İlk durağımız 6. bölüm:

Yaşanan duygu akımına daha bir ad veremediğiniz daha doğrusu ne olduğunu pek de anlayamadığınız günler vardır. Aşkın daha ilk evresidir. Kalbiniz pıt pıt atar ama daha önce bu duyguyu bilmediğinizden pek bir acemi kalırsınız yaşadıklarınıza. Tıpkı Kuşadası’ndan dönen Defne ile Ömer gibi. Sinan’ı gördüğünde kalbinde kelebekler uçan Defne’nin kesilen nefesini anlaması aslında ne zordu. Nefesi kesildikçe bu içinde bulunduğu duygu karmaşasını anlaması daha da zorlaşıyordu. Üstüne bir de korku eklenince, iyice kabuğuna çekilmişti. İşte o zaman İso ona hepimizin her zaman aklının kenarında tutması gereken sözleri sarf etmişti:
 
“Ne korkacağım. Kazanıp kazanmayacağını savaşmadan bilemezsin. Savaşmaya tabii ki hazır değilim. Hem benim cephanemden ne olur: Hepi topu kuru bir sevda. Ama fark etmez yani içine öyle bir kıvılcım düştüğü zaman, o kıvılcımın hatırına yaşayacaksın. Ayrıca nedir kaybetsen ne olacak? Her şey kazanmak değil. Korkmayacağız. Belki bizi bir bulut tutar diye sırt üstü kendimizi uçurumdan aşağı bırakacağız. Çünkü korku ruhu kemirir Defo, mutlu olmak istiyorsan ilk şart: Cesur olacaksın, risk alacaksın.”
 
O anda bu sözleri duyan Defne’nin İso’nun neden bahsettiğini pek de anladığını sanmıyorum. Aşkı yaşamadan anlamak imkansızdır. Sadece masallarda dinlediğimizle aşkı bilemeyiz. Yaşadıkça aşkın üstümüzdeki etkileri ortaya çıkar. Başımıza gelenlerle hayatımızdaki değerler değişir. Defne de bu hayatta kendine düşenleri yaşadı. Sahildeki bankta Ömer’e anlattığı gibi Ömer’in asistanı olarak geçirdiği her gün bir maceraydı. Ardından macera aşka dönüştü, aşk korkuya, korku ayrılığı getirdi. Ama ne zaman ki; yeniden bir yıllık ayrılığın ardından bir araya geldiler işte o zaman Defne artık Ömer’siz bir hayat istemediğine emin oldu. Onlara yeniden sunulan ikinci şanslarında kendine düşeni sonuna kadar yapacaktı. Bir zamanlar İso’nun sarf ettiği sözler, ailesinin karşısına geçip Defne’nin konuşmaya başlamasıyla amacına ulaştığını anlamıştık. Daha önce Defne bu aşk uğruna bir çok kez uçurumun kenarındaki yerini almıştı. Yeri geldiğinde Ömer ile, yeri geldiğinde yalnız ama hiçbir zaman tam olarak atlamayı başaramamıştı. Ve şimdi Defne ailesiyle yaptığı konuşmanın ardından artık tam anlamıyla o uçurumdan aşağı atladı. Hatta atladığını kendi sözleriyle de itiraf etti:
 
“Tamam öyle diyelim uçurumdan aşağı. Ama bu benim hayatım, benim tercihim ne olursa olsun ne yaşanırsa yaşansın ben bunu yaşamak istiyorum. Bu kadar!”


 
Üstelik elindeki tek cephanesi kuru sevdası olarak kazanıp kazanmayacağını bilmeden bu uçurumdan atlamak istedi. Bu atıldığı macerada onu neler beklediğini bilmiyordu. Evlilik sözü almadan, bir gün belki Ömer ile ayrılacağını düşünerek atmıştı kendi aşağı. Şu anda kendisi bir bulut olup olmadığını bilmeden öylece aşağı doğru salınıyor ve bu durumdan hiç şikayetçi olmaması ise bugüne kadar her taşlandığında koruduğum Defne Topal’ın gördüğüm en cesur kadın olduğunu bir kere daha kanılıyor. Zaten bunu düşünen tek ben değilim. Tüm dengesiz hareketlerine, Defo’luklarına rağmen Ömer de benim gibi onun hayatında gördüğü en cesur insan olduğunu söylüyor. Eğer Defne ara sıra bunu unutursa Ömer’e ya da bana gelsin hemen kendisine cesaretini hatırlatırız.
 
Daha önce de birçok kere dile getirdiğim gibi ben kadere inanırım. Hepimizin hayatında bize biçilen bir hikaye olduğuna... Defne’nin hikayesi de Manu’nun kapısında başlamıştı. O gün Ömer’in öptüğü Defne Topal, İso’nun da belirttiği gibi kötü bir garsondu. Sürekli işten kaçmaya çalışan, daima kovulan, mütemadiyen mahallede kavga çıkaran bir genç kız. Annesi babası tarafından terk edilmiş, hayattaki tek bir hayali olmayan ve aklı fikri ailesine bakmak olan biri. Peki, şimdi? 20 kişilik ekibin lideri. İki tane şirketin lojistik müdürü. Bunlardan önce de şansını önce asistanlıkta, sonra tasarımcılıkta denedi. Bir şekilde Ömer ile yaşadığı aşk sadece karakterine değil, hayatının her anına etki göstermişti. Ömer onun içindeki potansiyeli ortaya çıkarmıştı. İşte bu Defne’nin ona doğduğu andan itibaren yazılan kaderinin bir parçasıydı. Ömer ile tanışmadan önce yaşadıkları onu Şükrü ağabeyin de dediği gibi dünyanın en merhametli insanı yaparken, Ömer’den sonra yaşananlar ise kendi küçük dünyasından çıkarak büyük dünyaların bir parçası olmasını sağlamıştı. Defne artık özünde hala aynı özellikleri taşısa da, bambaşka biriydi. Her şeyi göze alarak uçurumdan atladığı an ise bu değişim sürecini bir nevi kendine göre tamamlamıştı. Yaşadığı ne varsa cebine koyup yaşamıştı bu değişimi. Kulağa bencillik gibi gelse de seçimini kendinden ve aşkından yana yapmıştı. Daha doğrusu mutlu olacağına inandığı yoldan... Bundan sonra Ömer ile birlikte aynı tarafta ve yan yana gidecekleri yolculukta evet değişimi devam edecekti ama artık o her anlamıyla Ömer’in Defne’si olmuştu. Belki de zaten hep öyleydi. Tıpkı bize geçtiğimiz bölümlerde anlattığı masalda ya da ailesine sarf ettiği sözlerde dile getirdiği gibi:


 
“Biz zaten hep sevgiliydik. Daha doğrusu biz hep sevgiliyiz zaten. Aramıza mesafeler de girse, hiç haber alamasak da birbirimizden, uzak da olsak, yüz vermesek de birbirimize, kavga etsek de, konuşmasak da, hep birbirimizdeyiz aslında. Kalplerimiz aynı yerde, aynı ritimle atıyor. Bazen kırıyoruz birbirimizi, bilerek ya da bilmeyerek. Acı veriyoruz, acı çekiyoruz. Ama hepsi gelip geçici. Hepsi daha güzel günler için biliyorum. Bir araya gelir gelmez hissediyoruz ikimiz de bunu, ne yaşarsak yaşayalım biz hep birlikteyiz aslında. Ömer ve ben, aynı tarafta ve yan yanayız.”

Yazı devam ediyor...

BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER