Ay yeminlen bunaldım valla
Annenin kaderi kıza diye bir laf vardır ya, Adem’i gördükçe babanın kaderi de oğluna mı acaba diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Terapist sahnesi her zamanki gibi nefisti. Başından beri Dilara’nın o bebeği aldırması gerektiğini, sorunlu ilişkilerin ilacının çocuk olmadığını söyleyip duruyorum. Bu fikrimin de hâlâ arkasındayım. Ama bu hamileliğin, bu hikayede neden devam ettiğini de biraz bu bölümde anladım sanırım. Adem bu şekilde babasını anlayarak onunla barışıyor diye düşünüyorum. Ona olan öfkesi azaldı, ona biraz daha yaklaştı. Adem’in babasıyla içinden sürdürdüğü savaş, babasının ayakkabılarını giyip babalık yolunda yürümeye başlayınca tam manasıyla sonlandı.

Bebeğinin kalbi adeta hayata yetişmek istercesine, dörtnala atıyordu. Bu sesi ilk duyduğu andan itibaren, Fırat Tanış Adem’i öyle milim milim oynadı ki; içine batan cam kırıklarını da, hüznü de, keşkeleri de, umudu da hissettik. Hiçbir şey söylemeden, hiçbir söze gereksinim duymadan çok şey anlattı. Helal olsun! Yalnız Adem’in, bebeğinin kalp sesini dinlediği bu sahneyi müzik olmadan izlemeyi tercih ederdim. Bebeğiyle ilk tanışmalarını daha akustik bir şekilde izlesek, sahnenin etkisi birkaç kat daha artardı diye düşünüyorum.

Fragmanı ilk izlediğimde Adem’in konağı Boranlara geri vermesini çok erken ve temelsiz bulmuştum. Ancak konağı ele geçirmenin ona hayal ettiği hayatı sunmadığını yaşayarak tecrübe etti. Sahici mutluluğu, o duyduğu minik kalp atışlarında buldu. O sesi döne döne dinleyebileceği, içine kendi ruhunu üfleyebileceği sahici bir yuva edinmek için de konağı özgür bıraktı. Kapıdan çıkıp giderken kendini de özgür bırakmış gibiydi, çok hafifti. Hediye etmeyip, Faruk ile hesaplaşacaklarını söylemesi de son derece gerçekçiydi. Allah bilir, kaç yüz milyon para ödemiştir. Belki de, kendisinin bağışladığı evde oturmanın Esma’ya zor geleceğini düşündüğünden bunu özellikle belirtmiştir, bilemiyorum. “Hayatın aldıklarına değil verdiklerine bakalım.” dediği anda, hayatın Esma’ya yuvasını geri vermesi ne kadar da güzel bir denk düşmeydi. Bahçe kapısından içeri girdiği anda, başını kaldırıp da konağına bakmayı içi almayan Esma’nın, anahtarı eline aldıktan sonraki mutluluğu, neşesi beni de çok mutlu etti. Geçen sezon finalinde konaktan çıkılması beni çok heveslendirmiş, heyecanlandırmıştı ama oradan uzakta geçen süreden çok memnun kalmadığım için, döndüğümüze çok seviniyorum.


Para bizde, konak bizde!!

Gelelim biraz da güldüğümüz sahnelere. En favorim mutfakta göbek atan Boran kardeşlerdi.  Sinsi Osman, müziği açıp alttan gazı verince Fikret’le Faruk da durur mu? Fikret Kızılok’tan, roman havasına geçiş biraz ani olsa da, sayelerinde biz de evde kurtlarımızı döktük. Onlarda da ne figürler varmış, maşallah.

Süreyya ve Faruk’un, “gelinleriyle” tanıştığı sahne de beni çok güldürdü. Süreyya’nın kendisiyle dalga geçen Faruk’u susturmak için Esma’nın evliliğini hatırlattığı ana bilhassa bayıldım. Nasıl da söndü bir anda Faruk’un havası. Emir o kadar uzun süre kampta kaldı ki, oradan evlenip bile gelebilirdi. Neyse ki sadece aşık olup gelmiş. Süreyya’nın gelinini çekiştirdiği sahne de çok eğlenceliydi, kahkahalarla izledim. Küçücük kıza kaknem dedi yahu! Gerçi ben de kendisine pek ısınamadım, fazla bilmiş çocukları sevmem. Bu konuda arkandayım Süreyya!

Bu bölümü aldım, kalbimin en güzel yerine koydum. Emeği geçen herkesin eline, aklına, kalbine sağlık. Bursa’ya arabalı vapurla mı gidelim, köprüden mi geçelim?

*Hasan Hüseyin Korkmazgil, Acılara tutunmaka
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER