Mahir ve
Feride’nin ilk buluştukları yeri, çay bahçesini görmeyi özlemiştik. Mahir,
Feride’nin kapısını açıp, inmesi için elini uzattığında oraya ilk gittikleri
anı hatırlamayan yoktur herhalde. “Ben emrivakileri sevmem” diye kızan
Feride’ye en Salih İpek gülümsemesiyle “ama bu güzel bir emrivaki” diye karşılık
veren Mahir’i unutmamız mümkün değil. İlk kıvılcımlar ne güzeldiler sahi.
Hazır o çay
bahçesine ilk gidişlerinden bahsediyorken, orada söylenen bir Feride sözünü
daha hatırlatmak isterim: “Biz hakimler kimseden hiçbir şey kabul edemeyiz,
kimse bize bir şey ısmarlayamaz, armağan edemez çünkü o kişi bir gün karşımıza
sanık olarak çıkabilir” tam olarak böyle demişti. Mahir, yedikleri simitlerin
parasını ödemek istediğinde söylemişti bunu. Biliyorum köprünün altından çok
sular aktı. Biliyorum şartlar öyle gerektiriyor ama bir hakim bir emniyet
müdürü ve bir kabadayı kadın ki aralarında hakim zanlı ilişkisi var,
İstanbul’un en meşhur yerlerinden birinde aynı masada oturup konuşmaları normal
mi? Allah korusun bir afet falan olsa bizim Susurluk vakası gibi bir Sarıyer
vakası yaşanacak neredeyse. Mahir söz konusu olunca Feride’nin aklının şirazesi
biraz kayıyor gibi ne dersiniz?
Bakın Feride'ye ne kadar da şık. Boşuna dememişler, kadınlar kadınlar için süslenir diye.
Mahir’in
akıl tutulması etkisi yalnız Feride üzerinde değil Belgin’de de etkili olmuş
olacak ki, orada kalemi Hakime Hanım’ın elindeyken hala bir laf sokup, inceden
inceden Mahir benim gibi kelamlar edebiliyor. Hadi Feride ömrünü Mahir’e
adadığı için hakimlik falan önemsemiyor, Belgin bu işin sonunda hapse girebilir
ama hala goygoy peşinde. Eğer kanunların dışında iş yapacak bir hakim olsaydı o
kanunları büküp Belgin Hanımcığımı içeri atıverirdi. Dua etsin ki zaten Feride
oraya ona yardım etmeye gitmemişti.
Adamı ne hale getirmişsin Mahir! İnsan düşmanına yapmaz böyle.
Ben diyorum
bu Kara ailesinin erkekleri efsunlu diye. Orhan, Mahir’den dediği onca dayağa,
kaburgalarının ezilmesine, burnunun kırılmasına rağmen hastaneden çıkıp Zehra
peşine düşebildi. Bir gece için onunla olup, sabahında da zarfın içinde
paraları bırakıp giderse tam olur. İyi ki de o zamanlar cep telefonu yok eğer
olsaydı Delikanlı gibi şarkısını Çılgın
Sedat’tan önce Orhan yazıp Ayten’le birlikte şarkıcılık yolunda ilk adımlarını
atabilirdi. Kabul ediyorum fazla arabesk, olmaz Ayten’le çünkü o alafranga
eserler seslendirecek.
Ayten
demişken de kendisini plak yıldızı olma yolunca sonuna kadar destekliyorum.
Sosyete Yusuf’a pek güvenmesem de Ayten’e bir kötülüğü dokunacağını sanmıyorum.
Hatta Ayten daha önce farkında olmadan da olsa Turgut’un ipliğini pazara
çıkardığı gibi belki de bombacının kim olduğu konusunda da Mahir’e yardım
edebileceğini düşünüyorum.
Mahir'in "gel sineme yar" vuruşu sonrası.
Beni bu
diziye bağlayan Mahir ve Feride arasındaki o tılsımlı sevda. Tamam, bu dizide
sadece aşk yok ama ‘sadece aşk’ olmayan o diğer mevzular hiçbir zaman bu aşk kadar
tesir edemiyorlar. Yani Karadayı diye höyhöylü bir adı varken bile insanlar
kabadayı hikayesini değil Mahir ve Feride’yi izlemek istiyorlar. Mesela Mahir
geldiğinde evlerinin kapısını Feride’nin açması, birlikte oturup günlerinin
nasıl geçtiğini konuşmaları, birlikte yaşamaları bunlar güzel şeyler. Bunları
görüyor olmak da güzel. Sürekli bunlar olamaz elbette ama bunların sıcaklığını
yakaladığımızda diğer burun kıvırdığımız olaylara karşı daha dayanıklı
olabiliyoruz. Yani sevda ve adalet üzerine kurulu örgünün yanında
talihsizlikleri, hataları, kötü tesadüfleri, kötü adamları sineye çekmemiz
kolaylaşıyor.
Karadayı
bizim için kendimiz kızıp söyleneceğimiz ama kimseye de laf söyletmeyeceğimiz
bir yakınımız gibi. Son sezondayız bunu da biliyoruz. Olayların sürekli
dağılmasındansa yavaş yavaş toparlanıyor olması gerektiğini düşüyoruz.
Evet,
hayaller derya deniz inşallah serap görmüyoruzdur.