…
Çocuksun sen sesinin çağlayanına düştüm
Bir çiçeğe tutundum düşerken, ordayım hâlâ
Sallanıp durmaktayım bir saatin sarkacı
Nasıl gidip geliyor gidip geliyorsa öyle
Zaman benim işte, nesneleşiyor tüm anlar
Dursam ölürüm paramparça olur dünya
Çocuksun sen sesinin çağlayanına düştüğüm
Uçurum diyordun bir aşk uçurum özlemidir
Bırakıyorum öyleyse kendimi sesinin boşluğuna
Tutunabileceğim tüm umutları görmiyeyim için
Gözlerimi bağlıyorum geceyi mendil yaparak
(Gözlerim bir yerlerde daha bağlanmıştı, bunu
Unutmuyorum unutmuyorum unutmuyorum hiç)
…
Çocuksun sen alnına kırlangıçlar konan…
Sevgili Güllerin Savaşçıları!
Haftalardır bu anı bekliyorduk sizinle. Bir ara ümidimizi de kesmiştik. “Artık
olmaz. Bundan sonra bir araya nasıl gelebilirler ki?” dediğimiz bile oldu. Ama
unuttuğumuz bir şey vardı. AŞK! Her ne olursa olsun Onları bir arada
tutabilecek tek bağ aşktı.
Beni Affet!
Bu bölümde Güllerin Savaşı eski formuna geri dönmeye başladı. Aksiyon, entrika
bir an olsun durulmadı. Bizleri yirmi dördüncü bölüme çeken şey Gülru ile
Ömer’in tekrardan bir araya gelebilmesiydi. Ömer’in, Gülru’ya hazırladığı
romantik ambiyans izleyen herkesi mest etti. Özellikle de Ahmet Telli’nin Çocuksun Sen şiirinden küçük bir bölüm
okuması sahnenin, biz izleyiciler tarafından yükselmesini sağladı. Doğrusu Ömer’in,
su altında çektirdikleri fotoğraflar ile denizsel formlardaki kabuklarla
(genellikle Mollusca diye bilinir) mekânı süslemesi kalbimi çaldı. Ne diyelim?
Her genç kızın başına Ömer gibi centilmen birin gelsin.
Ömer’i böyle övdüğüme bakmayın.
Aslında O’na sinirliyim. Çünkü birini eğer seviyorsan koşulsuzca inanacaksın.
Aklında en ufak bir şüphe kalmayacak. Ne yazık ki Ömer bunu yapmadı. Eğer Akif
videoyu izletmeyip açıklama yapmasaydı tatsız anlaşmazlıklar devam edecekti.
Gülru bu nedenle son derece haklı. Ya tekrardan O’na inanmazsa? Hayal kırıklığı
yaşatırsa? Bir daha yere düşmekten ve yanlış anlaşılmaktan korkuyordu.
Gülru’nun barışmayı naza çekmesi de bu yüzden.
Hata
yapmak insana özgüdür ve bu hatalardan bir şeyler öğrenmek de bedel ödemekle
gerçekleşir. Bazen bedel ödemek sandığımızdan da zor olabilir. Canımız yanar,
çaresiz kalırız. Ne olursa olsun yaptığın her eylemin arkasında durarak bedel
ödemeyi göze almak gerekir. Eğer bedelini ödedi isen bir daha arkana bakmayarak
o hatanın yüküne ortaklık etmezsin.
Demek
müştemilatımızın kızı artık créme de la créme olacak!
Geçen
bölümü Cihan’ın evlenme teklifiyle kapatmıştık. Gülru olağan durumu çok iyi
topladı. Cihan’ı kırmadan ve incitmeden yapılabilecek en doğru davranıştı. Ama
Gülfem’e göre bu hiç öyle değildi. Hayatındaki adamların Gülru’ya tapmasına daha
fazla tahammülü kalmadı. Bir an önce Cihan’la evlenmeyeceğini, canını ne kadar
yaksa da, Ömer’i sevdiğini söylemesini istiyordu. Gülru ise Cihan’ın bulunduğu
psikolojiden dolayı gerçeği söylemeyi biraz olsun ertelemek istedi.
Ne güzel aşağı atmış, neden tutuyosun ki?
Bütün
bu çalkantılar yaşanırken Gülru, Gülfem’in atölyesinden istifa etti. Bu da en
çok Gülfem’i memnun etti ama sevinci kursağında kaldı. Duygu, Cihan’a “hamile”
olduğunu söylerken her zamanki gibi Halide de kapıyı dinlemekle meşguldü. Hiç
nefes almadan olanı Gülfem’e yetiştirdi. Cihan duruma itiraz etti, Duygu’yu
odasından kovdu. Aralarındaki tartışma sırasında Cihan, Duygu’yu itmesiyle
merdivenlerde biraz sendeledi. Gülru tutmasaydı yuvarlanacaktı. Tabii ki de
Duygu, bu durumu Gülfem’e “Gülru, beni merdivenlerden itti.” Olarak empoze
etti. Gülfem de, dünden razı bir şekilde en küçük boşlukta bu detayı Ömer’e aktardı.
Ama bu defa Ömer, Gülfem’in söylediğine inanmadı. Galiba yakışıklı doktorumuz hatalarından
ders çıkarıyordu.
Bazen ellerimiz anlatmak isteyip de anlatamadığımız çok şeyi ele verir.
Gülfem,
Cihan’ın Duygu ile birlikte olup olmadığını pedagojik eğitimi alan biriymiş edasında
üzmeden, ağzından alıverdi. Gülfem’e kızıyoruz falan ama Cihan’a karşı
gerçekten olabildiğince sakin, sabırlı ve tahammül dirayetini zorlayan
yaklaşımı ile takdirimi kazanıyor. Gülfem için Cihan bir yana, dünya bir yana! Gülfem’in çocuğu olsa ne olurdu diye
düşündüğüm zamanlarda, aklıma sadece çok iyi bir anne olacağı geliyor. Gülfem’deki
psikolojik deformasyon çocuğuna da bulaşırdı, fakat Cihan’a olan yaklaşımları
ilgimi çekmeyi başarıyor. Bu inanılmaz bir bağ.
Meğer Taner, 8'de 4 kusurluymuş.
The Oscar goes to Yonca!
Taner’in
çarptığı kadın nihayetinde yoğun bakımdan çıktı ve hasta servisine alındı. Bunu
duyan Çiçek, Taner’i hastaneye getirdi. Çiçek sayesinde Taner’in biraz olsun
vicdanı rahatladı. Başından beri söylüyorum, Taner özünde iyi bir çocuk. Sadece
Onu öfkelendirecek herhangi bir olay, içindeki kötü Taner’i çıkartıyor. Hani
bir soru vardır. Aşk insanı ehlileştirir mi? Ehlileştirirse aşk olur mu? Bence
bunun en iyi örneği Taner’dir. Taner, Çiçek’in sevgisiyle özüne dönmesini ve
daha fazla insancıllaşmasını sağladı. Öyle ki evlenme teklifi etti. Düşünün; Ünlü
Playboy bir kıza âşık oluyor ve evlenme teklifi ediyor. Eh, bükemediğin eli
öpeceksin. Gözleri aşktan kör olan bu iki insanın unuttuğu bir engel var.
Yonca! Atsan atılmaz satsan satılmaz. Tam bir baş belası! Ve nelere sebep
olabileceğini çok iyi biliyoruz.
Bıçak sırtı!
Duygu’nun,
Gülfem’e “Hamileyim. Cihan benimle evlenmek zorunda.” baskısı ve Gülfem’in,
bunu Cihan’a aktarması paniklemesine neden oldu. Çaresizlikle evden kaçtı.
Yener, kırk yılın başında işe yaradı da Cihan’ın başına kötü bir şeyin gelmesine
mani oldu. Biliyorsunuz ki Cihan, her dışarı çıktığın başına bir şey geliyor.
Köşke dönmek istemeyen Cihan, Yener’in durumu kurtarma düşüncesiyle Salih
Efendi’nin evinde sığındı. Halide’nin durumu fark etmesiyle Gülfem, Cihan’ı
aramaya başladı. Bu arada Ömer’le birlikte romantik anlar geçiren Gülru’ya da
Cihan’ın evden kaçtığı haberi geldi. Cihan’ın yanına Ömer ile Gülru birlikte
geldi. Ardından Gülfem’in gelmesiyle kriz daha da büyüdü. Gülfem de, bunu
fırsat bilerek Ömer’le Gülru’nun evlenmek istediğini Cihan’a söyledi. O
psikolojide bulunan birine böyle bir şeyi söylersen vereceği tepkiye de
hazırlıklı olmalısın. Düşüncesizce yaptığı her davranış, her zaman kendi
aleyhine dönüyor. Gülfem hiç akıllanmayacak!
Mortis