Defne'ye mi bağırıyor o? Dalsam mı? Aman bana ne, kabak bana patlar gene, en iyisi hiç karışmamak.
Bir köprüde karşılaşmış iki inatçı keçi, ha ha ha! Kimse kusura bakmasın, al İso'yu vur Ömer'e ikisinden de bir cacık olmaz, bu şekilde. İki doğru adamdan bir yanlış çıkmayacaksa bile, ben ortada birbirlerini anlayan kimse göremiyorum. Birincisi, İso & Ömer yüzleşmesinin, çok daha evvel Defne ve Ömer arasında olması gerekiyordu. İkincisi, İso ve Ömer'in sorunu tamamen ikisinin arasında kalması gereken bir mesele iken, ikisinin de ayrı ayrı Defne'yi kalaylamasını utanarak izledim. Çünkü ayrı ayrı İso da, Ömer de benim canlarım. Canımı, canıma düşman ettin de ne oldu, ne geçti eline evren? Zalımsın! 

Ömer, çok haklı. Kurduğu her cümlede, -umarım Defne tamamını duymuştur, onu dahi göremedik- yüzde yüz haklı. Aynanın karşısına geçip, elini vicdanına koyup, "Biz bu Ömer'e ne yaptık lan?" diyen hiç kimse yok. Ben burada, oturduğum yerde, ekran karşısında, yüzüne bakarken utanıyorum, benim hissettiğimin yüzde birini Ömer'e gösteren kimse yok. Ama konuya, "Evet nedir?" diye girilmeyeceği konusunda herkesle hemfikir olmak istiyorum. Sanki, İso "Gel bi' görüşeceğiz." demiş de Ömer işinin gücünün arasında zaman yaratmış, gelmiş gibi bir üslupla olmaz. Bunun dışında her şeyine sonuna kadar katılıp, içim cız ede ede eşlik ettim Ömer'e. "Hayatının bir anda kağıttan kuleler gibi yıkıldığını görmek." yazarken kolay ama yaşarken ne kadar da zor bir durum. 


Bu ne biçim bölüm be, herkes bana darbe yapıyor.

Eğri oturup, doğru konuşalım... Ömer'in her şeyi öğrendiğinde olacağın tam da bu olmasını, hepimiz korkarak bekliyorduk. Umut etmekten ve karşımıza çıkan her Ömer tarafından sert karşılanan olayı, kiralık aşk sırrını öğrendiğinde tepkisinin azalacağına bağlayarak bekliyorduk. Hepimiz, -ne hoş ki!- ters köşe olduk. Lakin söz konusu İso olduğunda durum biraz farklıydı. Her zaman, Defne'ye, Ömer'in sakladığı her şeyi Defne'den duyması gerektiğini söylemişti. Ömer'in kızacağını, gideceğini söylediyse de bir tek İso belki, gitmeyeceğine ve anlayacağına inanıyordu. Tüm bunlara, İso'nun devasa tepkisini gördüğümde, olayları sadeleştirip ulaşabiliyorum elbette. Ama İso'nun anlayamadığı tek şey, yaşadığı mutsuz, acımasız ve haketmediği hayatın, Ömer'e attığı kazığı bile, ona atmamış olması. "Ulan ben, 'canım' dediğim kadından, evlendiğim gün, 'her şey yalandı' itirafı duydum! Bu adama n'apar, sen biliyor musun?" Acı, belki de kıyaslanmayacak son şeydir. Karşılıksız aşklar yaşamak mı daha ağırdır, yoksa her şeyin bir oyunla başladığını ve sevdiğinin tüm sevdiklerinle sana yalan söylemesi mi, bilemez insan. Yaşamadan bilemez. İso da bilmiyor işte. 

Ömer gitti, olay mahalini terk etti ve Defne kaldı. Ömer kalsaydı da, Defne ile aynı şehirde, aynı semtte hatta aynı evde olsaydı bile, ne değişebilirdi ki? Defne daha mı az acı çekecekti? Ömer, her şeyi kafasında ve yüreğinde oturtamadan, Defne'sizliği tadamadan, tek masumun Defne olduğunu nasıl anlayabilirdi ki? Herkesin bir senede Ömer'e yaşattıklarını, evet Ömer'in gün be gün tekrar yaşaması ve düşünmesi gerekiyordu, evet zaman gerekiyordu! Askıda kalan, herkes için geçen ama Ömer için hiç geçmeyen, evlendikleri gün duran ve beyninde geriye saran bir zaman. Ve adım kadar eminim, Ömer'den uzak kalan Defne'nin tüm acısı, Ömer'i görebileceği bir yerde daha fazla olurdu. 

Bana kalırsa, Defne ve Ömer'in aynı şehirde olmaları dahi mümkün değildi. Yüzüklerin atılmasından sonra, basıp Manisa'ya giden Defne de Ömer'i görmeyerek iyileşebileceğine inanmıştı çünkü. Ve ne yazık ki, Ömer'in daha anlayışlı bir adam olabilmesi için, ayrılmalarına, araya zaman girmesine ihtiyaç vardı. Eğer Ömer Defne'yi terk etmeseydi, yaşayacakları hiçbir şeyin hazzına erişemezlerdi. Defne'nin yüzüne yapışan bir mahçuplukla bir ömür geçirirlerdi. Biraz da Defne'nin haklı olması gerekiyordu. Ömer'den daha çok değil ama, belki Ömer kadar haklılık kazanması gerekiyordu. 

Canın kadar çok sevdiğin arkadaşının acısına şahit olmak pek muhakkak insanı çok üzer. Şimdi, Defne'nin öyle zamanlarını ben görsem ben de çok üzülürdüm. Göremediğim için, ısrarla benden sakladıkları için, anlatılanlarla yetiniyorum ve yine de üzülüyorum. Peki ya Ömer? Kim demiş, Defne'ye ne olduğunu düşünmediğini? Ömer yalnızdı İtalya'da ve onun yaşadıklarını hiçbirimiz bilmiyoruz, üstelik anlatan da yok. Tek suçu, yapayalnız kalması. Yaşadıklarını dile getirecek, onun yanında kalacak bir kimse dahi kalmamış olması. Defne çektiği acıdan "acınacak" hâle, Ömer çektiği acıdan, "nefret ettiği" hâle gelmiş. Tüm bunlar yüzünden belki, biraz Serdar'a, "Sen ne biçim abisin lan? Adam mısın sen?" demek lazım da, Ömer'e laf söylemeye kimsenin yüzü olmamalı. Çünkü, Defne'nin yaşadıklarının sebebini parça parça herkese adilce bölüştürdüğümde, Ömer'in payına düşen hiçbir şey yok. 


Ben mi istiyorum seni suçlamak oğlum? Senaryo böyle, bana niye bağırıyon?

Şu konuda mütabakata varmak istiyorum izninizle sevgili okur, bir kimseye, ondan ikinizle alakalı sakladığınız bir sırrı söylediğinizde, "Gel canım benim, olsun." diye size sarılmak zorunda değildir. Herkes seçimlerinin sonucunu yaşar. Fakat, Ömer'in seçimlerinin sonucunda yaşaması gereken, İso'nun değil Defne'nin tavrıdır. O yüzden işte, bu yürek yakan sahnenin, Defne ve Ömer arasında olmasını çok isterdim. Eğer Defne, Ömer'le yeniden beraber olmaya karar verdiyse, İso'nun payına düşen bunu kabul etmektir. Eğer Defne ve Ömer ayrı olurlarsa, Defne'nin bir kez daha acı çekeceğini herkesin görmesi gerekmektedir. Defne'nin, Ömer onu terk ettiği için değil, Ömer'siz kaldığı için perişan olduğunu, herkes anlayabilir. 

İso, her şeye rağmen bu Defne ve Ömer ilişkisini onaylamayabilir ama Defne'ye trip atmak ve onu bir seçim yapmaya zorlar gibi davranmak çok saçma bir eylem. Defne'ye, bölümün başlarında İso ve Ömer arasında kaldığı ve üzerine gerçekten de düşündüğü için asla kızmıyorum. Herkes bu dilemmayı yaşardı. Hatta, Defne dilemma dahi yaşamadı. Ömer'siz de, İso'suz da yola devam edemeyeceğini açıkça belirtti. Herkes sevdiği insanla, en yakın arkadaşının anlaşabilmesini ister en nihayetinde. Ömer'in, Defne'yi bir daha üzmeyeceğini İso'ya kanıtlaması gereken yaşta da değiller hâliyle. Tarafsız gözle baktığımda, İso ve Ömer arasında bir konu bu, en başında da söylediğim gibi. 


Yok yok anağne izliyom, valla çokzel bölüm, kız "metres" çıktı.

Defne'nin önce Ömer'e gelmesini, olmayacağını anladığında İso'ya gitmesini yine de mantıklı buluyorum. İso'nun ısrarla dinlemediği yerde "Eh ama kardeşim!" şeklinde yükselmeye başlıyorum. Defne'nin sürekli bir cendereye sıkışmakla sınanmasını ve karşısına çıkan engelleri, baş ağrısıyla karşılıyorum, kimse kusura bakmasın. İso'nun Defne'ye son sürat trip atmasını ben kafamda hiçbir yere koyamadım. Ben görmezken, Defne'ye aşık olmuş olabileceğini falan düşüneceğim neredeyse. Ya da yaşadığı tüm aşkların acısını, Defne ve Ömer'den çıkarıyor ve onunla beraber herkesin sevgisi acısın istiyor. 

İso'dan sağlam "ayar" yiyen, Ömer'in de vazgeçmekten bahsetmesinden endişelenen Defne'nin, hiç suçu olmayan Nihan'a carlamalarını da görmezden gelerek, 'Yol Arkadaşım' eşliğinde, İso'yu düşünmelerine de lafım yok. Hatta, tüm bunların üzerine Ömer'e mesaj çekmesi ve yanına gitmesi de benim için hoş eylemler. Ben, "Olmayacak, yapamayacağım." falan diyecek sandım Ömer'e, artık nasıl travmalarım varsa. Ömer'den çare isteyen Defne'leri, Defne için gururunu çiğneyen Ömer'lerden de hoşlandım. 

İso'nun yanına giden ve söze yumuşak yerlerden başlayan Ömer'i de açık konuşmak gerekirse, "Helal olsun." diyerek izledim. Bölümün olmamışlığına ilaveten sinir harbim, tam da bu kısımda cereyan etti! Ömer'i ısrarla anlamak istemeyen, hatta tenezzül edip dinlemeyen, kompleksli gibi "Tabii ya ben kimim?" şeklinde çıkışan İso, sen n'apıyorsun? Hadi bana bi' anlat, ben de bileyim! Kafam almıyor Şükrü, haydi kalk gidelim bu şehirden ya. Çok üzgünüm neler oluyor? Ben ne kaçırdım? 


Yazı devam ediyor...

BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER