65.bölüm, başıyla ayrı, sonuyla ayrı üzen, duygu yoğunluğu yüksek
bir bölümdü benim açımdan. Kötü haberle başlayıp, başka bir kötü haberle
bitirsek de, bunca karanlığın içinde yine de akasya kokulu sabahları hatırlatan,
içimi ısıtan anlar da izledik. Bunların başrolünde genellikle Adem’in olması da
bence şaşırtıcı değil.
Boran Turizm’in diriliş gününde gelen kötü haber herkesin
yüreğini ağzına getirmiş olsa da, Fikret açısından ben herhangi bir endişe
duymamıştım. O kadar şanslı biri ki, başına gelen her olaydan, başkalarının ona
verdiği destek sayesinde tereyağından kıl çeker gibi kurtulmayı, kurtulamasa da
zeytinyağı gibi üste çıkarak sıyrılmayı beceriyor. Esma Hanım, Fikret’i
kadir gecesi doğurdu sanırım. O yüzden o ameliyattan sağ salim çıkacağını,
herhangi bir sorun yaşamayacağını tahmin ediyordum. Laf aramızda yaşasa da
üzülmezdim, çünkü Fikret en az sevdiğim karakterlerden biri. Öylesine bencil ve
şımarık ki, Adem’in yürüyemediğini öğrenince onun durumuna üzülmekten çok,
kendisinin buna sebep olmasından kaynaklanan vicdan azabına yoğunlaştı. “Ben
bunu nasıl kaldırırım, bu yükü nasıl taşırım?” diye düşündü de, Adem’e bundan
sonra ne olacak, nasıl yapacak, bir yardımda bulunabilir miyim diye hiç
sorgulamadı. Hep kendine acıyor, hep dünyanın en mağduru o. Tam bir drama queen!
Kendisine anlayışla yaklaşıldıkça, kafasında haklı olduğu fikri pekişiyor,
kızıldıkça daha da ters tepiyor. Hatalı üretim demiştim değil mi? Adem’in
iyileşmesini de sırf vicdanının sesini susturabilmek ve eskisi gibi rahatça
onun üstüne gidebilmek için istiyor bence.

"Demek yine bana esmer günler düştü?"
Üzgünüm ama ben hastane dönüşü yatakta İpek’e içini döktüğü
anları da samimi bulmadım. Mücadele ediyorum, elimden geleni yapıyorum diyerek
kendini kandırıyor, bizi de kandırabileceğini zannediyor. Kritik bir noktada
Fikret’in ipleri eline aldığı, doğru adım attığı, ortaya somut bir şey koyduğu
bir hamlesini hatırlamıyorum. Madem İpek’in gözlerindeki hayal kırıklıklarına kadar
görüyor durumu, o zaman niye her tepesi atık olduğunda, kum torbası niyetine
İpek’i kullanıp, onu daha da fazla parçalamak için uğraşıyor? Dimdik durmasını
istediğini söylediği İpek’in direncini kırmak için elinden geleni yapıyor. Üstelik
sonrasında hiçbir pişmanlık da duymuyor, kırdıklarını onarmak için çaba sarf
etmiyor. İpek’i savunacağım aklıma gelmezdi ama Fikret de ona o kadar kötü
davranıyor ki söz konusu İpek olsa bile bu durumdan rahatsız oluyorum.
İpek’in de hataları var elbette. Mesela Fikret’e ne olduğu
konusunda hiç korkmamış, hiç endişelenmemiş olması büyük falso. Seven insan en
çok sevdiğinin başına bir şey gelmesinden korkar. Fikret hep sorumsuzca çekip
giderek İpek’i buna alıştırmış olabilir ama Fikret ilk ortadan kaybolduğu zaman
bile İpek ona bir şey oldu diye endişelenmiş miydi? Yoksa telefonu eline alıp
her zamanki gibi “Gene nerede bu Fikret?” diye söylenerek etrafta sinirle
dolaşırken, bir yandan da kocası yanında olan Süreyya’ya hasetlenip laf sokarak
onun da keyfini mi kaçırdı?
Yazı devam ediyor.