bir yaklaşıma neden olacağını düşünmüyorum. Ki on bir bölüm
boyunca bize çizilen karaktere göre eğer böyle bir yola girilirse bu tutarsız
bir hareket olur. Sonuçta bu olay yaşandığında Serkan da Eda gibi çocukmuş,
babasının hatasının bedelini ona ödetmek anlamsız olur. Serkan’ın bu durumu
Eda’dan önce öğrenip Eda’ya karşı suçlu hissetme ihtimali de var tabii. Ama bu
işin sonunda asıl olay Eda’nın halasında kopar. Serkan’dan sonra bu olayı en
zor hazmedebilecek kişi o. Çünkü Serkan’ın ona gösterdiği yüzünde samimi
olduğunu, bu anlaşmanın sadece “sözde bir anlaşma” olarak kaldığını bilmiyor.
Eda’yla Serkan’ın bu oyunu gerçekte kurallarla değil kalplerinin sesiyle
oynadıklarını bilmiyor. O ikna olana kadar biraz zorlanırız, sonra bu durum
bizi fazla sarsmaz gibi geliyor bana. Çünkü Serkan bu olayı öğrendiği zaman
babasını affetmek, Eda’yla ailesinin arasında kalmak yerine direkt onlara cephe
alacak bir karakter. Bakın bunlar birer tahmin değil. Bize tanıtılan
karakterlerde tutarlılık sağlanacaksa eğer yapılacak şeyler bunlar.
Karakterlerde benim en çok önemsediğim nokta tutarlılıktır,
tabii ki karakterler süreç içinde gelişim gösterebilir ama bu gelişimi aşama
aşama görebilmemiz ve nedenleriyle kavrayabilmemiz lazım. Bu bağlamda Serkan ve
Aydan karakterlerinin gelişimi bu zamana kadar çok iyi işlendi. Dilerim bundan
sonra da bu çizgi korunur. Eda karakterinde çok ciddi bir değişim görmedik,
zaten sevgi dolu şefkatli bir karakterdi. Sadece bunları Serkan’a
göstermiyordu, zamanla o da kapılarını açmış oldu. Tabii onun da Serkan’dan
“kaptığı” birkaç ufak şey var. Artık ayakları yere daha sağlam basıyor. Ama
kalbiyle mantığı arasındaki dengeyi de güzel kurdu Eda. Mantığına hapsolarak
hayat enerjisini kaybetmiyor. Hâlâ kalbiyle yaşıyor. Bu çok güzel bir şey.

Bu bölümde en sevdiğiniz sahne hangisiydi diye soracak
olursanız ki düzenli okurlarım zaten tahmin etmiştir Serkan’ın hasta olduğu
gece Eda’nın şefkatli aşkı yine bu perinizi büyüledi arkadaşlar. Zaten belki
bininci defa söylüyorum sevginin en sevdiğim hâli “kıyamama” hâlidir.
Şefkattir, özendir; sarıp sarmalamaktır, iyi gelmektir… Eda’nın Serkan’ın
sayıklamalarıyla ona nasıl iyi geleceğini şaşırıp sımsıkı sarılmayı seçmesi,
onu varlığıyla sakinleştirmesi, saçlarını okşayıp öpmesi… Bana âşkın ne
olduğunu sorsanız bir bunu, bir de Eda’nın sırf Serkan için gururunu ve kalbini
ayaklar altına alarak Selin’e yaptığı konuşmayı gösteririm. Gerçek aşk, O’nun
iyi olmasını yanında olmasından daha üstün tutan bir şeydir. Sahip olma
arzusunu aşk diye sunanlardan kaçınız. Şarkı ve kitap fallarına inanınız. ^^
Ayfer Hala’nın ve beraberinde kızların anlaşmayı
öğrenmesiyle çarşı pazar iyice bi’ karıştı. Babaanne hikâyeye ufaktan bi’ dahil
oldu gibi. Ben daha kötü bir karakter bekliyordum ama telefonda onların iyiliği
için endişelenen biri vardı, şaşırdım. Bakalım oradan ne çıkacak? Haftaya yine
burada buluşalım.
Sevgiyle, ümitle ve amanın vakalar tavan yaptı mümkünse
evlerinizde kalın güzel insanlar.
Periniz.