Faruk bile, tatlı dille, samimi bir şekilde konuşarak açtı
Ülfet’in kilidini. O konuşma da, Yaşar Usta’nın fabrikatör dünürüne yaptığı
konuşma gibiydi. Aile olmanın, dayanışma kurmanın, gerektiğinde sevdiklerine
yaslanarak ayakta durmanın, can bağının sıcaklığı ve güzelliği üzerine yaptığı
konuşmayı çok sevdim. Süreyya ile hemen hemen aynı şeyleri söylediler.
Hayatını çaldığını düşündüklerinin mutsuzluğunu sağlamak
belki Ülfet’in içini biraz soğutacaktı ama ona da mutluluğu getirmeyecekti.
Keşke bu aralar Bursa’ya gidip de Adem’in durumunu, yalnızlığını
gözlemleyebilseydi. Sezon finalinde, herkes birlikte ve mutluyken onu bir başına
ve mutsuz gördüğümüzde “Kendini boşa
harcamış olur insan, dilediğine erer de sevinç duymazsa.” demiştim. Yani
ben demedim de, Shakespeare demişti. Kendisi de bu bölüm “Kaleyi aldım ama savaşı kaybettik.” diyerek bunu kabul etti. İçten
içe belki de o konağın diğer Boran fertleri gibi onu da mutlu edeceğini
umuyordu. Oysa ki o mutluluğu ve sıcaklığı konağın dört duvarı değil, içindeki
insanlar sağlıyordu. Yalnızlık, taşınması çok zor bir yük, çok ağır. Mutluluğun
tadı da, üzüntünün acısı da mutlaka bir yâren istiyor kendine.
Bak Faruk, ben konağın en büyük odasını Emir ve o gudubet geline vermem!
Yalnız Süreyya’nın, Ülfet’in sırrını anında Faruk’a
yetiştirmesi ona yakışan bir tavır değildi. Bunu yapsa yapsa İpek yapardı.
Ülfet Süreyya’ya en mahremini açtı, en gizli yarasını gösterdi. Onun da bu
sırrı tutması gerekirdi. En yakını, hiçbir şey saklamadığı kocası bile olsa
söylememeliydi. Süreyya kendisiyle ilgili bir şeyi elbette ki Faruk’tan
saklamamalı, ama bu sır ona ait bir şey değildi. Aile üyeleri tarafından Ülfet’in
anlaşılabilmesi için bu sırrın ortaya çıkması illa gerekiyorduysa da; Süreyya
Faruk’tan, Ülfet’in geçmişindeki cinayet sırrını öğrenince, Ülfet’in bunu
yapmasının altındaki nedenlerin bilinmesi adına sırrı ifşa edebilirdi. Aksi ona
pek uymadı.
Süreyya’nın bu sırrı anında Faruk’la paylaşması ne kadar
yanlışsa, Fikret’in de Ülfet’in geçmişiyle ilgili öğrendiklerini İpek’ten önce
Faruk’a söylemesi de o kadar doğruydu. İpek’in bu konuda yaptığı kapris hem
yersiz hem de haksızdı. Gerçek bir çift gibi iletişim kuramıyor, sorunları
birbirleriyle paylaşamıyor olmasına bozuluyorsa, bunun nedenini biraz da kendinde
aramalı. Fikret onunla en son Garip’in babalık ihtimalini paylaştığında,
ağzında bakla ıslanmadığı, koşa koşa DNA testi yaptırdığı için, bu sefer ona
bir şey söylenmemiş olabilir mi?
Faruk sevdiğim bir karakter olsaydı, her seferinde Fikret’i
affettiği için ona kızar, bu kadar yufka yürekli olduğu için biraz üzülürdüm.
Neyse ki sevmiyorum. Her şeye rağmen abi olduğu için kardeşinin ona güveninden
mutluluk duyuyor. Ama üç gün sonra Fikret’in başka bir şey yüzünden gene ona
püskürmeyeceğinin -en azından benim açımdan- bir garantisi yok. Hiç
güvenmiyorum bu çocuğa.
Yazı devam ediyor.