Acının üzerine oturduğumu zannederken bile bu kadar acı çekmiyordum. Defne dinliyorsun değil mi beni? Bir daha anlatmam bak bu konuları.
Şuur kayıplarında bu hafta küme içine aldığım isimlerden birinin de Defne olduğu gerçeğini silemiyorum. Ne demek Sinan Bey, Koray Bey, Necmi Bey ve Neriman Hanım?(!) Defo'cuğum seni küçükken havaya atıp da tutmadıklarına resmen ve fiilen inanıyorum artık. Neriman Hanım'a ayıp olmasın diye değil selam vermek, Ömer'in elinden tutarak, onun karşısına geçip "Tükür bakayım yengenin suratına!" demen gerekiyordu. Bırak, en çok Neriman'a ayıp olsun Allah aşkına! Sizin yazın yayınladığınızı sandığım ve izlemediğim bölümde, Ömer hepinize oyun oynadı zaar! Seni sürekli tehdit eden, zaman zaman Ömer'e söylemeni engelleyen, gamsız ve vicdansız olan, senden başka her şeyi umursayan ve senin elinden tutmayan insanlar onlar yavrum. Bu gerçeği benden duymanı istemezdim ama öyle... 

Defne'nin kaybolan doğum lekesini es geçiyor ve "İkinci şans." isimli ayakkabıdan bahsetmek istiyorum. Şirkete yeni geldi ayakkabı, hani şu Defne'nin kovulmasına neden olduğu gibi kalıptan geldi, gözümüz gibi koruyorduk falan. Ama ayakkabı her yerde. Defne alıp deniyor ve çalışanlar da alkış tutuyor. Etik neydi? Etik önemliydi. Görse ya Ömer o anı, hem romantik olsa hem etik olsa, ben de mutlu olsam. 

Pazının kokusunu almıştır, canı çekmiştir, Pamir'in de pek bir suçu yoktur bu konuda, afiyet olsun. Defne de elbette ikram etmek zorundaydı, onun da ellerine sağlık. Peki Albertine'i illa kaybedip saklamamız mı gerekiyor ellerden? Sonuçta Defne, Albertine'se bile, Pamir'in Albertine'i olması söz konusu bile değildir, bu konuda netiz. Proust'u anlamaya çalıştığını vurgulayan ve defalarca kere okuduğu Albertine Kayıp'a olan aşkından bahseden Ömer'im İplikçi'me seslenmek istiyorum. Kitabın sonunu bilmediğini Defne'ye söylediğinde yalan mı söylemiştin? Yoksa geride bıraktığımız zaman içinde, dönüp dönüp mü okudun? Ya da "Bir kitabı bitiremedin!" söylemlerimiz senin kulağına kadar geldi de mahçup olup böyle bir savunmaya mı geçtin? Her şeyinle kabülümsün. 


Kız sara sara beş tane mi sarmış? Ben de bütün gece uğraştı sandım. Kalanı nerde bunun?

Ömer'e, Gurur ve Önyargı'nın ilk baskısını bulup, parası yetmediği için rafları temizleyerek ödeyen Defne'nin aşkından tek bir gün bile şüphe edilmemesi gerektiği konusunda hepimiz hem fikiriz. Yalnız, İstanbul kitapçılarının altını üstüne getirip, Albertine Kayıp'ın ilk baskısını bir türlü bulamayan ve son çare onu satın alan birinden karşılığı ne olursa olsun almayı talep eden Ömer'in aşkından bir tek Defne emin değil. Hatta kitabın karşılığında, para değil aynı Defne gibi emek verip, ayakkabı tasarlayacak Ömer'in aşkını anlayabilseler, derin bir nefes alacak ve boğazımdaki yumrudan kurtulacağım. 

Defne'nin bilincinde bir gezintiye çıkıp, yaşadıklarına göz gezdirdiğimde, Ömer'in aşkından emin olamama kısmını bir parça olsun anlayabiliyorum. Her ayrılıklarından sonra, çelik gibi çizilmeyen, kırılmayan, üzülmüyor gözüken, ayakları yere sağlam basan ve dimdik bir Ömer'le karşılaştı. Ömer'in gördüğü rüyalardan, fonda dramatik slow bir müzikle ağır çekim yürümelerinden, kazanlarca pişirdiği makarnalardan bihaber olmakla beraber, "Tasarımlarımı yaparken ilham aldığım birisi yok!" şeklinde bir Ömer İplikçi cümlesiyle karşılaştı, bir heves eline aldığı dergide. Fakat Ömer şimdi burada, Defne'ye açık ara koşuyor ve Defne de bunun gayet farkında. Şuurunu kaybetmiş olacak ki, Ömer'in Defne'ye ilk tutulduğunda tasarladığı ayakkabıyı, bilekliği kırıldığında aldığı bilekliği, tasarım okulundayken yaptığı kalem seti jestini unuttu. Hepsini unuttun da Maserati'sini balonlara bürüyüp, ben dahil yetmiş milyonun hayallerini sana yaşattığını da mı unuttun? Albertine Kayıp'ı ilk gördüğünde aklına Ömer değil de Pamir'in gelmesini anlayamamakla beraber, "Bana hediye alınmaz mı?" şeklindeki yersiz çıkışını sana geri iade ediyor ve tesüf ediyorum. 

Albertine Kayıp denilince değil, "Kayıp aranıyor." ilanında bile aklına Ömer gelmesi gerekiyor. İlk başbaşa geceniz, ilk paylaşımlarınız, Ömer'in senin için ilk gözyaşı döktüğü, mabedi olan dağ evi hani hatırladın mı? Ömer'le durumunuzu Albertine Kayıp diye özetliyor ama sırf sana Albertine diye seslenme cürreti karşılığı sesini kesmediğimiz için aklına Pamir'i mi getiriyorsun? Gerçekten mi? 

Ve Pamir Marden... Hangi hak ve ahlakla kitabı kendi aldığı algısını bozmayıp, Ömer'in emeği üzerine kondu bilmiyorum. Yasemin'e en azından gümüş tepside Defne vermişti bu şuursuzluğu. Adamlığa sığmayan bu davranış karşısında mı daha çok örselendim yoksa Pamir'e "Siz mi aldınız?" diye sormak yerine doğrudan, üstün zekasıyla onun aldığını anladığını söyleyen Defne karşısında mı bilemiyorum. Olan Ömer'e oldu tabii, bunun için de ayrıca paralize oldum. 

Pamir Marden, Ömer'e yerinde söylemlerde bulunsa da tavrından hoşlanmadığım gün be gün ortadadır sanırım. Evet, Ömer kendini ifade edemiyor. Ya da aşık olduğu için, kendini ifade etmekte zorlanıyor ve yanlış anlaşılıyor. Zaten Ömer'in söz konusu Defne'yken mantıklı düşünemediğini de biliyoruz biz. Ama kimse kusura bakmasın, kitabın Ömer'den olabileceğine ihtimal vermemek bizzat Defne'nin kendi şuursuzluğudur. Aşkta da savaşta da her şeyin mübah olduğunu asla savunmayan birisi olarak, duruşunu bozmanın ya da ellerini kirletmenin, benim gözümde haklı tarafı ne yazık ki pek olmuyor. Hatta Ömer'in duruşunu bozmamasından da ısrarla memnun olduğumu söyleyebilirim. Duruş bozmaktan ne anladığımıza göre değişebilir bu konu aslında. İki tarafında sevdiği senaryoda gurur yapmanın yanlış olduğunu düşünüyorum. Gururundan, karakterinden, olduğun kişiden ödün vermek duruş bozmak değildir mesela, bana göre. 


Pazı sarmasının kalanını ben yedim, bir tencere sarmış yani kız. Çalışamamıştır sınava, kazık sorma!

"Kitabı hediye eden ben değilim." diyebilmektir benim aşktaki doğru açım mesela. Ve Ömer'in de dürüstçe, gelişi güzel "Kitabı sana ben aldım." demesini beklerdim. Çünkü, Defne bu kadar ince bir hareketi hak ediyor ve ona bu jesti sevdiği adam yaptı. Fakat kendisine alınan hediyeleri, bir kutuya koyup kabaca iade eden Defne'nin, elinde pek bir şey kalmayınca Ömer'in ona verdiği değeri unutmuş olduğunu düşünüyorum. 

Şuursuzluğun Ömer üzerindeki etkilerinde bu hafta, "Hangi sebeple olursa olsun, terk ettiğiniz sevgilinizle bir yıl sonra nasıl yakınlaşmaya çalışılmaz?" belgeselini çektik. Zaten ürkek bir serçe gibi naif olan Defne'ye, Ömer'in gerçeklik dozu çok fazla geldi. Söylediği yalanlar yüzünden kızıp bıraktığın kadına, biraz da gerçeklerden bahsedelim baskısı yapmak gerçekten de mükemmel bir adım Ömer İplikçi. Acaba kendini ifade etmekte zorlanıyor olabilir misin? Adam resmen avını gözüne kestirdi, ilerledi ve kısa bir özet geçti Defne'ye, tebriks. 

Sen gittin basıp gittin bu neyin hesap sorması? İster catering işine girer, isterse evlere ilham perisi olmaya gider. Sabırsızca ve Defne'nin damarına basarak onu yalnızca kaçırırsın, farkına var artık. Romansa mı geldin adam dövmeye mi belli değil. Günlük elli kelime kotan vardı. İtalya'da konuşmaya konuşmaya birikim yaptın herhalde, rap yapar gibi yığdın. Al bak n'oldu? Kız kaçtı gitti. Ee arkasından git? Yok ne gerek var, bekler Dilara.

Defne'nin ezberlediği "Bitti!" kelimesinden ne kadar yıldığımdan bahsedeyim sizlere biraz da... Böyle içim çekiliyor, elim kumandaya gidiyor ve kendimle Kiralık Aşk sevgim arasında dilemmalar yaşıyorum. Çünkü bittiyse eğer izlenmeye değer bir şey yoktur ortada. Artık, Ömer ve Defne'nin kafalarını birbirine yaklaştırıp "Konuşur musunuz?" diye bağırmak istiyorum. İletişim önemli, hem de çok önemli! Artık Defne inadını mı kırıyor yoksa Ömer onu bir odaya kitleyip zorla kendini mi dinletiyor, orası beni bağlamaz. 


Hani müfredat senin çektiğin acıydı? Şu an bana hesap soruyorsun farkında mısın? Kağıda adımı yazar giderim.

Lunapark sahnesi için tek yorumum, "İyidir hoştur ama bana ne..." den ibaret. Defne'nin sütlü nuriyeyi bu kadar çok sevdiğini bilseydim, bir tepsi adresine gönderir, Ömer'denmiş gibi yapar ve barışmalarını sağlardım. Pamir'in niyetini asla anlamamakla birlikte, karakola düşmelerine de temiz bir oh çektim. Ders olsun! Kiralık Aşk'a, "Ben ne yaşıyorum ya?" diyen Ömer gibi bakıyorum. Siz ne yaşıyorsunuz ya? Anlamaya çalışmayı bırakmam lazım gerçekten. 

Defne'nin saf olduğunun, iyi niyetli olduğunun ben de farkındayım ama Pamir'in yürümelerini anlamadığına ihtimal veremiyorum. Çünkü iki adamı birbirine düşüren kız olduğunu düşündüğünü söyleyen birisi, her şeyin farkındadır. "Arabamız da uzakta kaldı" derkenki iyelik ekine kadar rahatsız oluyorum, ben ne kötü bir izleyici oldum böyle. Aynı Defne, Ömer'in arabasındayken mahçup tavırlarlaydı ve yine yeniden mantığıyla savaşarak, Ömer'in ona kızmaya hakkı olmadığı sonucuna vardı. Cebinden çıkardığı ve birkaç saniye bir şeyler yaptığı telefonda da check-in yaptı zaar! "Ömer'le sahil keyfi akar!" Gerçekten de aktı. 


Yazı devam ediyor...
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER