Zeynep’in, abisinin Deniz için verdiği mücadeleyi
hatırlayıp, ona destek olmak adına Emir’i ele vermeye karar vermesine
sevinmiştim. Sonra Kemal’in Emir’i zaten kendi başına bitirdiğini öğrenince
vazgeçmesine ise şaşırmadım. Sevdiği adama “ihanet etmeye” karar vermek zaten
yeterince zordu, aslında hiç gönlünden geçen bir şey değildi. Bir de bunu
“gereksiz” yere yapmak çok daha can acıtıcı ve üzücü olacaktı kendi adına.
Çünkü hâlâ umudu vardı Emir’i iyileştirmek konusunda. Ama görüntüleri Kemal’e
teslim etmemesine karşılık, şıp diye Emir’in eline vermesi beni oldukça
şaşırttı. Koy bir çekmeceye dursun, illa Emir’e teslim etmen şart mı?
Yine de bir şekilde, Zeynep sürekli söylediği şeyi
gerçekleştirdi ve Emir’le evlenmeyi başardı. Başardı da ne oldu? İstediği tam
olarak bu muydu? “Kendini boşa harcamış
olur insan, dilediğine erer de sevinç duymazsa.” demiş Shakespeare, Lady Macbeth’te.
Böyle hayal etmemişti bu evliliği, ama onun hayalinin gerçekleşmesine de olanak
yok gibi geliyor bana. Artık hangi olay, Emir’in geri vitese takmasını
sağlayabilir ki?
Aşık bir insana “Neden sevdiğin insan için, çocuğunun babası
için çabalıyorsun?” diye soramam. Onunki de kendi mücadelesi neticede. Üstelik
kırılacak kalp de, harcanacak hayat da onun. Fakat Emir ona hâlâ hiçbir umut
vaat etmezken, değişmeyeceğini, karanlık kalacağını açıkça söylerken, onun
yanında olduğunu ispatlamak için görüntüleri hemen ona teslim etmek de, nikah
defterine imza atmak da ne bileyim biraz safdillik gibi geldi bana.
Hayal kırıklığı görseli
Geçen hafta tanışan ve ortak noktaları Emir’i çok sevmek
olan Müjgan Hanım ve Zeynep’in bu hafta bir ortak noktası daha oldu; Emir
tarafından kandırılıp hayal kırıklığına uğramak. Emir, Zeynep’i de, annesini de “iyileşme” isteği olduğuna inandırıp, aslında Zeynep’le sadece tek bir amaç
uğruna evlendi. Zeynep’in duygularını çok da önemsemeden, bu evliliğin yol
açacağı sonuçlardan yalnızca Kemal’e vereceği acıyı hesap ederek… Dediğim gibi
Zeynep Emir’le evlenmeyi dilerken bunun böyle, kalbi kırılarak gerçekleşmesini
istemezdi. Yine de devamının hiç değilse hayal ettiği gibi olması için,
Kozcuoğlu soyadını taşıdığı, hayatının bu yeni döneminde gene mücadele edecektir.
Ama ben dışarıdan bakan üçüncü bir göz olarak, onun yolun başındayken
kestiremeyeceği sonucu, kuş bakışıyla bakıp şimdiden görebiliyorum. Bu niyet
okumak veya fal bakmak değil, malumun ilanı. Zeynep beyhude bir çabayla, başka bir
kadının hayalini silmekle uğraşacak bir ömür boyu. Ve bu onu günden güne tüketecek.
Evliliklerinin ilk gecesinde bile Emir’in gözlerinden nasıl göründüğünü
görebilseydi, belki o zaman baştan hükmen mağlup sayıldığını anlardı.
En çok bilinmezliklerle dolu yeni bir hayata geçen ise
Emir’di bu hafta. Nihan’la bir hayat kurabilmek için onca uğraştı, bu uğurda
pek çok canı harcadı ama şu an elinde hiçbir şey kalmadı, bir tek güzel anısı
bile yok. Nihan onun zeminiydi ve şimdi o zemin çöktü, Emir de koskocaman bir
boşluğa düştü, ne yapacağını, ne olacağını bile bilmiyor. Keşke Nihan’ın
okuduğu kitabı Emir de çok daha önceden okusaymış. Karşımızdakinin hisleri
dediğimiz şeyin, bizim hislerimizin yayılmasını bile durdurabilecek güçte ve
sertlikte olduğunu, bazen ne yaparsak yapalım o sert duvarı aşamayacağımızı
öğrenirdi belki. (Nihancım, sonra “Albertine Kayıp”ı da okuyacak mısın,
canım?^^)
Aslında aklı Nihan konusunda o kadar umutsuz ki, farkındaysanız
hayalindeki Nihan bile onunla konuşmuyor. Güzel cümleleri ondan değil de
Zeynep’in sesinden duyuyor. Ama gel de anlat bunu sızım sızım sızlayan kalbine.
Keşke annesinin yokluğunda Nihan’ı bastırdığı yaralarının iyileşmediğini
sahiden anlayabilse. Hiçbir zaman kendisine ait olmayan şeylerin, mutlaka
gerçek sahibine döneceğini kabullense…
Aksi takdirde, yapacaklarından Kemal ve Nihan’ı, Fehime Hanım’ın duaları,
Ayhan’ın güzel dilekleri de korumazsa
senaristin kalemi
korusun, ne diyeyim?