Annesiyle babasını yalnız bırakmak istemeyen yaralı çocuk
Emir’in bu haklı korkusu ve annesinin uyandığını öğrendiği zamanki mutluluğu
gerçekten etkileyiciydi. Bir insanın, babasının annesini öldürebileceğinden
korkması çok fena bir şey. Bundan daha de fenası; aslında bu korkusunda yerden
göğe kadar haklı olması. Anne oğlun bunca zaman sonraki ilk iletişimleri, “Hoş geldin anne. Çok beklettin ama değdi.”
itirafı beni çok duygulandırdı. Yalnız Emir’in sevdiği ve içtenlikle bağlı
olduğu, dolayısıyla da zaman ve emek harcamak zorunda kaldığı kadınların sayısı
artıyor. Eskiden bir tek Nihan vardı. Sonrasında onun sayesinde ve onun tüm
karşı çıkmalarına rağmen Deniz’e tutkuyla bağlandı. Kardeşi Asu’nun bile hasta
yatağının başında “Dünya yeterince ıssız.
Kardeşim kal, nefret etmek için de olur, intikam için de olur. Kardeşim olarak
kal.” demişliği var. Ama bütün travmalarının altında yatan neden olan
annesi bambaşka bir yerde. Şimdi ona yoğunlaştıkça, ilgisinin bölünmesi
nedeniyle Nihan ve Deniz’in üzerindeki hakimiyetini yavaş yavaş kaybedecek diye
umut ediyorum. Ayrıca Galip Bey ve Müjgân Hanım için de yüzleşme vakti
yaklaşıyor.
Zeynep’in kendi içinde, bu son birkaç bölümde peyda olan
gelişimini gerçekten sevdim. Evinden kovuluşu büyük bir kırılma noktası oldu
ancak dibe vurunca artık yukarı çıkmaya başladı ve Emir’in dediği gibi şimdi
izlenilebilirliği arttı. Eskiden Zeynep’i çok umursamazdım ama şimdiki dik
duruşunu, kendi hayatı için mücadele edişini severek izliyorum. Eski Zeynep’in
Ozan’ın katili olmamasını da sırf Kemal ve Nihan'ın arasına yeni bir engel
eklenmesin diye istemezdim ama şimdi bizzat kendisinin böyle bir hataya düşmesi
beni üzeceği için katil olmamasını diliyorum.
Zeynep’in bir zamanlar, zenginlik hayalleriyle, kurtulmak
istediği evine, odasına şimdi sıcak ama buruk bir gülümsemeyle bakması,
hapishane olarak gördüğü küçük dünyasının aslında dış dünyanın kötülüklerine
karşı koruyucu bir yuva olduğunu anlaması içimi inceden sızlattı, yüreğime
dokundu. Ama aslında o hayat da boğucuydu. Soydere ailesinin namus namus diye
tutturması, Zeynep’e mazbut bir öğretmenlik işi ve “hayırlı” bir kısmetle
sınırlandırılabilecek dar bir çerçeve, kısıtlı bir ufuk çizmeleri sahiden de
çok sıkıcı bir durumdu. Dolayısıyla Zeynep kabuğunu kırıp bu dünyadan kurtulmak
istemekte haklıydı fakat tercih ettiği yol çok yanlıştı. Ama işte görüldüğü
üzere, insan sadece kendisine karşı sorumlu olunca daha güçlü duruyor demek ki.
Çünkü bir tek kendini kandıramıyor ve kendi içindeki yargılamayı susturamıyor.
Beni al kollarına, kucağında uyut beni, ninniler söyle bana.
“İnsan gerçekten
hayatı için çabalamaya başladığında çok az insan kalıyor etrafında. Herkes
kendi haklılığının peşinde bu dünyada.” tespiti Zeynep için acı bir
tecrübenin sonundaki haklı bir kabulleniş oldu. Tabii önceleri kim kimin yanındaydı
o tartışılır. Aslında kendi hayatı için çabalamadığı dönemde yanında pek çok
insanın olmasının nedeni, Zeynep’in onların yanında durmak için ısrar etmesiydi
bence. Bilhassa da Emir konusunda. Bak şimdi umursamaz durunca, Emir, annesinin
yıllar süren komasından uyandığı gece bile durduk yere ona geliyor. Emir’in bu
tavrı egodan mı, kendisini vazgeçilemez görmesinden mi, yoksa Zeynep’e karşı
henüz adlandıramadığı birtakım duygularından mı kaynaklanıyor çözemedim
doğrusu.
Leyla ve Ayhan arasındaki gerilim de nihayet son buldu. Aşk
konusunda yüzü gülen tek çift de onlar sanırım. Samimi bir pişmanlığın ve içten
bir özrün karşı tarafın kilitli gönül kapılarını açabileceğinin ispatıdır
Leyla. (Kızım sana söylüyorum, Nihan sen anla.) Kapı aralığında liseli aşıklar
gibi tatlış tatlış flörtleşirken, yanağa kondurulan sıcak ve dolu bir buseyle
de yetişkin ilişki seviyesine geçtiler. Aşk onlara, bilhassa da Leyla’ya çok
yakıştı. Zehir ve Zehra’nın yüzleşmesi ise bana kalırsa bölümdeki en zayıf
halkaydı. Zehra’da beni ikna etmeyen, aşkına inanmamı engelleyen bir şeyler
var. Eskinin defterlerini açıp da ağlayarak sarıldıklarında zerre
hüzünlenmedim. Çünkü hâlâ Zehra’nın Emir’in emirleri doğrultusunda hareket
ettiğine inanıyorum. Öyle değilse de ikna etsin beni madem.
Ayhan’ın dediği gibi; akış diye bir şey var. Kum saatindeki
kumlar gibi akıp gidiyoruz işte. Nihan’ın geçirdiği kazayla şimdilik o saati
bir kere daha tersine çevirdik, yeni bir süreci başlattık gibi duruyor. Ama
mühür imzasını eninde sonunda bulur…
*Aşkın Nur Yengi, Hesap ver