Kiralık Aşk
izliyorsanız mucizelere inanıyorsunuz demektir. Peki, kadere inanır mısınız?
Ben son
zamanlarda daha da kaderci bir insan olmaya başladım. Özellikle ülkemizde son
zamanlarda yaşananlar hayatımızın pamuk ipliğinde olduğunu gösterdikçe, kendimi
her geçen gün daha fazla “hayırlısı”, “kısmetse” ya da “vardır bir alameti”
derken buluyorum olaylara karşı…
Herkesin kendi
kaderini yaşadığına inananlardanım.
Bizim için
çizilmiş bir hayat vardır ve o yolda ilerler dururuz. Bazen yol ayrımları olur,
onlar ise varış çizgimizi değiştirmez belki ama bu yolda giderken bazı şeyleri
öğrenmemize neden olur. Ve bu yolda üç tane yol arkadaşımız vardır: Aşk,
dostluk ve aile.
AİLE...
Sizce dünyaya
gelmeden önce içinde bulunmak istediğimiz aileyi seçmek mümkün müdür? Öyle
bulutların üstünden bakıp ‘bunlar çok iyi insanlar, onların çocuğu olsam keşke’
diyebilir miyiz? Belki de öyledir, kimbilir.
Hepimizin hayata
bakış açısı içinde bulunduğumuz aile ile oluşur. Daha kimsecikler tanımazken
yanımızda duran anne ile babadır bizlere hayatı hangi standart üzerinden
kıyaslayacağımızı belirleyen. Evde ne görürsek, onu hayatın normali sanırız.
Bazen Cevdet gibi
ailemizden kadınların erkeklere sorgusuz sualsiz itaat etmesini görürüz. Bazen
Ömer gibi aşkları uğruna ailelerini karşılarına alıp kapalı kapılar ardında
huzurla yaşayan ailemizden aşkın her şeyden önemli olduğunu... Ya da Defne gibi bir insan seni ne kadar çok
severse sevsin eninde sonunda gittiğini...
Başka türlüsünü bilmeyiz. Alışık değilizdir. Bilmediğimizden dolayı da
farklı bir türlüsü önümüze geldiğinde yadırgarız. Alışamayız. İnanmak
istemeyiz. Sendeleriz. Tıpkı anneannesi tarafından büyütüldüğü için evli ya da
sevgili bir çiftin nasıl olduğunu bilmeyen Defo’nun bir ilişkiye girdiğinde
hiçbir zaman doğru adımı atamadığı gibi. Örneği yok önünde çünkü feyz
alabileceği. Kader onun için bu hayat standardını belirlemiş.
DOSTLUK...
Ailemizi
seçemeyiz ancak dostlarımız kendimiz için seçtiğimiz ikinci ailelerimizdir. Bazen
çocukken kapının önünde top oynarken hayatımıza girerler, bazen okul sırasında
ya da ergenliğinde sokakta yaşıtlar tarafından alaya alındığında kurtarıcı
olarak. Bana göre aile kadar önemli bir kavramdır dostluk. Hayatta ailemizde
gördüklerimizden daha farklı şeylerin olduğunu da bizlere gösteren onlardır.
Doğru insanları hayatına aldığın zaman dünyanın en şanslı insanısındır. Derdini
derdi bilir, mutluluğunu mutluluk. Yürüdüğün hayatta sana yoldaş olurlar.
Düştüğünde kaldırırlar. Ağladığında omuz olurlar. Senden farklı bile düşünse
düşüncene saygı duyarlar. Gerçek acı bile olsa hep yüzüne en doğrusunu
söylemeyi kendilerine görev bilirler. Bu nedenle eğer böyle insanlar
bulduysanız, ‘dost’ diyecek bazen farklı düşünseniz bile arkanızı dönüp gidemezsiniz.
Öyle kolay aile gibi terk edilmezler. Çünkü bilirsin pes ettiğinde sana “Ömer kimseyle evlenemediği için değil,
kimseyi seni sevdiği kadar sevmediği için evlenmedi bugüne kadar. Bu kadar
mutluluk için biraz mücadele değer, değil mi Defo’cik.” diyebilirler; kaçak
dövüş oynadığında “Şu adamla sorunlarını
mesajla çözmek artık kaçak gibi. Alacaksın sorumluluğunu gidip yüzüne yürekli
yürekli söyleyeceksin. Neden ben karıştım bu kadar?” dedikleri gibi. İyi
dost insanın yoldaşı kadar da pusulasıdır çünkü...

AŞK...
Ailemiz ile
başlayan hayat yolculuğumuz, dostlarımızın yoldaşlığı ve pusulasında aşka doğru
ilerler. Herkesin hayatında bir kere tatması gereken bir duyguya. Daha önce de
birkaç kere söylediğim gibi aşk hem de karşılıklı olanı öyle gerçek dost gibi
kolay bilinen bir şey değildir. Özellikle de ne zamanın ne de hayatın
ayıramadığı kadar güçlü aşklar... Hepimizin ailelerinin en büyük arzusudur
büyük bir özenle yetiştirdikleri çocukları, onlardan sonra en az onlar kadar
sevip değer verecek başka bireylere emanet etmek. Bir ömür boyu ruh eşi olacağı
insanlara... Eğer şanslıysak aşktır yolculuğumuzun varacağı en son nokta.
Defo’nun da dediği gibi bir milattır. Onu bulduktan sonra eskisi gibi olman
mümkün değildir. Bildiğin her şeyi unutturan ya da hayatında hiç olmadığı kadar
kendinden feragat etmek zorunda olduğun o duygu hali. O her şeyin mübah
olduğu... Dünyayı yakıp yıkmamızı sağlayan o güçlü tutku.
Tüm bunları neden
anlattım biliyor musunuz? Hayatta bizler için nelerin önemli olduğunu biraz
hatırlamamız gerektiği için...
Cuma akşamı bölüm
bittiğinde ne gergindim, ne kızgın... Tam tersi bazı taşların çok da güzel
yerlerini bulduğunu görmek içimi bile rahatlatmıştı. Ama sonra bir bakmıştım
herkes ateş gibi. 59 bölümdür büyük bir hevesle izlediğimiz dizi için acı veren
keskin sözler havada uçuşuyor. Sonra oturdum düşünmeye başladım neydi bu diziyi
ben de özel yapan. Onca dizi varken sadece bunun için heyecanlanmama neden
olan. Bazen bir şeyi çok severiz, sonra o sevgi bağımlılık olur ve aradan bir
süre geçtikten sonra neden sevdiğimizi bile unutmaya başlarız. İşte tam o
noktadaydım yorumları okurken. Ve başladım düşünmeye...
Genellikle
hikayesini beğendiğim ya da sevdiğim bir oyuncunun oynadığı tüm dizilerin ilk
bölümlerini izlemeye başlarım. Ancak ne yazık ki çok uzun zamandır hiç
vazgeçmeden izlediğim Kiralık Aşk gibi bir romantik-komedi olmamıştı.
Düşünürken fark ettim en çok beni bu dizide neyin çektiğini; sonra anladım
aşktan öte dostluk ve ailenin de hikayenin temelinde olması. Akşam yemekten
sonra tüm ailenin oturma odasında toplandığı, meyvelerin kesildiği, çocukların
orta masada ders çalıştığı bir dizi bu... Dostların gece kapı önünde çekirdek
çitlediği, en kötü felaketlerin bir şirketin battığı yaşanan aşk sorunlarının
ise ütopyada değil hepimizin küçük dünyasında olan güven gibi çok gerçek
sorunlar olmasıydı. Öyle diziler gördük ki; üçüncü sayfa haberlerinden beter
olayların yaşandığı ve aklımızı şaşırtacak entrikaların döndüğü. Hatta devam
etmesi uğruna garip ilişkilerin yaşadığı. Hayran olduğumuz aşktan şüphe duyar
hale geldiğimiz...