Yine mi ölüm?..

Cahit’i namlunun ucunda bırakıp veda etmiştik. Normalde fragman izlemiyorum. Fakat bu hafta meraktan dayanamadım izledim. Fragman gelene kadar da en fazla iki bölümü hastaneye veririz diye düşünüyordum ama izleyince sevindim doğrusu. Bu sezon genel itibariyle hastane bölümlerinde bir azalma var. Umarım nazar değmeden böyle devam eder.

Bir tane daha liseli espirisi yapmaya takatim yok.

Çıkan çatışma sahnesi başlangıçta gayet güzeldi. Fakat bu çatışma sahnelerinin kareografisini kim hazırlıyorsa rica ediyorum okul çıkışı birlikte yürüyen liseliler gibi yan yana yürütmesin şu adamları. Attıklarını vurmalarına bir sözüm yok ama bu görüntü tüm o heyecanı bozuyor. Tamam vatan için ölüme de yürünür ama bu şekilde ölürsen bunun adı “vatan uğruna” olmaz. Zira bu dizinin belki aşk mottosuydu ama aynı şey vatan kurtarmak için de geçerli bence. Vatan için ölüm ne kadar değerli olsa da esas değerli olan yaşamak ve mücadeleye devam etmek. Hazır Polat da benim gibi beğenmişken ekip böyle amatörlükler yapmamalı.

Çatışma sonrasında Sırbistan’ın gelecek Başbakanı'na yapılan muamele hayli ilginçti doğrusu. Polat, adamı adeta ergene iş yaptırmaya çalışır gibi tembihledi. Ayrıntıları ise uç beyine bıraktı ki tam bu sahne belki de dizi de Osmanlıcılık adına gördüğüm en net şeydi. Balkanlar'daki bir ülkenin gelecekteki liderine “senin muhatabın benim uç beyime kadar” dendi resmen. Konu ne olursa olsun Kurtlar Vadisi Pusu’da böylesi üstü örtülü dev mesajları daha çok görmek isterim. Ha belki onlar hep veriyordur da ben anca bu kadarını alabiliyorumdur. O da bir başka ihtimal tabi.

Polat’ın eve ve Leyla’ya dönüş sahneleri uzun zamandır yorumlarda dillendirilen “Polat yakınlarına karşı soğuk” fikrini çürütmüştür herhalde. Saf’iye’yi ve Leyla’yı bu sefer gerçekten özlemiş. Leyla’nın toka ayrıntısı ise romantik komedilerde dahi zor bulunacak kadar sıcak bir sahneydi. Yemek için sözleşmelerine ise herhalde pek çok kişi benim gibi bir “nihayet” çekmiştir. 12 yılda bir şey öğrendiysek o da bu devlette işlerin asla bitmediğidir. Araya bir şeyleri sıkıştırarak yaşamak zorundasın yoksa zor.

Ben bu saçları bir odada dört erkekle vakit harcamak için geriye yatırmadım. Konuş!

Memleketi hiç boş bırakmaya gelmiyor. Mr. Smith’i yine rahat rahat operasyon yaparken bulduk. O şeyleri yanağa falan değdirerek işkence yapmasını pek beğendiğimi söyleyemem. O uçların nereye tutturulduğu malum. Başka türlüsü Mr. Smith gibi profesyonel bir işkenceciye yakışmıyor. Bu işkence neden yapılıyor diye kızsam da sebebini öğrenince Mr. Smith’e hak verdim doğrusu. Öylesi bir bilgi için değer. Nitekim işe de yarıyor. Dört mühendisi konuşturmuşlar. Geriye kaldı beş mühendis.

Konunun ne kadar önemli olduğunun anlaşılması açısından Falkland Adaları Savaşı çok güzel bir örnektir. Bu adalar Arjantin’in birazcık doğusunda oldukça ufak bir yer. Fakat 170 senedir İngiltere sömürgesi altında. 1982’de Arjantin ada üzerinde doğal hakkı olduğunu iddia etti ve bir dolu diplomatik krizden sonra savaş çıktı. Arjantin adaya asker de çıkardı. Nitekim kullandığı füzeler Fransız malıydı ve İngiltere bir bedel karşılığında füzelerin kodlarını ve Arjantin’e füze satılmaması garantisini Fransa’dan satın aldı. Arjantin füzeleri fırlatsa da gemilere çarpan füzeler patlamadan denize sektiler. Sonuç olarak ada İngiltere’de kaldı. Gerçek bir savaşın kazananı, kaybedeni resmen masa başında belirlendi.

Daha önce müjdesini almıştık. Bu sefer gözümüzle de gördük. Eski mekanı görünce insan hakikaten duygulanıyor. Neler yaşandı o mekanda neler... Erhan’ın bizzat ilgilenmesi de güzel. Tapınakçıların falan içeriye neler yerleştirebileceği malum. Tablo rezaletini unutmadık.

Mekan yapılırken Yusuf’a dair bir belirsizlik daha çözüldü. Balıkçı’nın “alemin delikanlısı” dediği adam Polat çıktı. Çatışma açısından çok tatlı oldu. Fehmi’nin oğlu Polat’ın kontrolüne girecek. Yusuf belki o kadar küçük değil ama Polat da bir çeşit Aslan Amca olacağa benziyor. Karacaahmet ve Polat’ın nereden, nasıl tanıştıklarının anısını da merakla bekliyorum. Yusuf’un zaten kalbi kırıldı. Artık ona her yer daha da dar gelecek. Çok bekletmeseler bari.

Erhan oğlan der ki gülün ömrü az olur. Gülşensiz geçen ömür bana ancak diken olur.

Konu hazır Erhan’dan açılmışken kısmetine de değinmeden olmaz. Nihayet haftalar sonra Gülşen kımıldadı. Fakat sanırım kımıldamak için en yanlış insanı seçti. Alptekin’e danışsa Aynura’dan daha heyecanlı karşılardı herhalde. Aynura’nın kız muhabbeti ne pismiş arkadaş hiç çekilmiyor. Yine de anladık ki Gülşen’in de gönlü meyilli. Belli mi olur belki de kimsenin vurulmayacağı bir düğün yaparız bu sefer. Hadi hayırlısı...

Bütün ev bu bölüm Yasin Komutan’a güldük. Timur ile bilek güreşi yapan askerleri birbirlerine karşı gazlamaları gerçekten komikti. Sonunda aldığı cevap ise daha da komikti ama beni en çok güldüren şey aldığı cevaptan sonraki yüz haliydi. Tabi burada es geçilmemesi gereken bir başka şey de onun ne kadar iyi bir komutan olduğu. Askerlerini çok iyi tanıyor ve kapasitelerini biliyor. Tam bir komutan.

Geçen bölümlerde Aksaçlı’nın tekrar derinlere çekileceğini öğrenmiştik. Bunun anlamı reel hayatta da Davutoğlu tasfiyesi mi acaba diye merak etmiştim. Fakat bu bölüm her şey tekrar ortaya geldi. Adam çalışmak istiyor ama görevi buna izin vermiyor. Koltuğu mu bırakacak, çalışmayı mı göreceğiz. Önce bi Japonya’yı, Afrika’yı gezsin hele...

Hazır Osmanlıcılık dedik ya saltanattan haber gecikmedi. Bir Osman Bey torunu, İngilizler dahi duruma aymadan tüm velaketleri falan toplamış. Önce Süha Bey’e, sonra da onun aracılığı ile Polat’a hızla ulaştı ama Polat’ın bu konuya verdiği tepkiyi anlamadım doğrusu. Türkiye’yi ihya edebilecek, öyle şarkıyla, beylik laflarla, gazlamayla değil gerçekten süper güç yapabilecek ekonominin temelini ellerinde tutan adama karşı bu kayıtsızlık şaşırttı beni. Canım çıktı ekran karşısında o vekaletleri alsın diye. Polat da adamın üç vakte kadar temizleneceğini öngöremiyorsa emeklilik zamanı gelmiş demektir ne yazık ki...

Neyse ki adam vermekte ısrarlı çıktı. Umarım Polat bu işi uzatmaz ve vekaletleri himayesine alır. Bu o kadar önemli bir şey ki Polat’ın ailesi, sevdikleri, çevresi ve ülke hiçbir zaman bu kadar büyük tehlike altında kalmamıştır. Nasıl ki 100 yıl önce Lordlar bitap düşmüş, bir savaşı bırakın bir çıkartmaya dahi tahammülleri yokken dahi “gerekirse Musul için savaşırız!” demişlerdi. Bugün çok, çok daha güçlü halleriyle neler diyebileceklerini varın siz düşünün. Kıyamet kopacak ve hatta belki de Hanedanlık kurulacak ve benim bir kaç bölüm önce asla olur vermediğim şekilde o masaya biz de bir güç olarak oturacağız. Çok heyecanlandım çok.

Pusat'a diyeyim ki Polat sağda solda senin hakkında konuşuyormuş diyeyim. Ulen çok iyi fikir yaa..

Yediği dev golün acısını yaşayan Fehmi çözümü bulmuş bile. Fehmi ile Polat önceden birbirlerine dokunmayan farklı kesimlerdi ama artık iki düşmanlar. Fehmi de Cahit ile yediği golü çıkarmak için Polat’ın canını almak istiyor. Fakat öncesinde cananlarından birini kopartmayı kafasına koymuş. Hedefe de Pusat’ı koymuş.

Fehmi, Pusat’a ne anlattı bilmiyorum ama belli ki onu istediği çizgiye çekmiş. Aslında çok zor bir durum. Hani Fehmi, Pusat’ı kandıramamış olsa “ulen bu nasıl baron daha dünkü çocuğu kandıramıyor” diyeceğiz. Fehmi, Pusat’ı kandırınca da “Pusat sen Polat’ı nasıl tanımazsın!” diyesi geliyor insanın. İki sonuçta da şikayet edilecek bir taraf var ama ben şikayet etmiyorum. Pusat – Polat zıtlaşması keyifli olur ama inşallah geçici olur. Pusat’ın harcanmasını hiç istemem. Unutmadan sonuna ekleyeyim. Zülfikat Ağa’nın söylediği “silahtan dost olmaz ama dosttan silah olur” lafı da uzun zamandır Kurtlar Vadisi Pusu’da duyduğum en güzel söz olabilir. Helal olsun.

Aynura'nın feysbuk şifresini kırabilir miyiz Erdem yhaaa?...

Az önce süper güç olmaktan bahsettim ama daha kendi mühendislerini, söylenene göre en büyük dehalarını koruyamayan devletten süper güç olur mu o da ayrı bir soru işareti. Hani Erdem anlatmasa dünyadan haberleri yok. Bu arada flashback'de gördüğümüz ayaktaki Erdem de dalyan gibi çocukmuş doğrusu. Yazık olmuş. Unutmadan dokuz kişi arasında sadece bir kadın olması hoş bir manzara değildi. Kadının toplumda bu kadar zorlandığı bir dönemde onların neler yapabileceklerinin alt mesajını vermek adına daha çok kadın olsaydı daha güzel olurdu.

Açığa çıkmış olsa dahi Cahit’in onların içinde geçirdiği zamandan dolayı edindiği tecrübe çok değerli. Böyle her an nereden geleceği belli olmayan bir kurşunu beklemektense adım atmak en mantıklı olanıydı. Polat kendi elleriyle Cahit’i, Fehmi’ye yolladı. O da gitti. Ne boyun büktü, ne de ürkek davrandı. Hem Fehmi’nin hem de her devrin adamı Hakkı’nın yüzüne baka baka raconu da kesti.

Sonrasında Fehmi’nin “Polat’a giden yol” diye Cahit’i canlı bırakması başta beni şaşırttı. Acaba hangi çetrefilli plan içinde diye düşündüm ama sonradan epey güldüm. Baron’un kurduğu planı biri üçüncü kişi yapmış diye Baron’a anlatsa eminim o da gülerdi. Plana göre Cahit’in arabasını takip ederek Polat’ın yerine ulaşılacak. Gülüm az bekle adam mekan açıyor maçan yiyorsa gidersin bir baskına. Takip edeceğim diye harcadığın benzine yazık. Yine de Fehmi – Polat görüşmesini iple değil resmen halatla çekiyorum. Çok keyifli olacak çook...

Nihayet Sagir de bir işe yaramaya başladı. En azından bir kesim için öyle. Iraklara gidip listeyi alması iş değil de Harun Bey’in adını öğrenmesi altın değerinde bir istihbarat. Mr. Smith rüzgar gibi uçuyor, seksek Mete istihbaratçıyım diye dolanıyor ama işi sessizce Sagir beceriyor. İkisi de utanmalı. Harun Bey’i geç bulduk ama belli ki erken kaybedeceğiz.

Rascoln yumurta seviyor ama yağ sevmiyor. Ekmek banmak ise Rascoln'e çok uzak.

Rascoln nihayet form tutarak da geri dönmüş ama tabi önce kahvaltı. Ekmek yok. Saf protein depolaması. Tam beş tane yumurta! Rascoln birini götürdü. Kalan dördüne ne olduğunu merak ediyorum doğrusu. Pusat’da gördüğü manzaradan memnun oldu ve onu vuranın Tilki olduğu haberini verdi. Şimdi burada kafam karıştı. Hani Pusat, Fehmi’nin en çok güvendiği adam olacaktı? Tilki’yi niye Rascoln’e sattı o zaman?

Tilki de kaşınıyor zaten. Yok düşmanlarını paylaşmazmış, yok bağımsız hareket edermiş falan filan. Anca laf... Zaten bağımsız hareket edenler çok yaşamaz. Bunu en iyi Tilki’nin bilmesi lazım. Ego işte, herkeste olan kusuru görür de kendine asla kondurmaz. Hazır Rascoln de intikam hırsıyla geri döndü. Acaba diyorum?

81 haneli şifrenin 54 hanesini çözmüşken aynı evde yakaladıkları iki mühendise birden neden sıkarlar anlaşılır şey değil. Herhalde ben bir detay atladım ya da onlar tam 18 haneli şifreyi kırabileceklerini düşünüyorlar. Akifler de boş durmadı tabi. Onlar da harıl harıl mühendisleri saklandıkları yerlerde bulma derdindeydiler. Keşke olmasalardı. Zira birinin yerini tespit ettiler ama ona da geç kaldılar.

Geç kalmalarında değilim. Bu bir zamanlama meselesi sonuçta. Fakat diğer arkadaşları keklik gibi avlanırken altın değerindeki adamı almaya sadece iki kişiyi göndermek? İşte bunun adı yok. Daha önce Sagir’i de almaya iki kişi gitmişti. Hiç ders almamış. Akif’in oraya Siyah Sancak’ı yığması gerekti. O kadar büyük hata ki hem giden iki kişinin hayatını tehlikeye atıyorsun hem de mühendisin hayatını tehlikeye atıyorsun. Polat’ın yerinde olsam Akif’i KGT’nin başından alırım. Onu bir silah gibi tek kişilik operasyonlara yollarım. Yönetmeyi beceremiyor yani çok açık.

Neyse ki Mr. Smith’in konuşlandığı yeri tespit ettiklerinde kalabalık gitmeyi akıl edebildi. Buna da şükür. Başlangıçta susturuculu operasyona bayıldım doğrusu. Tereyağından kıl çeker gibi aldılar adamları. Demek ki Mr. Smith kontrolündeki Lion timini de o kadar abartmamak gerekiyor. Mühendisler kurtuldu ama bu iş burada bitmez. Bakalım neler olacak.

Gelelim bütün yazı boyunca sürekli kaçtığım konuya... Leyla’da bir rahatsızlık çıkabileceğini inceden hissetmiştik fakat kanser çok ağır geldi yahu. Akciğerlerinde kist varmış. Allah düşmanımın başına vermesin. Doktorun ameliyattan bahsetmemesi garibime gitti doğrusu.

Seninle saadet neymiş? Tatmadım bilmiyorum, bilemeyeceğim...

Greys Anatomy (yerlisi de çekildi Doktorlar diye) dizisini izleyen biri olarak pek çok kitlenin vucuttan çıkartılabildiğini biliyorum. Acaba akciğerde olması operasyonu engelliyor mu bilemiyorum. Yine de şahsen Leyla’yı kemoterapilerde saçları dökülmüş, iyice zayıflamış, bitkin bir halde görmek istemem doğrusu. O çok zor bir sınav. Bu dertten hayatında hiç muzdarip olmamışlar için dahi zorken bir de o mücadeleyi verip de haftada iki saat Kurtlar Vadisi Pusu’yu bir kaçış olarak görenler için tam bir eziyet olur.

Tam ucundan yakalayacakken mutluluğu kanser Leyla’nın tüm hayallerini elinden aldı. O da Polat’ın hayallerini elinden aldı. İşin romantizm kokan kısmı evlensinler, birlikte mücadele etsinler diyor ama Leyla’nın seçimine saygı duymamak da elde değil. 

Polat tek bir bölümde Büyük Britanya’yı tüm hışmını göstereceği şekilde karşısına aldı, yetmedi aynı bölümde Amerikalıları karşısına aldı ama gelecekte onu en çok zorlayacak şey kuşkusuz Leyla’nın durumu olacaktır. Çok zor, çok... Bu zamana kadar eş olarak kimi seçtiyse, kimi sevdiyse kaybetti. Yine mi ölüm olacak bilmiyorum. Hala ufakta olsa bir umudum var. Umarım umutlarım yeşerir.

Bu haftayı her ne kadar mutsuz kapatsak da tüm şikayetlerime rağmen gerçekten iyi bir bölümdü ki kendini bu kadar yazdırdı. Buraya kadar okuyan okuyuculara bin teşekkürler. Bu arada ranini tv üyelik açtı. Hiç denediniz mi? Dizimizin puanı sadece 6.4 mesela... Artık siz bilirsiniz. Haftaya görüşürüz.

 

BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER