"Ateşin
denize, siyahın beyaza, güneşin aya duyduğu aşkın imkânsızlığı gibidir
Ferhat'la Aslı'nın aşkı. Oysa hepsi de gönüllüdür değişmeye, kendini var eden
her şeyi bırakıp yeniden doğmaya, aşk için değişip bir olmaya." İlk
bölümün ilk saniyelerinde, Ferhat namlunun ucundaki avını seyretmeyken, cıvıl
cıvıl bir halde oradan geçmekte olan Aslı'yı görmüş ve bu cümleleri duymuştuk
Aslı'nın sesinden. Aşk için değişip bir olmaya gönüllü olan Ferhat'la Aslı'yı
ise nihayet bu bölümde gördük.
Bize çağ
değişmiş gibi geldi, ama aslında ufacık adımlardı sevdaya doğru atılan. Ferhat
öğrenmeyi kabul etti, Aslı beklentisini düşük tutmayı. Ve sakin sakin, usul
usul aktılar birbirlerine. Kolay değildi, kolay olmadı, kolay olmayacak. Ama
imkânsız değilmiş, oluru varmış, bunu gördük. Olunca çok güzel oluyormuş,
insanın canına can katıyormuş, uzaktan bakanlara bile hayat veriyormuş. Aşk
işte, bildiğimiz gibi. İmkânsız gibi görünür, çok zor olur, ama olunca, yani
başınıza gelince, bir kez âşık olunca, o kadar da zor olmadığını anlarsınız. Ve
gerçek bir şeyse içine düştüğünüz, onu isteseniz de saklayamazsınız. Gürül
gürül akan suya set çekilir mi?
Ferhat
nihayet yaptı seçimini. Nefes almayı değil, yaşamayı seçti, akıp gitmeyi seçti
aşkın yatağından... Bu seçimi yapmak, âşık olunacak kişiyi bulmaktan ve ona
âşık olmaktan çok daha zordu, "Dilini hiç bilmediğim bir ülkede
kayboldum" diye anlattı bu zorluğu. Fakat Ferhat çok şanslı, çünkü o Aslı
gibi birini buldu, koşulsuz seven, yol gösteren, öğreten, değişip dönüşmekten
korkmayan, çabalamaktan kaçmayan... Aslı gibi birini bulmak gerçekten zor,
şimdilerde kimsenin yeniden denemeye, bir adım daha atmaya, sabretmeye,
direnmeye hevesi yok. Herkes, en doğrusunu şıp diye bulabileceğini sanıyor.
Kimsenin denemeye mecali yok. Ve Aslı'nın da dediği gibi herkes kendini o kadar
seviyor, kendini öylesine kusursuz görüyor ki, karşısındakinde kusur buluyor ve
vazgeçiyor adım atmaktan. Kimse değişmek istemiyor, herkes değiştirmek istiyor.
Aslı'nın,
kendinde olanlara rağmen Ferhat'ı kabul etmesi ve bunu bir iktidar meselesine
çevirmemesi öyle kıymetli ki. Yani Ferhat gibi birini hayatına almak zaten
fazlasıyla zor, ama bunu Aslı gibi kendi yaşamı, doğruları, kendi hayatı, kendi
gündemi olan güçlü bir kadının yapması çok daha zor. Üstelik Aslı bunu bir
öğretmen gibi, bir patron gibi yapmıyor. Ferhat'tan kat kat güçlü olduğu bir
durumda, gücüne hiç yaslanmıyor, yönlendirmeye çalışmıyor, Ferhat'la beraber
akmaya çalışıyor sevda nehrinde. Ona en çok da bu noktada gıpta ediyorum,
kendini feda etmeden ama kendini idealize de etmeden var olabiliyor bu
ilişkide. Bu dengeyi tutturabilmek işin sırrı belki de.
undefined">Manzaraya daldım ses çıkarma^^**
Size bir
itirafta bulunayım mı? Ben âşık Ferhat'ta kendimi görüyorum başından beri.
Korkması, kaçması, yok sayması, direnmesi, kendini kapatması, acemiliği o kadar
tanıdık ki. Benim de kendimi böyle tepkiler verirken bulduğum oluyor. Aslı onun
kolunu omzuna atıp göğsünü sevdiğinde elini nereye koyacağını bilememesi, o
gerginliği durmaksızın konuşarak atmaya çalışması bana, kaç saniye boyunca
sessiz kalıp gözlerimi kaçırmadan gözlerine baktığımı sayan birini hatırlattı.
İnsanın ne yapacağını bilmediğini düşündüğü bir durumda arkasını dönmesi,
yokmuş gibi yapması, kaçması, susması ne kolay! Ve bir ilişkiyi ya da ilişki
ihtimalini böyle kaybetmek ne acı.
Bu bölüme
kadar aksini istemiş olsam da bugün bunu gönül rahatlığıyla söyleyebiliyorum:
Ferhat her ne kadar kendinden kaçsa, Aslı'yı da kendinden uzak tutmaya çalışsa
da Aslı'nın gitmesine izin vermemekle doğru olanı yaptı. Aslı'nın ve bizim
beklediğimiz gibi olmadı elbette,
"Seni seviyorum" yerine
"Bin
şu arabaya" dedi,
"Benimle evlenir misin" yerine
"Bu sende
kalsın", ama bu kez anladık, söylemek istemediğinden değil,
söyleyemediğinden, kendine yakıştıramadığındanmış. Kendine yakıştıramaması da
delikanlılık raconundan değil üstelik, kendini sevmediğinden, kendini Aslı'nın
yanına yakıştıramadığından. Aslı sevdiğini söylediğinde Ferhat'ın
"Ben de
bundan korkuyorum işte" demesini buna bağlıyorum ben. Aslı'ya katılmamak
mümkün değil, beter ol o zaman Ferhat!
Ferhat Aslan'ın imasız, ironisiz göz kırptığını da gördük^^
Ve
çocukluğunu, askerliğini anlatan, Aslı'yla beraber manzaraya karşı kahvesini
yudumlayan, mutfağa girip yemek yapan, en önemlisi de Aslı'yla karşılıklı rakı
içen Ferhat'ın değişebileceğine, bu aşk için çabalayacağına ben ikna oldum.
Ferhat'ın "Al bakayım şunu" diye verdiği yüzüğü alıp cebine atsın
istedim Aslı, mesele onda kalmasıysa cebinde de kalabilir. Ama Aslı Ferhat'ın
öğretmeni değil, komutanı değil, amiri değil, kızmayarak, küsmeyerek, o yüzüğü
mutlulukla parmağına takarak bana da bir şeyler öğretiyor Aslı. Eyvallah yani.
^^