Bir yazıya başlık bulmak her zaman kolay olmuyor. Bölümün
geneline hakim bir konu varsa ne ala. Ama yoksa eğer, şahsen bunun için epey
zorlanıyorum. Çünkü bana göre başlık bir yazının çatısını oluşturuyor, geri
kalanı ona göre inşa ediliyor. Ama 71.bölümü izlerken ilk defa başlık bulmakta
değil de, aklımdan geçen seçeneklerden birini seçmekte zorlandım. Zira ne
ararsanız vardı bölümün içinde; “mutluluğa açılan bir kapı”, her şeye rağmen
yine de biraz “eksik mutluluklar”, “ucu yanmış hayaller”, “suya fısıldanan
dilekler” ve “azmin zaferi”.
Ama hepsinin sebebi, sonucu, ortak paydası; aşk… Çünkü “bu dünya aşksız dönmez”.* Nihan ve
Kemal’in mücadeleleri, Zeynep’in tüm ailesini silmesi, Emir’in sınırsız
kötülüğü, Ayhan’ın Leyla’sına kavuşmak için attığı taklalar hep aşktan. Herkes
aşkı uğruna yapıyor ne yapıyorsa. Elini kirletiyor, gözünü karartıyor, yılmadan
mücadele ediyor, emek sarf ediyor. O azimle mücadelenin sonunda kimileri uğruna
savaştığı şeyi nihayet elde edip mutluluğun kapısını aralıyor, kimileri o
kapıdan içeri başını dahi uzatamıyor. Bazısı mutluluktan semaya saldıkları
dilekler gibi havalara uçarken, bazısı da hayallerinin külleriyle baş başa kalıyor.
Ne ekersen onu biçersin misali…
Acaba hangisinin ettiği yeminler gerçek olacak?
Kemal ve Nihan’ın aşkları için mücadele etmesi iyi veya kötü birçok
şeye yol açtı. Ama kötülerin oluşumuna, bile isteye kastetmediler, bunu
hedeflemediler. Yalnızca olayların akışı neticesinde domino etkisiyle
gerçekleşti bu kastı aşan kötü sonuçlar. Hatta bazen bunlara yol açmamak için,
ayrı durmayı bile denediler. Fakat Emir
yaptıklarının hepsini bile isteye yaptı. Nedenleri tartışılır, hafifletici sebepler sunulabilir elbette ama bir durumu değerlendirmede "niyetin" de çok belirleyici bir etken olduğunu düşünüyorum. Bu hayatta yaptıklarımızın da mutlaka bir
karşılığı var elbette; iyi ya da kötü. Ve ne acıdır ki, Emir'in Tufan’ın hayatını sonlandırmak
için kurduğu planın aynısını kader de onun vasıtasıyla Zeynep'in karşısına çıkardı.
“Gönlüm aşk
yolundan dönmez
Kâh güler, kâh gülemez
Aşk dikeni az incitmez”*
Israrla aşkı uğruna mücadele ederken, aşk yolunda en çok
yara alıp, sonunda mutluluğun ona göz bile kırpmadığı Zeynep’in, tüm bunların üstüne bir de bebeğini kaybetmesine çok üzüldüm.
Emir’e karşı dik durup, o kopkoyu kötülüğün içinde hem abisine bir şey olmasın,
hem de sevdiği adam elini daha fazla kirletmesin diye kendini paralarken az daha
kendi canından da oluyordu. Abisine yaptığı iyiliğin, onu kurtarmak için verdiği, takdir edilesi
canhıraş mücadelenin sonu böyle olmamalıydı, bu kadar büyük bir kaybı hiç hak
etmiyordu. Onca mücadelenin sonucunda, sıfıra sıfır elde var sıfır. Halbuki Zeynep’in büttüün hayatını değiştirecekti bu bebek; ona mücadele
azmi, direnme gücü, yaşam umudu aşılayacaktı. Onun açısından çok yazık oldu
Poyraz bebeğe…
“Aşk,
Beni öldürdün sen aşk
Bazen güldürdün sen aşk
Beni büyüttün sen aşk”*
Zeynep kendindeki en radikal değişimi en dibe vurduğu zaman
yaşamıştı. Babası onu evden attığında, yalnız kaldığında ailesinin kıymetini
anlamış, kendi ayakları üstünde durmak için çabalamış ve Emir’e karşı dik
durmaya başlamıştı. Belki şimdi gene aynısı olacak. En kıymet verdiği şeyi
kaybedince, gene dibe vurup bu sefer gerçekten büyüyecek, daha sahici ve kalıcı
bir değişim yaşayacak, kim bilir?
Ama Emir’in içine düştüğü duruma üzülemiyorum açıkçası.
Çünkü o bebek dahi, Emir’i iyileştiremeyecekti. Oğlunun hareketlerini
hissettikten, onunla bir iletişim kurduktan sonra bile hâlâ daha, doğumdan
sonra Zeynep’ten kurtulup gene Nihan’la Deniz’i kendine bağlamayı düşündüğünü
söyleyecek kadar artık ipleri koparmış. Yani Poyraz doğsaydı bile Emir’in
hayatında büyük bir değişikliğe yol açmayacaktı bence. Belki kalbi biraz daha genişleyecekti ama o kadar. En azından diğer
insanlara ve hatta oğlunun annesine karşı tavrında hiçbir değişiklik olmazdı.
Sadece, oğlunun canıyla gerçekten sınanmak onu “
Söz veriyorum sana gideceğiz buralardan.” noktasına getirdi bir an,
fakat bazen bazı dersleri almak için çok geç olabiliyor.
Yazı devam ediyor...