Aslı ile
Ferhat doğru düzgün yan yana gelmiyorlar, gelse de konuşmuyorlar diye bir ton
şikayet vardı seyirciden. İşte hepimizi susturacak bölüme geldik böylece. Bölüm
öyle güzel, akıcı ve bütünlüklüydü ki, hakkında yazabilmem için günler geçmesi
gerekti. Hani her şey o kadar güzeldir ki tek bir dokunuşla büyü bozulacak diye
korkarsınız, benimki de o hesap, kalem oynatamadım uzun süre. (Evet benim
yazılarım çoğunlukla geç çıkıyor, çünkü boş bulduğum her anda yazmaya, sonra da
onları birleştirme çalışıyorum. Ama yazmaya bölüm biter bitmez başlıyorum
çoğunlukla. Oysa bu kez, haftanın yoğunluğunun yanında, AsFer'in güzelliğine
dokunmaya kıyamamamın da etkisi var. En güzel cümleleri de kursam yetmeyecekmiş
gibi bir his eşlik etti bu hafta bana.)
Gamze
Demirbilek ne pozitif bir yüz, ne güzel renk katıyor bulunduğu her sahneye.
Sadece AsFer'i kurtardığı ve aşklarını görüp gazı verdiği için değil, iki
lokmacık ekmeğini paylaştığı (evin durumunu, sofranın fakirliğini görüp
kahvaltı yapmamayı tercih eden, Aslı'ya da "yeme istersen hepsini"
diyen Ferhat kaçmadı gözümden), bir ömür yardım edecekmiş gibi sahiplendiği
için de kıymetlimiz oldu Seher Abla. Gerçekten arada sırada ziyaretine
gitmelerini ve helallik almalarını çok isterim.
Küçük
Ferhat'ın AsFer'in yanında doğmaya karar vermesi de AsFer için yeni bir dönemin
başladığının işareti bence. Aslı odada doğuma yardım ederken su getirmek, havlu
bulmak için koşturan, Ferhat Aslan değil, Aslı'nın kocası olan ve karısına
güvenen Ferhat'a bayıldım. O da telaşlandı, meraklandı, korktu ve sonunda bir
mucizeye tanık oldu. Hayatın bir parçası olan bu küçük mucizelere o kadar
yabancı ki, bebeği kucağına aldığında Ferhat'ın kelime stoğu tükendi adeta. Ne
diyeceğini bilemedi, sessiz de kalamadı, aynı sözcükleri tekrarlayıp durdu ve
tabii ki yine çok tatlıydı, çünkü kendini engellemeden gülümseyebiliyordu.
Birkaç gün
önceki Ferhat, bebeğin isminin Ferhat olmasını da kabul etmezdi belki.
Karanlığın bebeğe bulaşmasından, onu da mutsuz etmesinden korkabilirdi. Oysa
seve seve kabul etti Ferhat. Kendini sevmeyen adam, adını seviyormuş meğer.
"Ferhat güzel isimdir, delikanlı ismidir" dedi, bebek "çok
güzel, güzel yani, sonuçta Ferhat" dedi. Yaşam belirtileri gösterdi.
"Madem
yaşayacak gününüz var, hakkını verin o zaman" demişti Seher Abla. Ferhat
da Namık'ın evine dönmektense taş eve gidip yarım kalan hikâyeyi tamamlamayı
seçti. Ve yanına silah almadan gitmeyi kabul ettiği o taş evde, ilk kez anı
yaşayan Ferhat'ı gördük. Öncesini, sonrasını düşünmeden kahve içtiler, sohbet
ettiler, yemek yaptılar, rakı içtiler. Ne güzeldi.
O kadar çok
şey konuştular, o kadar güzel atıştılar ki tüm diyalogları buraya sıralayasım
var, yalan değil. O çok sevdiğimiz atışmalar, yine çok sevdiğimiz birbirlerinin
repliklerini kullanma numaralarıyla bir araya gelince tadına doyulmaz
diyaloglarımız oldu yine.

Ferhat
bileğini sararken Aslı, bileğinin doğum sırasında hiç acımadığını söyleyince,
"Senin şeklin bize çünkü" dedi Ferhat. Konuşmaya başlayacağının ilk
sinyali buydu bence. Aslı silahsızken tehlikede hissedip hissetmediğini sorunca
da konuyu Aslı'ya getirdi. Aslı'nın neyi duymak istediğini, kendisinin de ne
söyleyebileceğini bilmese de gerçekten konuşmaya, söylemeye çalışan bir Ferhat
gördük. O kadar ki, bir noktada el kol hareketleri bile yapmaya başladı.
Tam da dilini bilmediği ülkedeydi o anlarda ve derdini anlatmak için her yolu
denemek ister gibiydi. Aslı yardımcı olma niyetiyle lafını sık sık kesmeseydi
belki anlatacaktı da. Olsun, bugün olmazsa yarın olur, konuşma isteğini gördük
ya, şimdilik bu bile yeter.
Aslı'ya da
yetti zaten, tünelin sonunda bir ışık olduğunu gördü, bütün çabasının boşuna
olmadığını, odunun yontulabileceğini anladı.