Çek hayalini
Gözlerimin önünden
Çek şu hayalini
Kurtar beni dertten
Kazanılması sevgiden
daha zor ve kaybedilmesi sevgiden daha kolay olan şey nedir bilir misiniz?
Güven. Hani devamlı tekrarlayan ve gerekli tedavinin sağlanamadığı ağrılara bir
süre sonra kronikleşmiş deriz. Artık her zaman hayatımızın içinde bir yerde
bununla yaşayacağımız anlamına gelir bu. İşte insanlardaki güven sorunu da
bunun gibi bir şey. Bir yerde o güven olgusu hasar görüyor ve kişi bu hasarı
tamir etmediği sürece bu “güvenememe” hâli devamlı tekrarlanıyor. Eda’nın bölüm
içinde Serkan’a Selin için söylediği gibi en büyük aşklar, en büyük sevgiler
bile güvenin olmadığı yerde barınamıyor. Sevgi dediğimiz şey devamlı savunmada
kalabilecek bir şey değil. Bir süre sonra kendini bırakabilmesi gerekiyor çünkü
o ipleri bırakamazsa nefessiz kalıyor sevgi. Yani bu güven dediğimiz şeye ihtiyaç
duyan tek kişi Selin değil. Sevgiden söz ettiğimiz her yerde güven unsurunu
sağlamaya mecburuz. Sağlayamayınca işte böyle bir yanımız gidiyor bir yanımız
kalıyor, ikiye bölünüyoruz. Oysa kalp bir tane. Aynı ânda iki yerde atamaz ki,
gücü tükenir.
İstemem ben hayal
Geleceksen gel
Böyle aşk olur mu hiç
Kalbin yok mu senin
Bu bölümü ilan-ı aşk
öncesi hazırlık bölümü olarak düşünmek istiyorum. İpler yeterince gerildi ki
kaçacak yer kalmasın. Hepimiz biliriz ki genelde ipler kopma noktasına gelmeden
kimse elindekini bırakıp gerginliği yumuşatma olayına girmez. O güne kadar
mücadele ettiğin şeylerden vazgeçebilmen için sağlam bir neden gerekir. Gerçek
sevgi yalandan maskeleri indirmek için ne güzel bir vesiledir. ♥

Aşkta evreler var.
Başlangıçta mantık çok kısa bir süre için seni bi’ yoklar, sonra seni büyünün
etkisine bırakarak hoş bir uykuya yatar. Bahar uykusudur bu, mantığın kışın
etkilerinden seni koruyabilmek için önce bi’ kendini dinlendirir. Mantık
dediğimiz şey için dinlenme olarak sayılan bu dönemde kalbin yoğun mesai yapar.
Vardiya sistemi bile yok. Durmadan dinlenmeden, tak tak gidebildiği yere kadar…
Sonra kış gelir ve aşkın sınavı başlar. Güven ve kronikleşmiş diğer yaralar,
egolar, defolar… Bembeyaz karların arasında iyice belirginleşir, açığa
çıkarlar. Sonra oturup hangileriyle savaşacaksın hangileriyle yaşayacaksın ona
karar verme sırası gelir. Hatalar başlar. Ve bilinmezlikler bütünü… Doğru
kavramı sorgulanır boyuna, işin kötüsü bu sorgulamanın varacağı yer her daim
şüphelidir.
Eda ve Serkan işte tam
buradalar. Birbirlerine doğru yürüdükleri yolda kendilerine çarptılar. Kendi
korkuları ve defoları onları sınırlamakla kalmayıp artık sıkıştırmaya da
başlamış durumda. Aslında burada Eda üzerinden gitmek, onu suçlamak pek
mantıklı olmaz. Çünkü Eda'yı durduran şey kendinden önce bizzat Serkan’ın
kendisi ve onun Eda’ya söylediği yalanlar. Yani açıkçası Serkan’ı da anlamakta
zorlanıyorum bazen. Eda’ya her fırsatta Selin’i sevdiğini ve tüm bu oyuna onu
geri kazanmak için girdiğini söyleyen kendisi. Ama aynı Serkan, Eda’nın onun
sözlerine değil tutarsız hareketlerinden iyi olanlarına odaklanarak buna göre
davranmasını bekliyor. Yani bir de kadınları anlamak zor diye kendinize
bahaneler üretiyorsunuz. Sizin sorununuz kadınları anlayamamak değil ki. Sizde
başlı başına bir anlayış yetersizliği var ki daha kendinizi bile anlamaktan
acizsiniz. Sözde mantık üzerine demeçler verirken iş özel hayata gelince
düşünme, gözlemleme, değerlendirme gibi yetilerinizi kullanmaya tenezzül
etmeyip bir de bunu düz mantık şeklinde paketleyip bize sunmak… Bravo,
gerçekten anca gözümüze perde inen o büyülü dönemde inanırız buna.
Serkan’daki güven
sorununun aile ve yetiştiriliş tarzındaki problemlerden kaynaklandığını
görebiliyoruz. Aynı Pırıl’da olduğu gibi Serkan da bunu iş hayatındaki
başarısıyla maskelemeye çalışmış. Bir nevi işine kaçmış. Hatta şu ân
düşünüyorum. Benim babam da bildim bileli işkolik bir insan, kim bilir o neyden
kaçıyor? Bir insanı tanımak iki soru sorma hakkın var deseler ona kaçtığı
şeyleri ve kalmayı seçtiği yerleri sorardım. Hayat dediğimiz şey de bu ikisi
arasında çizip de yürüdüğümüz bir yoldan ibaret değil mi zaten?
Yaşayamam sensiz
Muhtacım sesine
Yüzümde tatlı ılık
Dolaşan nefesine
Bölümden bize sevdiğin tek bir sahneyi göster deseler tabii ki Serkan’ın
Eda’yla birlikte geçirmeyi seçtiği doğum günü akşamını gösteririm. Ama tabii
orada da bir geçiştirme durumu eksik olmamıştı. Evet, pratikte tüm bölüm bizi
çıldırtan Melek’in tek iyi hareketi gibi geliyor ama düşününce Serkan’ın o
akşamki güven testinden aslında geçemediğini görüyoruz. Serkan o masadan
kendisi kalkmalıydı. Selin tatlı olarak ne yiyelim diye sorduğunda mesela “O da
başka sefere olsun, benim artık kalkmam gerekiyor.” demeliydi. Selin o ânlık
onun bunu günü Eda’nın yanında tamamlamak için yaptığını anlamasa da olurdu ama
Serkan hatırladığı onca güzel ândan sonra bir başkasının teşvikine ihtiyaç
duymadan kendisi gidebilmeliydi Eda’nın yanına. O Eda’nın evine doğru giderken
Melek işte tam o sırada onu arayabilir, Eda’nın yerini ona bizzat kendisi
sorabilirdi. Ve tabii en önemlisi biz bu sahneleri geçiştirilmeden düzgünce
izleyebilirdik. Yani gerçekten en önemsiz sahneler bile bu kadar detaylı ve
uzun işlenirken esas çiftin sahneleri niye hep yarım bırakılıyor niye hep bölük
pörçük gösteriliyor ben anlayamıyorum. Geçen bölümdeki gitar sahnesinde
yaşadığımızın aynısını bu bölümdeki yemek sahnesinde yaşadık.
Çek şu hayalini
Göster gerçek yüzünü
Böyle aşk olur mu hiç
Kalbin yok mu senin
Bu bölümde Serkan’ın kendi içinde
yaşadığı Eda-Selin karşılaştırmasını gördük. Ve gerçekten de “Eda bana uygun
değil.” diyemeyerek “Ben ona uygun değilim. Hatta belki çoktan bıkmıştır
benden.” şeklinde kullandığı ifadeler onun içinde yaşanan bu düellonun galibini
apaçık ortaya koyuyordu. Esasında mutsuz ilişkiler yoktur, uyumsuz ilişkiler
vardır. İşte bu yüzden sadece sevgi yetmez. Selin, Serkan’ı gerçekten seviyor,
bunu görebiliyoruz ama Serkan’la aynı frekansı paylaşamadıkları için onun
maskelerinin ardına gizlediği asıl kişiliğini göremiyor. Eda bunu görebiliyor,
çünkü Eda Serkan’a yaklaştığında o maskeler kendiliğinden iniyor. Hediye
seçimleri de bunun en güzel kanıtı. Selin pahalı ve şık bir hediyenin Serkan’ı
mutlu etmeye yeteceğini düşünürken Eda onu mutlu etmeye hiçbir hediyenin
yeterli gelmeyeceğini düşünerek ona bir dünya hediye ediyor. Sonrasında Serkan
Efendi’nin bakkal keki diyerek küçümsediği benim birtanecik güzel favori kekim
devreye giriyor ve göğe yeni bir dilek üfleniyor. Serkan Eda’ya ilk kez bu
kadar korumasız yaklaşıyor. Çoktan birbirlerinin dünyası olmuşlar, haberleri
yok…

Muhtaçken sana
Kimleri okşuyor elin
Gerçeksen başka kalpte
Bana kaldı hayalin
Engin, Pırıl ve Ceren üçgeni bu sefer yoğun olarak gündemimizdeydi. Bölümün
başındaki birkaç diyalog ve aradaki süreçte Engin’in Pırıl’a karşı
yaklaşımından anladık ki bu işte bir iş var. “Sen ona, o başkasına”dan farklı
bir durum izleyeceğiz. Bölümün ilerlemesiyle tahminlerimde haklı olduğumu
gördüm ve açıkçası rahatladım. Çünkü geçen yazımda da söylediğim üzere Engin’in
Ceren’in gidişiyle Pırıl’a yönelmesinden ziyade Ceren’in varlığında Pırıl’ı
seçmesini tercih ederim. Hikâyeyi böyle izlemek gerçekten çok daha keyifli
olacak. Pırıl’ın içindeki gri yerleri sevgiyle iyileştirmesini izlemeye
ihtiyacım var. Sonrasında bakarsınız Ceren’i Kaan’a, Melo’yu Seyfi’ye yaparız
belli mi olur? ^^

Bu bölümün sinir krizi özneleri tabii ki de Melek ve Kaan. Allah aşkına
şu Melek ne zaman akıllanacak? Ayfer halacığımız bu işi çözerse çok mutlu
olacağıııım. Melek de çok iyi niyetli, saf bir kız ona yüklenmek istemiyorum
ama açıkçası Kaan ve Serkan arasındaki düşmanlığın nedenleri sağlam bir biçimde
açıklanarak temellendirilmeden devamlı bir iş çevirme olaylarının dönmesi benim
canımı sıkıyor. Entrikayı hiç sevmem, temellendirilmemiş çatışmalara da
tahammülüm sıfıra yakın. Hadi yazın bir şekil idare edilir bu reytingler korunur
ama kış sezonu geldiğinde daha sağlam şeylere ihtiyaç var. Ve madem iddianız
romantik komedi, sağlam bir temel oluşturmadan başka yollara sapmak gereksiz.
Zaten pek çok entrika olacak ekranda, bir alternatif olabilmek gerek.
Umarım gelecek bölümlerde duyguların sağlam işlendiği ve önemli
detayların es geçilmediği, oldu bittiye getirilmeyen sahnelerle buluşur ve
nefes alırız. Tez zamanda fragmanların bölüm sonlarına yetişir hâle gelmesini
ümit eder, Serkan’ın sürünmesini zevkle izleyebilmeyi dilerim.
Sevgiyle, ümitle, sağlıkla ve mümkünse evlerinizde kalınız efenim.
Yorumlar bizim, DM kutum sizindir ♥
Periniz
“Söyle Marc baba, söyle… Duysun diye birilerine…”
Yoksa korkuyor musun
Bu aşk sana çok mu
Senin kalbin yok mu hiç
Kalbin yok mu senin
Kalbin yok mu senin
Kalbin yok mu?..
*Kalbin Yok Mu? /
Şarkı / Söz: Fecri Ebcioğlu, Beste: Marc Aryan