Ölüm uzak sanıyoruz...
Bu hafta aksiyon azdı, bazı sahneler çok uzunken bazıları ışık hızıyla geçti. Olan biteni kısaca anlatmak istesem birkaç cümle yeter belki. Ama kalbime dokunuşu yine çok özeldi. Cem'i baştan beri sevmedim, yalan değil, ölmesini de çok istedim. Ama Aslı'yla beraber uzun uzun ağladım da arkasından. Çünkü acıyı yaşama biçimi çok sahici, çok tanıdıktı Aslı'nın.
 
Bölümden sıkıldığını söyleyen arkadaşıma, "Ağlasaydın sıkılmazdın," dedim, "Cem'in gidişine mi ağlayayım, kör öldü badem gözlü mü oldu?" dedi. Haksız diyemem, Cem, arkasından ağlanacak bir adam değildi seyircinin gözünde. Ama üzülen, ağlayan da haksız değil, Aslı'nın acısına tanıklık etmek de kolay değildi. Bundan sonra neler olacağına konsantre olanların neden sıkıldığını anladığım gibi bölüm boyunca kirpikleri kurumayanların halini de anlıyorum. Hikâyenin nasıl bir yol izleyip nereye varacağını çok merak ediyorum, ama bu yolları kat ederken rastladığımız küçük hikâyelerde verilen molaları da bir o kadar önemsiyorum. Ve yazarın esas becerisinin birkaç cümleye sığdırılan o hikâyelerde saklı olduğunu düşünüyorum. Bundandır ayrıntıların peşinde koşuşum, bundandır hemen yazmak yerine zihnimdekileri demlendirme gayretim.
 
"Sürekli ölümden bahsediyorum," diye özür diledi ya Aslı, en çok orada yandı canım. Birdenbire bütün cümleleri geçmiş zaman kipiyle kuruyor olmakta insanın canını acıtan bir taraf var zaten, ama bir de, bütün o cümleleri sil baştan kurmak, ölen kişiye dair hikâyeleri yeni baştan anlatmak istiyor ya insan, daha nasıl büyüyebilir bir acı? Henüz Ferhat'a anlatmadığı ne çok hikâyesi vardı, yeri geldikçe paylaşacaktı belki. Ama o yer aniden geliverdi, Aslı'nın da aklına geleni boca etmesi gerekti Ferhat'ın üzerine. Belki o anıları belleğinde tazelemek istedi, belki Ferhat'ı da oraya eklemek, belki biraz kırgın ayrıldığı abisiyle ilgili anılarını temize çekmek... Aslı her fırsatta konuştu, anlattı. Ferhat'a anlattırdı kendi tecrübesini, Dilsiz'e sordu onun yarasını… Ve anladı ölümün herkesi eşitlediğini, ölüm acısının kalanları hep aynı yerden vurduğunu ve o yaranın hiç geçmediğini…
 

Ben varım!
 
"Ölüm uzak sanıyoruz ya," öyle değil, dedi Dilsiz, çok haklıydı. Başımıza hiç gelmeyecekmiş gibi yaşıyoruz, her şeyin özrünü dileyebilir, teşekkürünü edebilir, acısını çıkarabilir, hesabını ödeyebilirmişiz gibi. Bunu içten içe hepimiz biliyoruz aslında, hayat kısa. Ama bunu unutmadan da yaşayamıyor, yürümeye devam edemiyoruz. Yazık ki bütün hesapları da açıldığı anda kapatamıyoruz, biraz zaman geçmesi gerekiyor üzerinden. Ve her şeyin çaresi zaman, bazen çaresizliği getirip koyuyor avuçlarımıza.
 
Ferhat'ın Aslı'nın yanında olma biçimine bayıldım. Kendisine ihtiyaç duyduğu hiçbir anda Aslı'yı yalnız bırakmadı, aç mısın, uyumak ister misin gibi sorularla ona yaşamak, devam etmek zorunda olduğunu hatırlattı, anlattıklarını sabırla ve ilgiyle dinledi, sorularına karşılık verdi. Aslı "Kimse kalmadı" dediğinde "Ben varım, hep olacağım" demeyi de bildi. Bir de, Aslı "Çok konuştum" diye özür dileyince Ferhat, "Yoo, ben dinlemek istiyorum" dedi ve kalbimden vurdu beni de. Harikaydı.
 
Aslı'nın bu kadar çok konuşması, anlatması, sık sık teşekkür etmesi, özür dilemesi, aynı acıyı onlarca defa yaşamış gibi bilgece hikâyeler anlatması, hep güçlü olmaya, ayakta durmaya alışmasından ve artık en büyük desteğini yitirdiği için kontrolü hiç bırakmaması gerektiğini düşündüğündendi bence. Ama artık Ferhat var, yanında duran, hep yanında olacak olan ve her zaman ayakta durmak zorunda olmadan, acısını da dibine kadar, özgürce yaşaması için ona alan bırakan… Nitekim Aslı da gerçekten bıraktı kendini, hem bedenen hem de zihnen. Ferhat'ın kollarından yere nasıl yığıldığını gördük, peki ağzından çıkanlara da dikkat ettik mi? Bir cümlesi "Abim çok severdi yoğurtlu makarnayı" iken diğer cümlesi, "Kimse kalmadı." Biri oldukça sıradan, biri oldukça acıklı iki cümleyi arka arkaya getirebildi kendini bırakan Aslı. Çok da sahiciydi.
 
Ölümün karşısında her şey boş ama ölümün sonrasında söylenenler, yapılanlar boş değil. Sadece şu anda yanında olmayı becerdiği ve bunu da acısını yaşamasına izin vererek yaptığı için bile vazgeçilmez olabilir Ferhat, Aslı için. Öyle önemli bir zamanda sardı kollarını ona Ferhat.
 

 
En çok hoşuma giden detay, Aslı'nın Dilsiz'in adını bilmesiydi. Aslı biliyor, çünkü Hülya ile konuşmuşlar. Bu küçücük cümle öyle çok şey anlatıyor ki. Aslı sadece Ferhat'ın hayatına girmedi, dizideki herkesin hayatına girdi, hepsine bir iz bıraktı, bırakmaya da devam edecek. Sonsuzluğa uzanan dizi süreleri azmış gibi hâlâ şunu da görseydik bunu da görseydik diye mızmızlanıyorum ya, işte onların hepsine de cevap gibiydi "Hülya ile konuştuk" cümlesi, biz onları izlemiyorken de orada bir hayatın devam ettiğini, SBA evreninin bir yerlerde var olduğunu ve oradan bize daha çoook hikâyenin geleceğinin müjdecisiydi.
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER