62.bölüm, dramı da, komedisi de dozunda, hiç unutmayacağım, dolu
dolu bir bölüm oldu. Hatta bu sezonun en iyi bölümüydü diyebilirim. Her cümlesi
ayrı ayrı zihnime nakşoldu, her sahne içime işledi. Bölüm, o kadar çok şey
söyledi ki, hem üstüne söylenecek hiçbir şey kalmadı gibi hissediyorum, hem de
paragraflarca, sayfalarca yazasım var. Bölümün başrolünde Ülfet vardı ve ben bu
durumdan hiç şikayetçi değilim. Onun eski defterleri kapatabilmesi için
Süreyya, Faruk ve Esma ile ayrı ayrı yaptığı tüm konuşmaları çok sevdim.
Vicdanına yenilerek çözülmesi bizim gördüğümüz kadarıyla biraz çabuk olsa da,
neticede bunun gerisinde kırk yıllık bir fırtına yatıyor. Meşhur hikayedeki
ressamın dediği gibi; 5 dakikada yapılmadı bu resim, 40 yıl artı 5 dakika
sürdü. Ayrıca bunun sayesinde çok lezzetli sahneler izledik.
Çözülmenin ilk adımı, Süreyya ve Ülfet sahnesiyle atıldı.
Süreyya’nın kapıyı açık görünce, pat diye Ülfet’in gizli odasına dalması biraz
densizlik olsa da, geçen hafta ön izlemeyi gördüğümden beri merakla beklediğim
bir sahneydi. Ülfet, Nasrettin Hoca misali, “Bana doktor değil, damdan düşeni
getirin.” dercesine, aynı acıları yaşadığını öğrenince döküldü Süreyya’ya. Süreyya
tedavi ihtimalinden, doktora gitmekten bahsedince öyle şiddetle karşı çıktı,
öyle hırsla “Bu acıyı kimse benden
alamaz.” dedi ki, hayatının merkezine sadece kinini koyduğu için çok
üzüldüm haline. O da Adem gibi acılarına, yaralarına ve kinine tutunarak ayakta
kalmış. Haklı olmak yerine, mutlu olmayı seçmemiş.
“Acı çektim
günlerce
Acı çektim susarak
Şu kısacık konuklukta
Deprem kargaşasında
Yaşadım bir kaç bin yıl
Acılara tutunarak
Acı çekmek özgürlükse
Özgürüz ikimiz de” *
Ülfet acılarına tutundu ama, özgür de değildi, mutlu da
değildi. İç huzuru olmadıktan sonra, devamlı zihninin gerisini kemiren bir kurt
durduğu müddetçe nasıl özgür olabilirdi ki? Yine de yaptığı basın toplantısı
herkes gibi beni de şoka uğrattı. Gidip polise teslim olmasını filan
bekliyordum ama kameraların önünde bu itirafı yapmasını beklemiyordum. En
azından artık kendine doğruyu söyledi, en azından artık özgür.
"İki kelimeyle aşılacak yolu mu yürüdük bunca yıldır?"
Süreyya ve Ülfet dertleşmesinde de ortaya çıkan, Süreyya’nın hayata bu pozitif
bakış açısını, sevginin gücüne olan inancını o kadar çok seviyorum ki. Oscar
Wilde’ın “Hepimiz bir bataklıkta
yaşıyoruz ama bazılarımız yıldızlara bakıyor.” sözündeki yıldızlara
bakanlardan o. Hayata fazla toz pembe yaklaşıyor diyebilirsiniz belki ama, bu
sayede Boran ailesinde pek çok dönüşüm yaşandı. Bu sayede Esma ile sahici bir
bağ kurabildi. İletişimin, tatlı dilin, sevginin, samimiyetin çözemeyeceği
herhangi bir olmadığına inanıyorum ben de. Yeter ki insanların anlaşmaya gönlü
olsun.
İki inatçı keçi, Esma ve Ülfet bile, birbirlerinin
kalplerine gerçekten baktıkları zaman anlaşmanın, en azından kavga edip nefret
kusmamanın bir yolunu buldular. Esasında, “kadınlık” paydasında buluştu hepsi.
Aldatılmanın, çocuk sahibi olamamanın, emeğinin heba olmasının acısını bilen, hayatın darbelerini zaman
zaman yemiş kadınlar olarak empati kurdular birbirleriyle. Esma’nın bahsettiği
kalpten kalbe konuşmak tam da bu aslında.
Yazı devam ediyor.