Çifte ameliyat sırasında Fikret için ne kadar endişelenmediysem,
Adem için de bir o kadar endişelendim. Her ne kadar “Başrole bir şey olmaz.” fikri
zihnime işlemiş olsa da, yine de bir ihtimal ya Adem oyuna dönmezse diye
korktum. Herkes Fikret’in ameliyatının iyi geçtiğini öğrenince sevinirken,
Dilara’nın bir köşede yalnızca bebeğine sarılıp Adem için endişelenmeye devam
etmesi ve ortamda kara çalı gibi durmamak için sessiz sedasız gitmesi içimi
acıtan bir ayrıntı oldu. Esma, Adem’den nefret ediyor olabilir ama yanında o
adamın çocuğunu taşıyan hamile bir kadın varken neredeyse ölmesi için beddua
edecek kıvamda olmasını ona hiç yakıştıramadım. En azından dilini biraz tutup,
Dilara’nın olmadığı yerde patlaması daha iyi olurdu. Boranlar büyük bir aile,
sevdiklerini de bu çemberin içine katmasını biliyorlar ama bazı anlar oluyor
ki, en önemli şey kan bağıymış gibi davranıyorlar. Sadece anne ve dört çocuğu
kalıyor o sevgi çemberinin içinde, dışında kalanların ufak hatalarda kolayca
kalplerini kırabiliyorlar. Ne bileyim, yeri geliyor Esma, o kadar kıymetlisi
Nurgül’ü bile feci aşağılayabiliyor. Fikret her daim sonsuz anlayışla sarıp sarmalanıyor
da, Adem için her seferinde engizisyon mahkemesi kuruluyor.
Adem hiçbir zaman tam anlamıyla aileye kabul edilmedi, en
fazla yaklaşmasına izin verildi. Ve o da zaman zaman, Boranların ayaklarına
değen her taşın hesabını kendisine sormalarından şikayet ederdi. Suçlayanın da
haklı olduğu noktalar oluyor kimi zaman ama birinin gözünde daima potansiyel suçlu
olmak gerçekten çok sinir bozucu bir şey. Bütün geçmişi bir kenara bırakalım,
şu son olayda Fikret de Adem de ameliyattayken doğrudan Adem’in suçlanması çok
haksızcaydı. Faruk’un da defalarca üstüne basa basa dediği gibi daha ne olduğunu
bilmiyorlardı. Hadi onu geçtim, Adem’in
her şeye rağmen vicdanının sesini dinleyerek Fikret’in hayatını kurtardığı
ortaya çıktıktan sonra bile Esma Hanım bir teşekkürü çok gördü. Hatta neredeyse
Adem’e çocuğunun hayatını kurtarması konusunda minnet duymak zorunda kaldığı
için gene Adem’e kızacak kıvamdaydı.
-Deliği var, parmağını sokuyorsun?
-Makas!!
İki haftadır Adem konusunda 45.bölümle paralel şekilde
ilerliyoruz. Hatırlarsanız; 45.bölümde Adem ilk kez geleneksel Boran pikniğine
davet edilmiş, hayatında ilk defa sessiz sinema oynamış, aile tarafından
benimsendiğine inanıp çok mutlu olmuş, ezberlerini bozmak üzerine düşünmüş ve
yine de İdil Hanım’a iyi bir şey yaşadığında sonunda mutlaka kötü bir şey
olmasından korktuğunu itiraf etmişti. Korktuğu da başına gelmiş, Faruk’un eski
düşmanıyla işbirliği yaptığını öğrenip rengini gene siyaha çevirmişti. Geçen
hafta da aynı şekilde Faruk’un kendisine ortaklık teklifi etmesi üzerine İdil
Hanım’la konuşurken mutluluğun ardından mutlaka başına bir iş geldiğinden
yakınmıştı. Buyurun işte korktuğu da yine başına geldi. Şimdi Adem bunları
çağırıyor mu demeliyiz, yoksa kendisinin bir kabahati olmadan ikidir benzer
şekilde mutluluğuna ket vuran kader döngüsüne mi kızmalıyız?
45.bölümle kurulan bir diğer benzerlik ise Adem’in
ameliyatta kalbinin durduğu anda gördükleriydi. Daha önce sessiz sinemaydı, bu
sefer de Tabu. O anları nasıl adlandırsam bilemedim; sanrı desem değil, rüya
desem hiç değil. “Umut” öngörüsü mü desem acaba? Ama o sahne baştan sona çok güzeldi,
masal gibiydi. Geçen seneki piknik, Adem’in belki de hayatında en mutlu olduğu
andı. O anlarda, en azından bizim dizi boyunca gördüğümüz en güler yüzlü ve
aydınlık Adem vardı. O yüzden anestezinin etkisindeyken bunun bir diğer
versiyonunu, bu sefer de çoluk çocuk birlikte toplanmış hallerini gördü. Hem bütün
aile, hem de çocukların hepsi ona büyük bir sevgi gösteriyordu. Böyle bir
hayatın ihtimali/umudu belki de onu hayata döndürdü, kim bilir…
Yazı devam ediyor.