4. Murad dönemi hakkında az çok bilgisi olan herkesin
gayet iyi bildiği üzere bu uçma denemesi başta padişahın takdirine mazhar olsa
bile en nihayetinde “hiçbir başarı cezasız kalmaz” sözünü bir kere daha göze
sokarcasına Hezarfen Ahmet Çelebi’nin tehlikeli bir adam olarak görülüp Cezayir’e
sürgün edilmesi ve ömrünün sürgünde nihayete ermesiyle sonuçlanan, bilim
tarihimiz adına maalesef ki üzücü bir şekilde biten bir olay. Tarih kompetanı
olmaya gerek yok yani, neredeyse herkesin bildiği nahoş bir gerçeklik bu.
Dizi ise bırakın Hezarfen’i Cezayir’e sürgüne yollamayı
tam tersine ödüllendirerek Anadolu’ya yolladı, yanına da daha uzunca bir süre
etrafta olması ve seyahatlerine 1640 yılında başlaması gereken Evliya
Çelebi’yi de katıp iki karakteri de yolcu etti. 4. Murad’ın meşhur “Bu adam pek
korkulacak bir ademdir. Her ne murad ederse elinden geliyor” sözlerini Metin
Akdülger’e söyletti ancak konuşmanın son kısmını, yani “Böyle kimselerin bekası
caiz değildir” sözünü es geçti. İkili padişahla görüşmeye gitmeden önce Arz
Odası’nın önünde ileri geri konuşan devlet erkanından birkaç tane paşanın söylemleriyle
dönemin Osmanlı’sının bu olaya asıl bakış açısını son derece cılız bir şekilde
verdi.
Halbuki bu ülkenin insanları sırf bu tarihi olayı
anlatmak için çekilmiş olan İstanbul Kanatlarımın Altında filmini izledi
vaktiyle. Sezon başladığından beri ara sıra bu filme referans verdiğimi
biliyorsunuz. Birbiriyle alâkasız iki yapımı mukayese etmek için değil, aynı
tarihi dönemin ne kadar farklı bakış açılarıyla ele alındığını, Kösem'in 2. sezonunun tarihi anlamda neden tökezlediğini daha iyi
anlatabilmek için. Daha sezonun ilk bölümüyle ilgili yazdığım yazıda “asıl
üzücü olan Kösem’in, İstanbul Kanatlarımın Altında kadar cesur olmanın
kıyısından bile geçemeyeceğini bilmek” diye yazmıştım. İşte bu sözlerimin,
benim bile beklemediğim boyutta gerçeğe dönüştüğünü gördük bu bölümde. Dizi iyiden iyiye tarihi kurgudan çıkıp fantastik kurguya dönüştü.
Hiç tarih bilmeyen biri de sanır ki 4. Murad ve o dönemin
devlet erkanı bilimsel düşünceye tam destek veren, zamanının çok ötesinde kimselerdi. Tam tersine... Hani bu dizinin kaç bölümdür izlediğimiz eski ve yeni şeyhülislamları nerede? Tam
da ihtiyaç olduğu anda nereye kayboldular? Hani 4. Murad’ın Hezarfen Ahmet
Çelebi’yi Cezayir’e sürgüne göndermesine etki eden, ortadaki denemeye "Allah’ın
koyduğu kanunlara karşı gelmektir, münafıklıktır" diye güçlü bir şekilde itiraz
eden din ve devlet adamları nerede? Bir-iki tane paşanın fısır fısır
konuşmasıyla olacak iş mi o?
Madem olayın aslı gösterilmeyecek o paşaları konuşturmanın ne gereği vardı? Madem konuşturuldular, o zaman neden tarihteki asıl durumu anlatıp bu projeye yakışanı yapmak varken gerçeği örtbas edercesine bambaşka bir kurgu çıkarıldı ortaya? Herkesin bildiği gerçeği gözlerden kaçırıp, tarihi
toz pembe bir şekilde yeniden kurgulayarak seyircinin zekâsıyla alay etmek neden?
Şimdi hemen diyenler olacaktır, “Ama bu bir belgesel değil, kurgu dizi. Olur o
kadar. Beğenmiyorsan izleme”… Biliyoruz belgesel değil, 6 sezondur birçok tarihi gelişmenin dizi
gereği farklı kurgulandığını da biliyoruz ama hangi yoldan gidilirse gidilsin sonuçta büyük tarihi olaylar en nihayetinde tarihteki gibi yansıtıldı. Bu kenarda köşede kalan küçük bir
olay da değil ki. Tıpkı geçen sezon 24 bölüm boyunca küçük kardeşi Mustafa’yı
öldürmemek için kıvranırken genç yaşta derdinden hasta düşen Sultan Ahmet’i izlettikten
sonra, o padişahın Osmanlı tarihindeki en önemli icraatı olan Ekber ve Erşed
Kanunu’nu getirmesini göstermeyerek bunu onun elinden alıp Kösem’e paslamaları
gibi bence yine gayet nahoş bir duruma imza attılar.
Bu noktada bölümün sadece bu iki büyük gelişmeye
ayrılmasının, Kösem’in mührünü kimin çaldığı ya da Atike’nin Gevherhan ve
Silahtar arasındaki ilişkiyi öğrenmesi gibi olaylara bu bölümde hiç girilmeden
bir sonraki bölüme bırakılmaları daha doğru olurdu diye düşünüyorum. Elde kalan
yeterli zamanda hem Hezarfen Ahmet Çelebi’nin uçuşu sonrasında devletin
zirvesinde yaşananlar doğru dürüst tarihe uygun bir şekilde anlatılırdı, hem
karakterin hikayesi tarihteki gibi sonuçlanırdı, hem de sonrasında gelen büyük
yangın sahnesi çok daha detaylı çekilirdi.
Gerçi devletin zirvesi dedim ama
dizideki veziriazam kim, paşalar kim, ne işe yararlar o bile belli değil ki. Hiçbiri ortada yok. Ne bir divan toplantısı var, ne bir devlet meselesi. Hezarfen âlim mi zındık mı diye kim tartışacak? 11 bölüm bitti, devlet ricalinin yerinde yeller esiyor.
Evliya Çelebi karakterini de sonradan, başka bir
oyuncunun bedeninde tekrar görebilir miyiz bilmiyorum ama 4. Murad dönemini
anlatan, Evliya Çelebi karakterini barındıran bir yapımda karakterin
seyahatlerine başlamasına sebep olan o meşhur efsane rüyanın (Seyahat Ya
Resullullah) sözle anlatıldığını bile duyamadan çok erken bir şekilde yolcu
etmek büyük talihsizlik. İnsaf be padişahım, tarih bunun neresinde?
Lâgari Hasan Çelebi’yi hiç görememek, o da artık gelir de
hepsi güzel bir üçlü oluştururlar diye umutla beklerken diğerlerini de bir anda
göndermek ona keza. Madem Lâgari’nin yetişkinliği, Hezarfen Ahmet’le iletişimleri
hiç gösterilmeyecekti, 1. sezonda diziye neden böyle bir karakter dahil edildi
ve beklenti yaratıldı? Neden bu dizide anlatılmaya başlanan bir çok karakterin
ve hikayesinin devamı gelemiyor, neden her şey hep havada ve yarım kalıyor? Devamlı
hayal kırıklığına uğramaktan dolayı artık biraz kızmak hakkımız değil mi? Neler umduk neler bulduk yani şu sezon...
Yazı devam ediyor...