İkinci durağımız 7. bölüm:
Kuşadası’ndan
döndükten sonra kafası tek karışan kişi Defne değildi. Ömer’in de içinde
rüzgarlar esmeye başlamıştı. Aslında o rüzgar ustaya göre daha ilk günden
başlamıştı ama onlar daha yeni hissetmeye başlamıştı. Ömer’in hissettiği
duyguları anlama süreci zorluyken üstüne bir de Defne’nin Sinan ile aralarında
bir şey olma ihtimali içi içini yiyordu. Bazı şeyleri kafasında netleştirmek
adına dağ evine gitmişti. Albertine Kayıp okurken kafasında dolaşan düşünceler
içinde boğulurken çareyi ustasını aramakta buldu. Sonra da kafasındakiler
ustasının karşısında dile geldi:
SADRİ USTA: “Dökül bakalım. Sen durup dururken
gelmezsin buraya. Sen neden kaçıyorsun? Ya bir şey eksik hayatında ya da çok
fazla.”
ÖMER: “Ya da her ikisi de. Fazla gibi görünen şey
aslına eksik olandı belki de...”
SADRİ USTA: “O zaman izin ver yavrum akışına
bırak, bırak taşlar yerine otursun.”
ÖMER: “Ben bugüne kadar hep kapalı tuttum
kapılarımı. Kendi dünyamda yaşadım. Kimseye ihtiyaç duymadan, kendimle
yetinerek.”
SADRİ USTA: “Şimdi o gizli kapılar aralanıyor, hem
de senin iznin olmadan.”
Önce annesini
daha sonra da babasını kaybeden Ömer yalnız kalmasıyla birlikte hep bir kendini
koruma hali içerisindeydi. Defne’nin hikayesinde “Hep gizlermiş duygularını kral, kaçınırmış görülmekten, içinde
saklarmış. Saklarsa, sakınırsa daha az hırpalanacağına inanırmış çünkü.” sözleriyle
anlattığı gibi... Manu’dan kapıya Sezen ile tanışmak için giren Ömer, buz
şelalesi olarak anılan katı kurallara sahip bir erkekti. İçinde bir yerlerde
kalbi atıyordu ama bunu kimselere göstermiyordu. Kendi özelinde yaşıyordu her
şeyi... Bir şekilde yaşadıklarından birilerini suçlu tutarak. Örneğin,
annesinin ölümünden sonra dedesini bu konuda suçladığı gibi...

Hayatı boyunca
Ömer hep ailesine özellikle de dedesine karşı kızgınlıkla hayatta kalmış.
Ayrıca hayatına kimseyi sokmamış, eğer bir gün giderlerse yine çok
üzüleceğinden korktuğu için. Ancak bir gün Defne girdi hayatına asistanı olarak.
Ve Ömer İplikçi’nin değişim süreci bir sabah mutfağında Defne’yi görerek
başlamış oldu. Defne önce doğallığıyla, sonra sakarlıklarıyla, ardından da
şefkatli sevgisi ve gerçekçiliğiyle Ömer’in içeride bir yerde saklanan sıcak
tarafını ortaya çıkardı. Hani bizim aşık olduğumuz Ömer İplikçi var ya, o
aslında Defne Topal’ın imzasını taşıyan bir karakter. Biz Ömer’in Defne’yi
sevme şekline aşık olduk. Eğer Defne’den önceki o sert kralı tanısaydık, belki
bu aşkımız bu kadar güçlü olmayacaktı. Ancak arka fonda açık bir dosya olarak
duran Kiralık Aşk oyunu yüzünden bu içeride gizli olan o sıcacık kalp ne zaman
dışarıya çıkmaya niyetlense, hep yaşanan bir olay ile daha da derinlere
gizlenmişti. Biz ne zaman “Tamam Ömer
değişti.” dediysek bir anda daha katı bir insan olarak karşımıza çıktı.
Ancak her katılaşması ise kendi kurallarından birini çiğneyerek yine yumuşadı.
Böyle bir döngüyle geçti Kiralık Aşk’ın ilk sezonu.
Nikah masasına
doğru yürüyen Ömer İplikçi, Defne’nin o yumuşak kalbiyle ve aşkla değişim göstermişti.
Eskisi gibi değildi. Ama değişim sürecini de pek tamamlamış sayılmazdı. Hala
kuralları vardı hayatını istediği gibi yaşamasına engel olan. Ve oyun
gerçeğinin açığa çıkması ardından da yaşanan bir yıllık ayrılık süreci Ömer’in
hayatta neyin daha önemli olduğunu görmesini sağladı. Yaşadıklarıyla “Aşkı seçmeliymişim.” diyecek bir noktaya
geldi. Ardından ise sadece dedesini değil; kendisine oyun oynayan Neriman’ı
bile affederek tüm ailesini evde ağırlayacak kadar yüce gönüllü bir insan
olduğunu gösterdi. 62. bölümde “Bir yıl
önce bugün, Roma’da yapayalnızdım. Tanıdığım herkese öfkeliydim. İçimdeki
enkazda tek bir sevgi kırıntısı kalmamıştı. Şimdi buradayım. Affetmek herkesi,
her şeyi... Küskünlükleri geride bırakmak, öfkeyi söndürmek belki de en iyisi.
Mutsuzluklara, kırgınlıklara konsantre olmak yerine içindeki mutluluğu bulmak.
Ona tutunmak ve affetmek. Neyse ne.. Yaşıyorum, yaşıyoruz işte.” sözlerinde
de belirttiği gibi değişiyordu. Öfkeli bir insan olmak yerine affetmeyi tercih
etmişti. Bunu aşk başarmıştı, Defne’nin aşkı. Aşk bu kadar güçlü bir duyguydu
işte. Ömer’e 7.bölümde fazla gelen o aşk duygusu, aslında eksikti. Şimdi
varlığıyla eksikleri tamamlamıştı.

Ancak o gün
ustasına hayatı hep kendi başına yaşamaya alışık olduğunu belirten Ömer ne
yazık ki bu konuda hala aynı noktadaydı. Pamir’in yaptığı tahminlerle az çok
olay hakkında fikir sahibi olsak da, Ömer’in kabusların ve yaranın asıl
nedenini Defne’ye açıklamaması değişim sürecinin hala devam ettiğinin en büyük
kanıtıydı. Defne’nin dağ evindeki “Geçmedi,
geçmeyecek de. Tam ‘bir yol buldum’ dedim artık iki kişiyiz, Ömer dünyaya
kendini kapasa da, bana kapamaz açık olur sanıyordum ama isteyince demek ki
nasıl kapatıyormuşsun kapılarını, nasıl duvar örüyormuşsun.” haykırışları
yine aylar önce Ömer’in ustasına söylediği sözleri hatırlatır türdendi. Evet,
dünya bir yana Defne bir yanaydı. Buna dair hiçbirimizin şüphesi yoktu. Ama bir
şekilde Ömer’in o kapılarını kapattığı dünyada Defne’nin de var olduğunu
kabullenmesi gerekiyordu. Tıpkı uçurumdan atlamaktan korkan Defne’nin en
sonunda elde ettiği cesarete onun da ihtiyacı vardı. Nedenlerini bilemeyiz
susmasının arkasındaki... Belki anlatacaklarıyla Defne’yi üzeceğinden korkuyor
ya da Defne’nin uzaklaşacağından. Ömer’in kendi içinde verdiği savaş hakkında
şu anda bizler de bihaberimiz. Şimdi işte Ömer’in sadece kalbine değil, aklına
ya da o kapılar her nereyi koruyorsa oraya Defne’yi almanın vakti geldi.
Yazı devam ediyor...