Sevgi?.. Sevgiyi tanımlayabilecek pek çok şey var. Bizi hem
hayata bağlayan hem de bazen bizi biz yapan çoğu şeyden koparan ama yine de
onun verdiği acıyı bir başka duygunun verdiği mutluluğa değişemediğimiz bir
şey… Hayır’larımızı evet’e çeviren, başkalarının “çok büyük bir hata” olarak
niteleyebileceği şeylerden sonu ne olursa olsun pişman olamamanızın biricik
nedeni olan şey… Hani o bildik ifade vardır: “Senin için değer.” Bir
başkasından gelse yük olarak göreceğin şey ondan geldiğinde hiç tereddütsüz
kalbinin üzerinde taşırsın. Çünkü bilirsin ki, onun için değer. Bazen inandığın
tüm doğrular onun varlığının yanında anlamını yitirir. Herkes seni tanıyamaz
hâle gelirken sen aslında içindeki gerçek “sen”i bulduğunu hissedersin.
Sevginin pek çok tanımı var, hiç şüphesiz aşkın da. Ama benim gözümde en
değerlisi, beraber dönüşmek. İyiye, kötüye, birliğe, bize, birbirine… Ve bu
yeni biz ifadesinde kendi formunu bulmak. Kendi gerçek benliğini keşfetmek.
Kabullenmek. Birlikte değerlenmek…

İlk yazımdan beri söylüyorum. Serkan Bolat karakterini çok
seviyorum. Çünkü bir bakımdan onu kendime çok benzetiyorum. Dışarıdan duvarları
olan bir karakter. Hayattan korkuları var ve en büyük korkusu da korkularının
belli olması. Kendini kapamış, bambaşka bir maske çizmiş dış cephesine.
Birileri gelsin o maskeyi indirsin, ardındaki gerçek yüzünü görebilsin onu
tanıyabilsin istiyor. Öte yandan deli gibi de korkuyor bundan, o maskeyi iç
taraftan sımsıkı tutabilmek için çabalıyor. Ama sevgi var, aşk diye bir şey var
hayatta. İnsana kendini şaşırtan, nevrini döndüren bir şey. Dizlerinin bağı
çözülür, kalbin nabzının alarmlarını çaldırırken o maskeyi ne kadar sıkı
tutabilirsin ki? Güçlü kaslı kolların da yetemediği şeyler var. ^^ Korkuyor
Serkan. Deli gibi korkuyor. Esasında Eda’yla değil, kendiyle inatlaştığını o da
biliyor. Ve gizleyemiyor da artık, açığa vuruyor gitgide. Bazı itiraflar
cümlelere sığmaz ya… Bakışlara dolar, ellerden kayar, sözlerden kaçar.
Tuttuğumuz yerden yakalamak gerek.
Geçen bölümlerde geçen ufak diyaloglardan Serkan’ın vefat
eden bir abisi olduğunu anlamıştık. Aydan Hanım’ın bu dışarı çıkamama olayının
da bu konudan beslenen bir durumdan kaynaklandığını anlamak zor değil. Eda’nın
attığı adım çok güzeldi. İnşallah Aydan Hanım da sonradan bunu kişilik
haklarına, mahremiyetine yapılan bir saldırı olarak görmez. Çünkü aralarında
yavaş yavaş oluşan bir bağı izlemek insanın içini ısıtıyor. En güzel sevgi
ilmek ilmek işlenen, emek verilen sevgi. Zor elde edilen şeyler her zaman daha
kıymetlidir.
Neslihan Yeldan ♥
Bu arada bana da bi’ Seyfi alabiliyor muyuz? N’olur çok
istiyorum, beni anlasınlar diye haykırmadan insanlardan anlayış beklemek küçük
dünyamda o kadar imkânsız ki… Ve o nasıl samimi bir sahneydi öyle. ♥ Ayrıca Melo’yla da yan yana çok hoş durduklarını tek düşünen ben
olamam di’mi? Kaan Bey bir ânda iyilik meleğine dönmezse benim shipim belli
arkadaşlar. Yüreğinde sevgi, incelik barındıran kişiye biz de yüreğimizde yer
açarız…
Bu “Serkan yok günü” olayı fragmanda ilk duyduğumda
hadi ama yani hangi bilmem kaç yüz dizide izlemiştik bunu havası yaratmadı
değil. Ama bu günün abisinin vefat ettiği gün değil de Serkan’a söz verdirdiği
gün olması detayı hoşuma gitti. Bedenen kaybettiklerimizi kaybediş duygusuyla
değil de böyle bir güzellikle, tebessümle hatırlayabilme fikri çok hoş. Ben de
bir gün bu dünyadan göçüp gittiğimde geride bıraktıklarımın benim eksikliğimle
mahvolmalarından ziyade bir zamanlar var oluşumun, birlikte oluşumuzun onları
mutlu etmesini isterim. İsterim ki pişmanlıklar, keşkeler, hüzünler değil de
güzel ânlar, gurur verecek emanetler ve kahkahalar, güzel izler kalsın bir
zamanlar nefesime şahit olan yerlerde. Bu yazıyı okuduğunuzda ben yoksam bir
zamanlar var oluşumun izleri bu kelimeler kalsın isterim. Sevdiğim şarkılar,
tekrar tekrar okumaktan bıkmadığım kitaplar, kalbime konuk ettiğim insanlarla
biriktirdiğim anılar, küçük dünyama sığdırdığım anlamlar kalsın isterim. Ben
iyice vasiyetnameye bağlamadan yazıya devam edelim.

Fikret Bey’in hikâyesinin işlenişi, Eda’nın duruşu,
Engin’in Serkan’a rağmen Eda’ya destek oluşu, Serkan’ın başlarda olduğuna
inandığı kişi gibi davranmaya çabalayarak Eda’yı canından bezdirse bile
sonrasında onun gözyaşlarına kıyamaması… Hepsi çok güzeldi. Aşk saklanması
kolay bir şey değildir, insanın her zerresinden her hâlinden fışkırır. Eda da
Serkan da artık içlerinde filizlenen hisleri saklayamıyorlar. Araya çirkin bir
olay girmeden kelimelere ihtiyaç duymayan bir itiraf izlesek sizce de çok hoş
olmaz mı? Bu bölümdeki paylaşım sahneleri, incelikler, son sahnedeki teslimiyet
sarılması gerçekten güzel adımlardı. Hani şu sevginin henüz adının konulamadığı
ama inkâr edilecek noktayı da çoktan geçmiş olduğu safha vardır ya, işte tam
oradayız şu ân. Tam duvarlar kalkacakken araya yanlış anlaşılmalar, fuzuli
inkârlar, iletişimsizlikten doğan kavgalar yahut anlamsız ayrılıklar sokmak
yerine süreci keyfince yaşasak olur mu? Hikâyeleri uzatmanın bir yolu
karmaşıklaştırmak ise diğer yolu da genişletmektir. Biz ikinci yolu seçelim,
birinci yolun seçilmesinden gına geldi çünkü.
Engin-Pırıl ikilisi, Pırıl’ın ürkek ama şefkatli
sevgisi içimi gülümsetiyor. Ceren karakterini canlandıran Melisa Döngel’in
diziden ayrılacağı konuşuluyor, ne kadar doğru bilemem doğruysa yolu açık olsun
ama hikâyede ısrarla devam ettirilmesi de biraz ilgimi çekti. Açıkçası Engin’in
Ceren gidince Pırıl’ı fark etmesi yerine Ceren’le bir şansı varken Pırıl’ı
seçmesini tercih ederim çünkü Pırıl gibi sevenleri üzmeyelim, sonra sevmekten
korkar hâle geliyorlar. Pırıl biraz gri bir karakter ama onun griliği
kötülüğünden değil sevgi eksikliğinden. Engin’le birbirlerine iyi gelecekler.
Pırıl kalbinin sesinden kaçmak için sarıldığı işin yakasını biraz olsun
gevşetecek, Engin nihayet ikinci adam olmaktan kurtulacak. Çünkü aslında
hepimiz kendi hikâyemizde esas kız/ esas oğlanız ama kendi hikâyemizi bir
kenara itip başka hayatlara sığışma çabası içine girince doğal olarak hep yan
rollerde buluyoruz kendimizi. Ah bir sevebilsek kendimizi doyasıya…

Tekrar tekrar yapmaktan bıkmadığım hatalarıma bakıyorumdur...
Güzel bir bölümdü yine. Serkan’ın sakladığı çiçek
detayı gibi, saat gibi küçük detayların güzel işlenmesi çok hoşuma gidiyor.
Detayları önemsiz görenler utansın, oysa yıllar geçer ömür unutulur bazı
detaylarsa kalbe öyle bir nakşedilir ki ne kadar uğraşsan yine unutamazsın.
Değerli kılar, zenginleştirir.
Son sahnede Selin kendi okuyla vuruldu. Selin
karakteri için de üzülüyorum, onun için de çok zor bir durum ama saldırgan
tavırları empati duygumu sınırlıyor. Umarım sözleşme olayını çözmesi bir
şekilde önlenir. Madem hikâyemiz bir yalan üzerine kuruldu, tam anlamıyla
gerçeğe dönmeden o yalan orada öyle bir kalsın ki korusun onları. Bünyem yaz
dizisinde dram kaldıramıyor artık, lütfen böyle güzel güzel takılalım. Bu yazı
da umarım epeydir sürdürdüğüm yazamama zincirini kırar çünkü yazılacak çok şey
birikti. Birileri beni yazmaya teşvik etsin sonra valla ben iyice bekletiyorum,
kalıyor. ^^ Yorumlarınız için Twitter/Instagram DM kutum ve yorumlar kısmı sizin.
Buyurun zihnimizdeki koşturmacadan kaçıp biraz hikâyelere sığınalım. Yoksa
hayat çekilmiyor arkadaş.
Tüm ekibin ellerine sağlık. Yeni yazılarda görüşmek
dileğiyle efenim. Güzel bakanlarınız çok olsun, yolları bir şekil gideriz…
Sevgiyle, ümitle ve n’ooolur mümkünse evlerinizde
kalın.
Periniz.