Gidiyorum, bırak beni!
--Ağır oldu biraz, tadın kaçacaksa okuma--

Dün gece bölümü izlerken yine hop oturup, hop kalktım. Urfalıyam Ezelden ekibinin kazandığı "yaşam hakkı"nı doğru değerlendirmediğini hatta haftalar geçtikçe toparlanıp işlerine sarılacaklarına tuhaf bir "koy-verme" hali yaşadıklarını düşünüyorum. Günahı boynuma! Bu satırları okurken bazılarının "bekara karı boşamak kolay, sıkıysa gel de yaz/çek/oyna", dediğini de duyuyorum. Evet, kolay boşuyorum. Çünkü artık 10'uncu bölümdeyiz. Zurnanın ZIRT diyeceği yerdeyiz. Reyting listesinde aniden zıplayıp tavan yapmak bu hikayenin fıtratında yok diye yerinde saymasına, kendini tekrar etmesine de göz mü yumayım? Profesyonel bir izleyici olarak sempati beslediğim hikaye görüyorum ki yerinde saymakta inat ediyor. Senaryo ve hikaye ekibine birazdan söyleyeceğim her olumsuz eleştiriye rağmen itiraf etmeliyim ki (seçtiği yolu beğenmeyebilirim ama) dün gece sahaya çıkan senaryo boş değildi. Olaylı bir bölüm yazılmıştı. Ancak 'Günah' bir dilim çikolatalı pasta ve dün gece o pastadan ko-ca-maaaan ısırık alan da reji oldu. Afiyet şeker olsun.

Senaryo ekibi, bana vaad ettiği her şeyi kenara koymuş yeniden bir kurgu peşinde dolaşıyor olabilir ama az önce de dediğim gibi en az suçlu da onlardır.. Önce o hesabı kapatayım. Arkadaşlar, bu dizinin adını "Selva'nın Yolu" yapın da kurtulalım. Siz bana ne vaad ettiniz? Urfa'dan kaçıp, Istanbul'a gelen bir AİLENİN yeni hayatına, yeni düzene uyum ve uyumsuzluk sorunlarını öncelikle AŞK sonra da gelenek görenek, gündelik hayat bağlamında anlatmayacak mıydınız? Ne oldu? Ben ne izliyorum? Şu anda hikayenin en derinlikli karakteri Selva oldu. Vaad ettiğiniz AŞK çatışmasını da yok ettiniz gitti. Selva'yı "haklı kadın" haline el birliği ile getirdiniz, çatışma potasından düşürdünüz ve yerine yeni çatışmalar yaratma hevesine yürüdünüz. Hikaye neşesini kaybetti. Hikaye türküsünü kaybetti. Hikaye renklerini kaybetti. Hikaye, "Urfalı- Ankaralı" çatışmasını da küçümsedi, kendi elleriyle yok etti. Dün gece "Ay ne bitmek bilmez özetmiş" dediğimde fark ettim ki yeni bölüm başlayalı dakikalar olmuş. Hikaye kırık plak gibi her hafta döne döne aynı şeyi çalıyor, hışırtısından başım ağrıdı.

Hikaye yolunu o kadar kaybetmiş ki bir hafta evvel "Selva, Cemal'e neden yandı" sorusunu zaten çok şık bir şekilde cevaplamışken bu hafta da "Bebek tekmeledi" temalı saçma flashback'i verip kendini tekrar etmekle kalmayıp, beni yeniden "Selva neden Cemal'e yandı" sorusunu düşünmeye sevk etti. Çocuk tekmelediğinde diyelim ki Halil öleli beş ay olmuş olmamış meğer Selva Cemal'e o arada yanmış. Ama o defteri kapadık biz? Hem de en şık haliyle -bebeğe türkü söyleyen Cemal ve ona bakan Selva- cevabımızı aldık. Şimdi neden kabuk bağlayan yaramı tırnaklıyorsun? Neden kendine cephe açıyorsun? Hikaye ısrarla Çetin-Kıvırcık aşkından medet umuyor. Kağıt üzerinde nasıl görünüyor bilmem ama o hikayeler ANA AKSA hizmet etmiyor. Daha doğrusu cürmü büyük, hizmeti küçük oluyor. Sıkılıyorum o sahneleri izlerken. Esnemekten çenem ağrıyor. Bırak Çetin'i, Selva'yı, Kıvırcık'ı, Türlü'nün karın ağrılarını, CEMAL'e ne oluyor bana onu de hele..

Rejiye gelirsek.. Faruk Teber'in ardından sahaya inen Şenol Sönmez'in çektiği ilk bölüme ne kadar saygı duyduğumu yazmıştım. Bence olmazı oldurmuştu. Şu anda da üzülerek görüyorum ki olacağın da ucunu bırakmış. Nasıl mı? Şöyle. Hikaye diyor ki "Cemal, Duran'a okkalı bir tokatı çakar" Duran kim? Mahallenin sümüklü haytası mı? Duran bu hikayenin SAF kötüsü. Senin karanlıklar prensin, kahramanın. O ne kadar güçlenir, devleşir, büyürse ve ne kadar YÜKSEKTEN DÜŞERSE, senin hikayen o kadar GÜÇLENECEK. Cemal'in, Duran'a tokatı aşk'ettiği sahnede gerilim tavan yapmalı, seyircinin kanı donmalı, hayat durmalı, zaman akmamalıydı. Oldu mu? HAYIR. Hatta sahneye gülmekten karnıma ağrılar girdi.

Bol keseden serpiştirilmiş -bitmek bilmez faydasız- 50 kare slow-motion sahneler, sağılması gereken sahnelerin pırt diye geçmesi, pırt diye geçmesi gereken sahneleri DAKİKALARCA çekip bağlamalar. Detay yok, duygu yok, açı yok, mizansen yok. Yok oğlu yok... Misal dün gece izlerken "Bu sahneyi kes-sin ikinci ekip çekmiş" de diyemedim. Mesafe o kadar daralmıştı. Çok üzgünüm :( Yanık düşer, kalp krizi geçirir. DÜŞÜŞÜNÜ GÖRMEYİZ. Duran karısına tokat atar. TOKATI GÖRMEYİZ. Cemal, Duran'a tokat atar. TOKATI SAÇMA BİR KURGUYLA GÖRÜRÜZ. Neden? Şiddet göstermekten mi kaçıyorsunuz? Ama bu yolu siz seçtiniz? Hikayenin eğlencesini alıp, aşık atılamaz TRAJEDİ PORNOSU kulvarına gönüllü geçtiniz? Bitti mi? Bitmez. Recep, Cemal'i öldürmeye meyleder. Zannedersin aksiyon-komedi filmine sahne çekiliyor. Atari Salonu'ndaki sanal oyunlara yancı olmak bile daha heyecan verici oluyor, benden söylemesi. Bir türlü kamufle edilemeyen oyun-oyunculuk hatalarına girmiyorum bile. Hatta reji ya da kurgu -kimin marifeti bilemem ama- kadrodaki en sağlam halkaları bile tersoya düşürür hale gelmiş.

Şans bir kuş ise o kuş elinizden dün gece uçtu. Bunun suçu da bana göre ne kanalda, ne de yapım şirketinde.. Seyirci olarak kendimi boşanma davası için ileri tarihe gün almış ve sıkıntı içinde özgürlüğe adım atacağı o günün gelmesini bekleyen Cemal gibi hissediyorum. Üzgünüm.

Böyle işte..
R.

BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER