● Tabii ki tabii ki Ömer’le Defne’nin birbirlerinin peşinden ayrılamadığı koca ayı ve tavşan hallerine bayıldım, çünkü bayılmamak mümkün mü? Duygu geçişlerinin bu derece ani olmasından bir miktar şikayet edilebilir gibi görünse de, bir saat önce “bitti bu iş galiba boğulup ölücem” derken bir saat sonra cilveleşmeye başlayabiliyor olmak, aslında tam olarak bu aşkın sınır tanımaz fezeyanına yakışan şey.
● Hayatın anlamının saklı olduğu o aynı kalan, hiç değişmeyen şeylerin ne gibi badireler atlattığını bence sen bir gün duymalısın Ömer. Bilmeyi iste bence. Kaldırsın için. Kaldıracak kadar güçlü olsun ki, sonra da sen hem kendini hem de Defne’yi o yapış yapış karanlıktan çıkarmaya muktedir ol.
● Şimdi siz Pamir’i sürekli kuzişi gibi orada burada çıplak gezdirirseniz Pamir naapsın “koca ayı bıraksın ben oynicam” tribine girer tabii! Temelde tekrarlanan sahnelerle ilgili bir derdim olmamakla beraber – çünkü hep dediğim gibi, bana esasının hissini zaten isteseler de geçirmiyorlar– Pamir’e bakan kızları kışkışlayan Defne bence bir tık fazla “ne mana?” idi. Misal ayakkabıyı çalmadığını Ömer’e anlatmak için didinen Defne gibi Pamir’e bu işlere para için girmediğini anlatmaya didinen Defne’yi anlayabildim, çünkü temiz bir insan olmadığının bilinmesi onun için önemli. Ya kıskanmadığı adamı dikizleyen kızlara atarlanan Defne? Yalnız şimdi düşündüm de... Bu dizide çıplak adam görme alerjisi geliştiren bendeniz Defne yerinde olsam sanırım en az onun kadar çemkirirdim galiba! E buyurdum oradan yaktım o zaman. Peki otur geç.
● “Ona Albertine diyemezsin mesela!” Yukarıdaki satırlarda Ömer’in Defne konusundaki buyurgan tavrına getirdiğim üstü açık ve kapalı tüm eleştirilere karşılık, eş zamanlı olarak onu bu şekilde sahiplenmesine, aslında söylediklerinin birer emir değil gerçeklerin bir manifestosu olmasına, onun bunu bilmesine ama yine de gözlerinden çıkan siyah ateşe engel olamamasına bayıldığımı söylemeden geçemeyeceğim. Aşkın paradoksal hali sadece yaşayan için değil izleyip yorumlayan için de aynı oluyor işte. Uzatabilir misiniz oradan bir huni lütfen? Mersi.
● Tasarımı bırakan Defne’den sonra bu hafta da artist block yaşayan Ömer. Bu işin onları alt katmanda birbirine bağlayan çok güçlü bir bağ olması gibi, kalp ve ruh hallerinin mükemmel birer yansıması olmasına da bayılıyorum ben mesela. Ömer’e benzemek istemediğini söyleyerek – easen bir akıl kararı vererek - tasarımı bırakan Defne, kalbinin içinde aslında onun için çizmek eşittir Ömer haline geldiği için Ömer’i geride bırakmaya çalışması gibi tasarıma da sırtını dönüyor. Ömer’in masaya bir ayakkabı çizecek kadar aşka geldiği an, onun biten her şeyi yeniden ayağa kaldırabileceğine, aşkına ikinci şansı yaratabileceğine inandığı an. Buna karşılık ona “ben bittim, bitirdin beni, artık senin için ağlamayacağım” diyen Defne Ömer’den bir bakıma aşkı ile beraber yaratabilme yetisini de alıp götürüyor. Tasarım artık her ikisi için de bu aşkın bir aynası ve bir parçası. Ve ben bunu çok çok seviyorum.
***
Şahane bir an’ı yarıda bırakıp giden Defne’yi affedemeyen Ömer’in, o ve onun gibi tüm şahane anların tek sahibi olacağını bildiği kadının canı yandığında dayanamayarak üstünden çıkarıp verdiği tişört gün gelir; şahane bir başka an’ı yarıda bırakıp giden Ömer’i affedemeyen Defne’nin, kalbinin tek sahibi olduğunu bildiği adamın aşkını yok etmeye dayanamayarak içinin en kuytu derinliklerine gömdüğü bir kutudan çıkar. Aşk böyledir işte. Bu kadar mucizevi bir şey. Tam umudunu kaybettiğin anda parmaklarının arasında buluverdiğin basit mavi bir tişört.
Bu aşka selam olsun,
Sevgiyle...