Nedense yazdığım yazılara başlık bulmakta çok zorlanırım. Ama
bu yazının başlığı, ta Garip ile Esma’nın, Garip’in evinde tüm aileyi kahvaltı
için ağırladıkları bölümden beri kafamda netti. Boran kardeşlerin huysuzluklarına
rağmen nedense en çok o bölümde Esma’nın Garip’in hayatına tam manasıyla nüfuz
ettiğini, bir aile olduklarını hissetmiştim. Belki de Esma’nın, o evin hanımı
olarak Garip’le beraber konuk ağırlaması ayrıntısıydı, bana böyle hissettiren. Bu
bölümde evlenerek de bunu tescillediler. O yüzden Nazım Hikmet’in bu şiirinin,
Garip’in hissiyatına çok yakıştığına inanıyorum. Süreyya’nın da, ilk dans
şarkıları olarak Birsen Tezer ve Hüsnü Arkan’ın “Hoş geldin” şarkısını seçmesi
de hoş bir tesadüf oldu.
Başlık o zamandan beri belliydi de, 69.bölümü 38 derece
ateşle yarı uykulu yarı uyanık izlemek, bir türlü geçmeyen hastalık, bu sebeple
yığılan işler, bu arada bilgisayarın durduk yere bozulması gibi seri aksilikler
hiç hesapta yoktu. O yüzden, bu 3 haftalık dizi arasına sanırım en çok ben
sevindim. Tabii öte yandan diziyi de epey özledim. Bu diziyi bir meyveye
benzetmek istesem sanırım kiviye benzetirim. Bir yandan çok tatlı, lezzetli. Her
şeyden önce sunduğu tüm insan halleri, gösterdiği çözüm yöntemleri ve verdiği
dersler açısından son derece besleyici. Adeta vitamin deposu. Diğer yandan ise
mayhoş. Mesela Esma unutmamak için defterine yazarken, “Hâlâ mümkünken ailemin tadını çıkarayım.”
diyerek evdekilerin düğün isteklerine boyun eğerken içim burkuluyor. Yine de “Bu
çok ekşi.” diye burun kıvırıp yemekten vazgeçemiyorum. Öyle değişik bir tat
işte.
Rüya gibi...
Bölümün benim açımdan en lezzetli sahneleri, kesinlikle nikah
ve sonrasıydı. Zaten konağın süslemeleri, o ışıl ışıl ve masalsı halini çok
beğenmiştim. Esma Sultan’ın, maiyetiyle birlikte konağın merdivenlerinden şiir
gibi inişiyle başlayan, geçmiş ile bugünün zarif geçişlerle kol kola yürüdüğü, hiç
diyalogsuz çok şey anlatan o sahneye komple bayıldım. Gönülleri gibi zengin,
hürriyet gibi aydınlıktı o anlar. Esma ve Garip’in mutluluğu, belki içlerinde ukde
olarak kalan şeylerin nihayet gerçekleşmesine duydukları şükran, adeta kırk yıl
öncesindeki o tertemiz, hiç hayal kırıklığı yaşamamış gençlermiş gibi hissettikleri
büyük heyecan, kalplerinin boğazlarında atması ve nihayet elde edilen o evlilik
cüzdanı… Geç gelen mutluluk belki onların ki. Ama ta sezon başında dedi Garip;
geç hiçten iyidir diye. Bunu kabul etmiştim fakat geçin de yer yer eksik
kalabileceğini, kimi zaman buruk olabileceğini tahmin etmemiştim. Genç Esma ve
şimdiki Esma’nın nikah öncesindeki hüzünlü duruşlarının sebebi her ne kadar
bambaşka olsa da, o bir şeyleri tam olarak içine sindiremeyen halleri üzüyor
beni. Genç Esma için yapılabilecek bir şey yok belki ama keşke şimdiki Esma, bu
nikahın sevincini bu hastalığın gölgesinde yaşamak zorunda kalmasaydı.
Nikah öncesi, Esma’nın Fevzi ile hesaplaşmasıysa çok iyiydi.
Sevgiden yoksun, uygun bulunarak yazılmış ancak kalbin kabul etmediği hikayelerin
neticede mutluluk getiremediğinin kısa bir özeti gibiydi Esma’nın helallik
isterken kurduğu cümleler. Zaman içinde dengeli bir birliktelik kurmuş olsalar
da, maalesef ki sevgiyi, mutluluğu iliklerine kadar hissedememiş, yaşamın
tadını birlikte doyasıya özümseyememişler. Ben ilk defa geçmişte geçen bir
sahneyi de son derece ruhsuz buldum. Kötü çekilmemişti kesinlikle ama içerik
olarak, Fevzi’nin cümleleri, Esma’nın o soğuk duruşu açısından çok ruhsuzdu. Nerede
o genç Garip ve Esma’nın ışıl ışıl halleri, nerede Fevzi’yle yapılan bu
duygusuz konuşma? Fevzi evlilik için, kalbin yanına mantığı da koymak lazım
demekte haklıydı fakat o konuşmasında ortaya sadece mantığını koymuş ve hisleri
hiç dikkate almamış gibiydi. Belki de Reyhan ile yaşadıklarından sonra, o da bu
konuşmasından, hayata bu kadar köşeli, aşka bu kadar mesafeli bakmaktan pişmanlık duymuştur, kim bilir…
Yazı devam ediyor.