Büyük yangın sahnesi ise genel olarak başarılı, olayın
atmosferini yansıtabilen ama açıkçası ölçek olarak benim beklentimin oldukça altında
kalan bir sahne oldu. Vaktiyle İstanbul’un yarısını yakıp kül etmiş böyle
devasa bir yangını haftalık olarak çekilen ve teknik imkanları da belli olan
bir Türk dizisinde bütün o dehşetli görkemiyle yansıtmak kolay bir iş değil,
hatta imkansıza yakın bir şey, farkındayım. Ancak araya iki hafta gibi uzun bir
süre girince insan yine de bundan çok daha şatafatlı ve detaylı bir şey
bekliyor.
Geçtiğimiz sezonun 29. bölümünde Genç Osman’ın
saltanatına kazan kaldıran Yeniçeriler’in payitahtı yakıp yıktıkları bölümde 4.
Murad döneminde İstanbul’u yerle bir eden bu korkunç yangından çok daha fazla mahşer
ortamı, çok daha fazla yıkım ve dehşet vardı. Bu defa olayın büyüklüğü daha çok
Kösem Sultan’ın Topkapı Sarayı’ndaki dairesinin balkonundan izlediği CGI
görüntüleri ve yangında her şeylerini kaybeden insanların tepkileri, acıları ve
feryatları şeklinde yansıtıldı.
Gün ağardığı zaman yaşanan yıkım setlerde güzel bir
şekilde yansıtılmıştı. Yine de orada da evlerin sadece üst katlarının değil,
bütününün yandığı, baştan aşağı harabe olduğu hallerini görebilmeyi isterdim. Öyle
bir yıkımda sadece üstleri yanan, altları sağlam kalan pek fazla bina olmasa gerek.
Yangının başlaması ve yayılması ise çok çabuk oldu. Oldu
bitti hatta. Gülbahar Sultan Kösem’in mührünü çalıp Sinan Paşa aracılığıyla sadık
adamlarına onun ağzından mektuplar yazdırıp insanlar limana çağırdı ancak biz
bu mektupların elden ele dağıtıldığını görmedik. Bir anda gemiye toplanıveren insanların
yine bir anda alev fırtınasının içinde kalıp ölmelerini gördük. Az bir girizgâh yapılsaydı keşke. Yangının gemiden şehre sıçraması biraz gösterilseydi mesela. Gemideki yangın
sahnesinde alev topuna dönen dublörler kullanılması çarpıcı olmuştu ama, tebrikler.
Tabii bütün bu yangın olayının en çarpıcı anı, yangın
söndürüldükten sonra (bu noktada yangın sahnesinde çoluk çocuk kendi imkanlarıyla etrafı
söndürmeye çalışan ahaliye dair bir şeyler görebilseydik keşke) padişahı farkeden
bir kadının var gücüyle veryansın ettiği sahneydi. Bölümün en iyi oyunculuk
performansını burada gördük sanırım. Seslendirme mi yapılmıştı bilemiyorum ama bir Osmanlı padişahına bu derece
hissederek korkusuzca nefret kusulduğunu, bunca güçlü kahredildiğini, payitahttan basit bir insanın koskoca padişahla bu şekilde konuşmaya cüret edebildiğini ve o padişahın tebaası karşısında bu konuma düşüp yenilir yutulur olmayan bu tür sözleri
işittiğini ilk defa olarak gördük. Murat’ın karizması yerle bir oldu.
Gerisi mi? Gerisi belli ki tufan… Kullarından bu sözleri
de işiten 4. Murad artık iyiden iyiye dellenecek. Sonra gelsin içki
yasakları, gitsin vurulan boyunlar…Ana-oğul kapışması da resmen başladı mı
seyredin gümbürtüyü. Nasıl bir şey olacak bilemiyorum. Zaten bu diziden ne
beklemem gerektiğini ya da bir şey bekleyip beklememem gerektiğini artık hiç
bilemiyorum. Olmasını umut ettiğim neredeyse hiçbir şey olmuyor zira bu sezon. Gül gibi fırsatlar mütemadiyen tepiliyor. Bütün
beklentilerim alt üst oldu. Her ne düşünüp tasarlıyorlarsa bekleyip göreceğiz artık. Her
şeyin iyisi olsun, ne diyelim?