Aşkta denge yoktur zaten. Ne kadar büyük ve derinse, o kadar karmaşık hale gelen bir paradokstur aşk. Sevdiğinizin kılına zarar gelmesinden ölesiye korkarken ona en büyük zararı verirken bulursunuz kendinizi. Defne’nin Ömer’in gözlerin içine baka baka bir yıl boyunca yalan söylemesi de bu dengesizlik halidir; Ömer’in bir başka bir yıl boyunca aşkından mecnun haldeyken bile kalkıp Defne’yi düştüğü umutsuzluk girdabından çekip alamaması da. Aşk yüzünden, aşkın hak etmediği şeyleri yaparsınız. Çünkü mantığı yoktur, çünkü bütün mantıkların dışında, tarifi imkansız ve mahiyeti bilinmeyen şeydir aşk. Sevmekten, hoşlanmaktan başka bir şey olan; bütün ruhuyla, bütün vücuduyla, her şeyiyle istemek olan şey... Mukavemet edilemez bir istemek.
“Temkinli sevmek” diye bir tabir kullanmıştı bir eski tanıdık bir zaman, ama temkinli sevmek diye bir şey de yoktur, değil mi Defne? Temkinli temkinli severken pata küte kendini adamın yanı başında bulmak; yüzüne “gitmeni istiyorum galiba” deyip yerde gökte onu aramak, hatta “senin için bir daha hiç ağlamayacağım” diye söz verip adam gidene kadar gözyaşını gözünde zor zapt etmek... bunlar vardır ama değil mi? Vardır, evet. Çünkü tarifi imkansız, mahiyeti bilinmeyen, mukavemet edilemez bir istemek.
Söz vermenin de aşkın tanımı içinde yer aldığını düşünmüyorum ben mesela. O yüzden verdiğiniz sözler konusunda başarılar genşler. Bugün verilenler içinde belki Ömer’in “aramızda kalacak” diye Aytekin’e verdiği sözün biraz şansı varsa tutulabilme ihtimali var. Aşk = Gözyaşı. Virgo acı söyler.
Ama bu acı, acı çikolatanın acısından. Aşkın tadı ile harmanlanmış, o yüzden yerken mutlu da eden acılardan. Acısı ne kadar keskinse damakta bıraktığı mutluluk da o kadar büyüktür zaten. Bu nedenle gönlüne set vurmak istemesini anlıyorum Defne’nin. Ömer’in aşkı ile ne kadar mutlu olabileceğini bildiği için, bir daha o aşkı kaybetme riskine girmekten bu derece çekiniyor. Şüphe ettiği Ömer’in aşkının gerçekliği, özrünün sahici olup olmaması değil. Anlamadığı, Ömer’in pişmanlığı, hatasını kavrayışı, hatta yakıp küle döndürdüğü o kalbi onarmaya bu derece cesaretli olmasıyla gösterdiği aşkının büyüklüğü değil. Ben eminim ki Defne, bizi bırakın, kendine bile tam olarak açık edemese de, bütün bunları içten içe anlıyor. Sinan’a, Nihan’a “Ben tamamdım. Artık istemiyorum” derken bile “içinin ona akması” başka türlü açıklanamaz zaten.
Ve fakat başka türlü açıklanmasını isteyeceğim şeyler yok mu, var matmazel! Defne’nin aşkın yakıp kül ettiği kalbiyle, ona dayanma ve hayata sıkı sıkı tutunmasını öğütleyen aklının arasındaki pamuk ipliğinin tamamen koparmasını istemiyorum örneğin ben! Onu doğru yapan, “hayatta dik tutan” şeyleri unutmasın yeni Defne. Gerçekten dimdik, cesur ve güçlü olmak için kulak vereceği şeyin birbiriyle didişen iki adam değil o eski dost sağ duyu olduğunu hatırlasın, çünkü o eski dost dalgalandıkları denizde sadece kendisinin değil daha önce de olduğu gibi Ömer’in bile pusulası olacak kuvvete olan yegane şey.
Yazı devam ediyor...